Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 17.08.2024
Bu yazı üç ana bölümden oluşacak, yazıda 3 temel kaynak kullanılacaktır.
Mevcut Tevrat metninin özellikleri: Hz. Musa'nın MÖ. 1391–1271 veya bu tarihlerden daha önce yaşadığı kabul edilmektedir. Bu nedenle Hz. Musa’ya indirilen Tevrat'ın tarihi de M.Ö. 13. yüzyıl olarak kabul edilir. Mevcut Tevrat’ın ise Hz. Musa’dan yaklaşık ‘bin’ yıl; Yahudilerin ihtişamlı dönemlerini yaşadıkları -ve peygamber değil- kral kabul ettikleri Hz. Süleyman’ın (MÖ. 990-930) ardından başlarına gelen Babil sürgününden sonra ‘MÖ 539-333 veya 450-350 yıllarında yani Hz. Süleyman’dan da yaklaşık 400 yıl sonra yazıldığı kabul edilmektedir. Bu nedenle Babil-Sümer anlatılarından izler vardır ve büyük bölümü mitolojik İsrailoğulları tarihidir. Babil sürgününün psikolojik izlerini de taşıyan yeni Tevrat’ı yazanlar, yazdıkları kitaba, o dönemdeki Yahudi kültürünü de katmışlardır. Eldeki en eski nüsha MÖ. 4. yüzyıla aittir.
Bâbil sürgünü sonrasında yazıcı-bilgin Ezra, Yahudiler arasında tamamen unutulan Tevrat’ı sözlü yorumuyla birlikte yeniden yazmıştır. Talmud’a göre Ezra, yeni Tevrat’ta bazı değişiklikler yapmıştır. Bu Tevrat; ‘Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye’ adlı beş kitaptan oluşan bir derlemedir. Bazıları tarafından içinde yer alan 24 kitabın tamamı ve sözlü kültürün yazıya geçirilmesiyle oluşan tüm birikim de Tevrat/Tora olarak adlandırılmaktadır. Yahudi kaynaklı Tevrat bölümlemesi, haftalık okuma parçalarına göre yapılır. Buna göre Tevrat, her hafta sebt/cumartesi günlerinde okunmak üzere elli dört haftada hatmedilecek biçimde elli dört bölüme ayrılmıştır. Okul çağındaki her Yahudi öğrencinin de bir Tevrat'ı vardır ve sınıflarda da mabetlerde olduğu gibi ancak baş örtülü olmak şartıyla Tevrat okunabilir.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.07.2024
‘Taş odanın ev oluş öyküsü’
Babamın cenazesini götürdüğümüz günü saymazsam belki 30 yıldır gitmediğim köyüme, doğduğum topraklara doğru kardeşimle yola çıktık. Kardeşim, dedemin evinin yakınında babamın çok eskiden yaptırdığı taş odaya ek yaptırarak orasını oturulabilir duruma getirmişti. Her yer çocukluk anılarımla dopdoluydu ama artık çocukluğumda ellerinden ekmek yiyip su içtiğim büyüklerimden ve bir sonraki kuşaktan yaşayan hiç kimse yoktu. Hepsinin evleri kapalı, çoğu yıkılmaya yüz tutmuş.
Benim de yıllar sonra yeniden içinde uyuduğum bu odanın taşlarını babam kendisi kesmiş. Usta parası için yine en ilkel yöntemlerle ‘dikdörtgen, bir metreye yarım metre boyutlarında’ taş kırmış ve onları, taşınması son derece zor olan yerlerden getirip satmış. Bizim oralarda ağaç pek yetişmez. Odanın üstünü örtmek için gereken ağaçları satın almak için de tekrar taş kırıp satmış, kapı-pencereler için bir daha, içinin döşenmesi için bir kez daha. Bin bir emekle yapılan bu oda, o zamanlar herkese açıktı; büyük-küçük herkes gelirken geçerken uğrardı; düğünde, bayramda, bu odaya gelmeyen bu odada yatıp kalmayan neredeyse yoktu. Çivit mavisi ahşap kapıdan girilen bu odanın üç yanını iki karış yüksekliğinde taş sedir çevrelemiş, bu sedirlerden birinin uç kısmındaki köşe, taş odanın misafirlerinin banyo yapabilmesi için uygun şekilde düzenlenmişti. Girişin hemen karşısında, içinde her zaman çay, şeker, çaydanlık, tüp ve çakmak bulunan, kapağı odanın kapısı gibi çivit mavi boyalı küçük bir dolap yer alıyordu. Dolabın hemen yanında duvarın içine doğru ilerleyen çukurluğun üstünde taşlardan yapılmış kemer yer alıyor ve burası, içine her zaman yeter miktarda bırakılan yatak, yorgan, yastı için yüklük görevi görüyordu. Uzak-yakın herkesin bu odada bir anısı olmuş. Oda, her zaman dolu olmasına rağmen gerçekte sahibi gibi tek başınaydı. Ben de çocukken bu tek odada, birbiriyle ancak bakışarak anlaşabilen nice aşklara tanıklık etmiştim. Pencere önüne serdiği seccadede dedem Sakallı Mustafa uzun namazlar kıldıktan sonra sırtını köşeye verir eski bir kitap okurdu. Şimdi ben, yenilenmiş tavanını saymazsam odanın neredeyse hiç bozulmadan düzenlenen bu yeni halinin içinde kalmanın mutluluğunu yaşıyordum.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 16.07.2024
‘Biz âdemoğullarını değerli kıldık.’ (İsra 17/70)
Olgun insan, olgun insanların bulunduğu aile veya aynı nitelikte insanların bulunduğu sosyal çevrede yetişir. Olgun insanların en belirgin özelliği, güçlü oluşlarıdır. Her yenilgi, önce ruhlarda başlar. Onlarınsa tükenmeyen bir ruhsal enerjileri ve bileği bükülmeyen, diz çökmeyen, tuş edilemeyen bir ruhsal kuvvetleri vardır. Bu sebeple her ne yaşarlarsa yaşasınlar, ayaktadırlar; kaldıkları yerden devam ederler. Çünkü gönül sırtlarını, tükenmez, bitmez bir güç kaynağına dayamışlardır. Her an bir ‘oluş ve bozuluş’ (/kevn ve fesad) olduğunu yani her hal ve durumun her an yaratıldığını (55/Rahman:29) bildiklerinden, ‘imkânsız’ kelimesi –biiznillah-, onların lügatlerinde yoktur.
Olgun insan, bir Yaratıcıya inandığından kendisine güvenen ve gelecekten korkmayan kişidir. En büyük sorunlar karşısında bile bir çıkış yolu olabileceği bilincindedir. Edepli, merhametli, alçak gönüllü, güler yüzlüdür. Zamanın ömür olduğunu bildiğinden boşa harcamamaya çalışır. Ömrünün her döneminde ilim öğrenmek için zaman ayırır. Helal ve haram ölçülerinde son derece dikkatlidir. Sözlerinde asla yalana rastlanmaz, âdil ve güvenilir bir insandır.
Olgun insan, hata yapmaktan korkmaz. Hataları olabileceğini her zaman kabul eder ve bunlarla mücadele eder. Kusursuz olabileceği gibi bir zannı yoktur. Kendi hatalarını söyleyeni sever, hata yapanı mazur görür. Hatayı gelişmenin şartı olarak kabul eder ve yaptığı hatadan ders alması için karşısındakine fırsat verir. Kişisel eğitim ve terbiyenin, bir ömür devam ettiğini bilir. Özellikle öfkesini kontrol altında tutmaya çalışır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.07.2024
İyilik ve kötülük, insan davranışlarını tanımlayan en genel iki zıt kavramdır. İyiliğin ne olduğu anlaşıldığında, kötülüğün de ne olduğu anlaşılır. İyi olmak ‘kötülük etmemek ve iyilik etmek’ şeklinde iki açıdan ele alınmalıdır.
İyi Olmanın Birinci Basamağı: Kötülük Etmemek
a. Varlığa Kötülük Etmemek: İnsan, kullanımına verilen havaya, suya, taşa, toprağa, hayvana, bitkiye zarar vermemeli, bunları kötü kullanmamalı; her varlığın yaratılış amacına saygı göstermeli ve bunları, gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmadan kullanmalıdır.
b. Kendine Kötülük Etmemek: Kişinin kendisine kötülük etmemesinin basamakları vardır:
1. Bedenine kötülük etmemek: İnsan, bedenini yanlış kullanarak, yanlış ve düzensiz beslenerek, sağlığını korumayarak, bedenini tehlikeli işlere atarak kendisine kötülük etmemelidir. 2. Ruhuna kötülük etmemek: Kişi inançsız ve ilkesiz yaşayarak, yanlış inançlara sahip olarak, soyut-somut puta veya kendisine taparak kendisine kötülük etmemelidir. 3. Duygularına kötülük etmemek: Kişi, duygularını doğru kişi, yer, durumlarda yeterli kullanmayarak ya da aşırı kullanarak kendisine kötülük etmemelidir. Duygulardaki aşırılık, ruhta ve bedende hastalığa dönüşebildiğinden kişi çok üzülmek, sürekli üzgün ve gergin yaşamak yoluyla kendini hasta etmemelidir. 4. Belleğine kötülük etmemek: Kişi, belleğini yanlış ve gereksiz ne varsa onlarla doldurarak, gerekli olanlara yer vermeyerek belleği yoluyla kendisine kötülük etmemelidir.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 22.06.2024
Tanıdık gençlerden biri defalarca sınava girmişti, yazılı sınavdan yeter not alıp mülakatta sürekli eleniyordu. Yine böyle bir sınavda, kendinden önce mülakata giren tanıdık bir kızla karşılaşmış. Kız, mülakata girdikten bir iki dakika sonra çıkınca ona sormuş:
- Sana ne sordular sınavda?
- Adımı sordular sonra Avni Bey’in yeğeni misin dediler, sonra bir kitap okuyor musun şu sıralar dediler. Sonra da tamam çıkabilirsin, dediler, demiş.
Bu olayı anlatan söz ettiğim genç ise mülakata girince önce Divan Edebiyatımızdan bir dörtlük okumuş, bu dörtlük kimin, demişler. Sonra birkaç kitap adı söylemiş, bunlar kimin demişler. Daha sonra Türkiye’ye geçen yıl ne kadar turist geldi, demişler. Kendilerine sorulsa cevap anahtarını görmeden, muhtemelen bir tekini bile cevaplayamayacakları türden daha benzer sorular…
Bunları bana anlattıktan sonra dörtlükten aklında kalan sözcükleri söyledi, kitapların bir ikisinin adını söyledi, sordu bunlar kimin diye. Bu soruları ancak bir fakültede çok iyi bir edebiyat öğretimine ek olarak bu tür şiirleri ve eserleri okuyan az sayıdaki kişi bilebilirdi.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 10.06.2024
Bir kütüphane gezisi: Değerli okuyucum! Bu başlıkla başlayan bir yazıyı, buraya kadar okuduğunuza göre demek ki ‘kitap, okul ve devşirme’ konusu, sizi az ya da çok ilgilendiriyor. Bu ilginiz nedeniyle şimdi sizinle bir lise kütüphanesinde geziye başlayalım: Kütüphanenin kapısından giriyoruz, güzel ve temiz bir okul kütüphanesi. Duvarlarda ve ortada öğrenci boyunu geçmeyen farklı biçimlerde kitaplıklar, aralarda renkli tabureler, farklı boyutlarda sehpalar var. Ancak girildiği anda kitaplardan çok duvar, görenin dikkatini çekiyor. Kitaplıkların üst yanına duvarın uygun yerlerine boydan boya bazı yazarların kitaplarını, öğrencilere tanıtmaya yönelik renkli, güzel tablolar asılmış. Şimdi sizinle girdiğimiz kütüphanenin sağ tarafından bu görsellere bakarak ilerleyelim: Polyanna / Eleanor H. Porter, Deniz Altında 20 Bin Fersah / Jules Verne; Heidi / Johanna Spyri, Don Kişot / Cervantes, Oliver Twist / Charles Dickens, Aya Yolculuk / Jules Verne, Sefiller / Victor Hugo, Mutlu Prens / Oscar Wilde… Söz ettiğim tabloların sonunda da edebiyatımıza ait iki tablo var: İlki, Keloğlan masallarının görseli olan başı kel bir çocuk ki şu anda genç nesil için ‘Keloğlan’ rol model olacak iyi bir figür değildir. İkincisi ise Ömer Seyfettin’in Kaşağı öyküsünün görseli. Bu öykü, küçük bir çocuğun değerli bir kaşağıyı kırıp suçu kardeşine atması, babasının suçsuz küçük çocuğu tokatlaması, daha sonra da bu çocuğun bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp ölmesi karşısında, kaşağıyı kıran ağabeyinin derin acısını ve suçluluk travmasını anlatır. Okuyanın içini burkan bir öyküdür.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 12.05.2024
Günü gelince ben de gideceğim dünyadan
‘Yavrum!’ diye seslenen bir sesim olmayacak
Sızlayacak burnunun direği bayramlarda
‘Annem!’ diye gittiğin bir kapın kalmayacak.
Nazar olmuştur diye nas-felak okuduğum
Anı düşlerken elin, elimi arayacak
‘Rabbim koru, esirge! Âmin!’ diye yüzüne
Üflerken yanakların nefesimi duyacak.
Bilmem ki ulaştı mı bitmeyen dualarım
Merhametli gönlünün ağrıyan yanlarına
Gülümserken dudağın gözlerin ıslanacak
‘Kahve severdi annem’ derken yakınlarına.
Düşlerden ayılırken gerçeğin kucağında
Belki de yokluğumda yokluğumu duyacak
Beni üzdüğün anlar aklına geldiğinde
Pişmanlık acısıyla yüreğin sızlayacak.
Çocukların olacak kucağında, yanında
Bazen bana benzetip benden söz edeceksin
Unutuş ülkesine kanat açan anılar
Yola düşüp giderken yanında gideceksin.