Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 30.04.2025
1. BÖLÜM: GÜLÜMSEYEN YÜZLERDEKİ DERİN MUTSUZLUK
Mutluluk: Eski Türkçede “kut” sözüyle karşılanmaktaydı. ‘Mutlu’ sözcüğüyse Türkiye Türkçesindeki ‘umutlu’ sözcüğünden evrilmiştir. Önsesteki ‘u’ muhtemelen ‘kutlu’ sözcüğünden benzetme yoluyla düşürülmüştür. Mutluluk, bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut” (TDK), bir istek ya da özlem yerine geldiğinde duyumsanan sevinçtir.
Mutsuzluk: Mutluluk duygusunun yokluğudur. Yorgun insanlar, kırgın yüzler, dalgın gözler, zorunluluktan gülümseyen dudaklar… Modern zamanların insanları, kayıp mutluluğun izinde ömür tüketmektedirler. Geçmiş çağlarda da insanlar türlü türlü zorluklar çektiler ancak hiçbir dönemde, bugünkü kadar çok imkân ve bu kadar derin boşluk içinde olmadılar. Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren artan refah, dijitalleşme, bireyselleşme ve hız kültürü, pek çok açıdan hayatı kolaylaştırdıkça insanlarda paradoksal bir biçimde ‘yalnızlık, güvensizlik, kaygı, tatminsizlik’ duygularını da yoğunlaştırdı; daha önce benzeri görülmeyen ve giderek sessiz bir salgın halinde derinleşen ruhsal bir kriz ortaya çıkardı: Modern mutsuzluk. Modern mutsuzluk, insanların içine yerleşen, ne olduğu tam tarif edilemeyen bir yoksunluk duygusudur. İnsanların çok şeyi olsa bile bunlar onlara yeterli gelmemekte; kalabalıklar içinde yalnız, uğraşlar arasında yitik bir yaşam büyük bir hızla geçmekte ve insanlar mutlu olup olmadıklarını bile düşünememektedirler. Her şeyin bu kadar kolaylaştığı, imkanların çoğaldığı bir çağda insanlar neden bu kadar mutsuz? Bu yazımızda işte bu konuyu ele almaya çalışacağız.
‘İnsanlar neden mutsuz?’ sorusunun birden çok yanıtı var, bunların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Bireysel mutsuzluk. 2. Kalbin mutsuzluğu. 3. Ailevi mutsuzluk. 4. Psikolojik/ Ruhsal mutsuzluk. 5. Toplumsal mutsuzluk.
1. Bireysel Mutsuzluk: Bu mutsuzluk, insanın kendinden uzaklaşmasıyla başlar. Bu duruma gelen kişi, kendine çok yakın gibi görünse de aslında kendine oldukça yabancı ve uzaktır. Kendisini tanımaya vakti yoktur. Kim olduğunu unutmuştur. Hep bir şeyleri yetiştirmek zorundadır, her zaman bir uğraşı vardır. Kendi isteklerini, sınırlarını öğrenmeye; iç dünyasına kulak vermeye vakti olmaz. “Ben ne istiyorum?” sorusuna cevap aramaya zamanı yoktur. Çünkü bu girdaba düşen kişi, hep başkalarının kendisinden ne istediğini düşünmeye ayarlıdır. Kendisini dinlemeye, bunun için sessiz kalmaya korkar. Bu durumdaki kişi ‘bireysel mutsuzluk’ cehenneminden çıkabilmek için şu soruları sormalı ve cevaplamalıdır: ‘Ben kimim? Benim adıma yapılan tanımlardan razı mıyım? Bana yüklenen sorumluluklar, benim isteklerim mi, başkalarının kendileri için istemedikleri mi? Kendimi hoşnut edecek bir tanımı kendim için yapabilir miyim? Bireysel mutsuzluk nedenlerimi nasıl giderebilirim?’
2. Kalbin Mutsuzluğu: İnsan, yalnızca yiyip içmekle, gezip tozmakla, çalışıp kazanmakla tatmin olamaz. Kalbin de birtakım gereksinimleri vardır. İnsanların çoğu, bedenin gereksinimleriyle kalbin gereksinimlerini aynı sanmakta; midenin açlığıyla kalbin açlığının nasıl ve neyle doyacağına dikkat etmemektedirler. İnsanın fizik ötesi boyutunu unutan bir yaşam tarzı, kişiyi yalnızca maddi isteklerin ardında sürüklemekte; ancak insan bu isteklerine ulaştığında da gerçek bir doyuma ulaşamamaktadır. Oysa ‘Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.’ (Ra’d 13/28) ilkesi, mutsuz insanın Allah ile bağını kopardığını ve dua etmeyi unuttuğunu ortaya koymaktadır. Allahsız ve duasız bir kalbin huzura erebilmesi mümkün olamamaktadır. Seküler bir yaşamın inşası, insanı maneviyattan kopardı ve ortaya doldurulamayan kalplerin cehennemî çukurları çıktı. Bu durumdaki kişi, ‘kalbin mutsuzluk’ cehenneminden çıkabilmek için şu soruları sormalı ve cevaplamalıdır: ‘Kalbimin ağrımasına neden olan sorunlar neler? Bunları gidermek için ne yapabilirim? Kalbim huzura ermek için ne istiyor?’
3. Ailevi Mutsuzluk: Aile; her bireyinin sevildiği, sayıldığı, desteklendiği, zor durumlarda sığındığı liman olmalıdır. Aile bireylerindeki ‘sevgi, güven, aidiyet’ gibi temel duygular, bu ortamda oluşur ve gelişir. Böyle olması gereken bir aile yerine ‘güvensiz ortam, herkesin ayrı bir odada ayrı bir ekrana kilitlendiği, aynı çatı altında birbirinden uzak, en fazla aynı sofrada yemek yenilen, iletişimin en aza indiği, sevgiden çok her bireyinde öfkenin baskın olduğu’ ortamlar da aileden sayılmaktadır. Böyle evlerde, tartışmalar ya da oradaki herkesi canından bezdirecek kadar sessiz gürültüler de derin mutsuzluklara neden olabilmektedir. Böyle ailelerin bir kısmında, pahalı şeyler alınır ama derin göz temasına önem verilmez; en iyi özel okullar aranır ama çocuğun duygularına, isteklerine, kapasitesine dikkat edilmez; kişiler isteklerini dikte eder ama karşısındakinin ne istediğini ya da istemediğini, neden mutlu ya da mutsuz olduğunu sormaya, söylese de duymaya yanaşmaz. Bu süreç uzadığında yaşanan duygusal kopuşlar nedeniyle kimse kimseye sorunlarını anlatacak cesareti ve isteği bulamaz. Karşılıklı sevgi ve saygının huzura erdiren güzelliğinin unutulması, başlangıçta gönüllerde sessiz bir fırtına iken ilerleyen yıllarda bu ortamda yetişenlerin hepsinde ömür boyu sürecek kasırgalara neden olabilmektedir. Bu kasırganın taşlarından ‘değersizlik, reddedilme korkusu, güvensizlik’ gibi bazıları, o kişilerin tüm yaşamlarını ezecek, kendilerini ömür boyu mutsuz kılacak kadar büyük olabilmektedir. Çünkü aile bireyleriyle ve genişleyen çevreyle çocukluğundan itibaren güvenli bağlar kuramayan kişiler, yetişkinliklerinde de sağlam ve sağlıklı ilişkiler kuramamaktadırlar. Bu durumdaki kişi, ‘ailevi mutsuzluk’ derdinden kurtulabilmek için şu soruları sormalı ve cevaplamalıdır: ‘Ailevi mutsuzluk nedenlerim nelerdir? Bunları gidermek için ne yapabilirim?’
4. Psikolojik / Ruhsal Mutsuzluk: İnsan ‘beden ve ruh’tan oluşan bir varlıktır. Mutluluk, ruhun gülümsemesidir. Bu da burasının dünya olduğuna ve insanın geçici bir süre burada yaşayacağına dair bilinçli olmasıyla mümkün olabilir. Bu bilinç kişiyi sahip olduklarına ‘minnet ve teşekkür’ duygusuyla yaklaşan biri haline getirebilir. İnsanların çoğu ise bu yaklaşımdan uzak, görünmeyen yüklerin altında ezilerek yaşamaktadır. Geçmişten gelen travmalar, bastırılmış duygular, yerleştirilmiş değersizlik hissi, yaşadıklarına ve yaptıklarına anlam bulamama gibi pek çok durum insanları yorgun ve çaresiz düşürmektedir. Bu durum ‘depresyon, kaygı bozuklukları, tükenmişlik sendromu…’ gibi kişiyi tüketen ama insanların çoğunun adını koyamadıkları durumlara neden olmaktadır. Çünkü insanlar, genellikle her zaman güçlü görünmeye, ayakta olmaya, yıkılmamaya; kırılsa kırıldığını, gücense gücendiğini kimseye belli etmemeye programlanmışlardır. Bu koşullanmışlıkların sonucunda pek çok kişi, bastırılmış duygular ve kimseye gösterilmeyen yaralarla yaşamak zorunda kalmaktadır. Pek çok kişi ‘güçlü olmak, güçlü durmak, güçlü kalmak’ adına göz yaşlarını içine döküyor, çığlıklarını sessiz atıyor, yıllarca içten içe sessizce çöküyor, bu nedenle de kimse tarafından duyulmuyor, görülmüyor, anlaşılmıyor. Çünkü esasında mutsuzluk yalnızca ‘yaşanmış olaylardan’ değil ‘yaşan(a)mamış duygular’dan da doğar. Bu konuda doğru bir adım atabilmek için önce ruhun da hastalanabileceğini kabul etmek gerekir. Ruhun yaşadığı gerilimler de tıpkı bir müzik aletinin gerilen teli gibi onu da kopartır. İşte bu, ruhun hastalanmasıdır. Bu durumun, ‘zayıflık’ olarak tanımlanması yanlıştır çünkü dünyadaki tüm insanların mutsuzluklarına neden olan duygu ve düşünceleri ortaya koyma ve paylaşımlarındaki eksiklik, onları mutsuzluk girdabına çekmektedir. Bu durumdaki kişi, ‘psikolojik mutsuzluk’ girdabından kurtulabilmek için şu soruları sormalı ve cevaplamalıdır: ‘Ruhumun sorunları nelerdir? Ruhum hangi nedenle acı çekmektedir? Bunları gidermek için ne yapabilirim?’
5. Toplumsal U/Mutsuzluk: Toplum bireyin aynası, birey de toplumun aynasıdır. Toplumların genel durumu, bireylerinin psikolojisini doğrudan etkiler. Mutlu bir toplumda insanlar: Birbirine ve devletlerine güvenirler. Yaşadıkları ülkede adaletsizliğe, haksızlığa uğramayacaklarından emindirler. Geleceğe dair hayallerini, kendi ülkelerinde kurarlar. Umutlarını diri tutacak çokça nedenleri vardır. Ülkelerini ve toplumlarını severler ve orada yaşamayı başka yerde yaşamaya yeğlerler. Mutsuz bir toplumda insanlar: İşsizlik, adaletsizlik, güvensizlik, politik ve ekonomik kaygılar, gelecek belirsizliği gibi durumlar nedeniyle hayata karamsar bakarlar. Böyle toplumlardaki insanların çoğunun aklının bir köşesinde ‘bir başka ülkeye gitme isteği’ vardır. Çünkü “Ne yapsam olmuyor ne yapsam hak ettiğimi alamıyorum’ inancı bir süre sonra insanlarda öfkeye ve derin ruhsal yorgunluğa neden olmaktadır. Bu durum yaygınlaştığında ise kişisel mutsuzluklar toplumsal krize dönüşmektedir. Bu türlü duygusal kırılmalar nedeniyle kendilerini güvende hissetmeyen, emeklerinin karşılığını alamayan, hak ettikleri değeri görmeyen, gelecekle ilgili hayaller kuramayan, toplum içinde kendisine yer bulamayan kişiler, umutsuzluklarını binek kılıp sonucu belli olmayan ‘umut yolculuklarına’ çıkmaktadırlar. Bu da eğitimcilerin ve siyasetçilerin üzerinde dikkatlice düşünmelerini gerektiren ‘beyin göçü’ ve ‘nesil kaybı’ denilen önemli bir milli beka sorunudur. Çünkü kendi ülkesinden gitme isteği yalnızca maddi sorunlar değil, insanların yaşadığı duygusal kopuş nedeniyledir. Bu durumdaki kişi, ‘toplumsal mutsuzluk’ girdabından kurtulabilmek için şu soruları sormalı ve cevaplamalıdır: ‘İçinde yaşadığım toplumun en önemli sorunları nelerdir? Benim hayatımda bunların hangileri yer alabilir? Bu sorunları aşmak için ne yapabilirim?’
Önemli bir durum tespiti: Cennete gideceklerinden emin olan Müslümanların(?) cehenneme çevirdiği İslam coğrafyalarından kaçanlar, gidebilecekleri her yeri kendi ülkelerinden daha iyi görmektedirler. Yemen, Suriye, Libya, Afganistan, Irak gibi sorunlu ülkelerden kaçanlar bir başka Müslüman ülkeye değil, çan seslerinin yankılandığı Batı ülkelerine gitmektedirler. Müslümanların, kendi ülkeleri yerine, gayrimüslim ülkelerde aradıkları huzur ve güveni bulacaklarına inanmaları üzerinde durulması gerekli bir konudur. Son ve mükemmel dinin mensupları olduğunu iddia edenler neden bu kadar mutsuz, yurtları neden bu durumda, yönetimleri neden bu kadar kötüdür?
Bu bölümün için sonuç: Mutluluk nedir? ‘Güzel bir ev sahibi olmak mı? İyi bir araba sahibi olmak mı? Şöhrete ulaşmak mı? Zengin olmak mı? İstediği kişiyle evlenmek mi? Yüksek bir makama gelmek mi? İsteklerini yapabilecek güce erişmek mi? Hepsi mi hiçbiri mi?’ Şimdilik bu soruları soralım ve şunları söylemekle yetinelim: Mutsuzluk kimse için kader değildir. İnsan bir kez yaşayabileceği ‘hayatın’ değerini ve ‘şimdi’nin önemini anlayarak yürüdüğü yolu yeniden biçimlendirme imkânına sahiptir. (İkinci bölüm başlığı: Mutsuzluk Nedenleri ve Çözümler)