Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.05.2024
Demir Ağa, kapısında doğup büyüyen köpeğine tıpkı tüm hayvanları gibi en iyi şekilde bakıyordu. Onun hiçbir hayvanı, yiyecek için başka kapılara gitmiyordu. Demir Ağa, en iyi şekilde baktığı hayvanlarından daha sonra kimini kesip yiyor, kimine biniyor, kimini satıp para kazanıyor, her bir hayvanın türüne göre onlardan yararlanıyordu. Ancak son zamanlarda Demir Ağa’yı şaşırtan bir durum vardı. Kapısında yal yiyen köpeği, eve yaklaşan yabancıları havlayarak ev sahibine haber vermek, onları eve yaklaştırmamak yerine, kendisine ve ev halkına havlıyordu. Uzun süre araştırdı Demir Ağa, sonunda gerçeği öğrendi. Bu köpek, uzun süre önce kapısına gelen yabancı bir köpeğin soyundanmış. Evinde büyütüp kapasına bağladığı bu köpek, yabancılığını hiç unutmadığı için zaman zaman kendisine ve diğer ev halkına da havlamaktaymış. Demir Ağa, bunu anladığında ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Hala da geçmişte yaptığı bu hatayı nasıl gidereceğini düşünüp duruyor. Sizce ne yapmalı?
UYUZ KÖPEĞİN BULDUĞU ELMAS
Uyuz köpek, sahiplerinin uzun zaman önce kendisini bağladıkları yerde duruyordu. Yuvanın önündeki yalağa ne koyarlarsa onu yiyor öylece yaşıyordu. Kendi tembel olsa bile tüyleri bazı kişiler tarafından güzel bulunuyor, okşanıyordu. Böyle okşandığı bir gündü, okşayanlar gidince keyifle eşinmeye başladı. Eşindiği yerden parlak ışıklar saçan bir taş çıkmıştı. Uyuz köpeğin de gözü kamaştı, çok hoşlandı bulduğu bu taştan. Böyle bir taşın kendi yuvasında olması onu çok mutlu ediyordu. Uyuz köpek düşündü ki eğer insanlar bu taşı görürlerse onu hemen alırlardı. Bu nedenle bulduğu taşı önce yuvasının teneke kapısından düşen bir parçanın içine koydu, sonra yalağındaki yala batırdı, güneşte kurumaya bıraktı, ardından salyalarını döktü taşın üzerine ancak taş yine de parlıyordu. Salyaları da onun ışıltısının önüne geçememişti. Uyuz köpek, yuvasında bulduğu için ‘Benim’ dediği bu taş parçasını, herkesten gizlemek istiyor ama bulduğu taş parçası yine de ışıklar saçıyordu çevresine. O da bu durumdan hoşnut değildi. Teneke, yal, salya taşın ışığını kesebilmek için yetmemişti. Sonunda uyuz köpeğin aklına çok güzel bir fikir geldi. Döndü, taşın üzerine etti, ışığının görünmemesi için onu dışkısıyla iyice örttü. Bu durum uzun yıllar sürdü ta ki günün birinde uyuz köpek ölüp ev de yan komşuya satılıncaya kadar. Evin yeni sahibi, uyuz köpeğin yıkılan yuvasındaki pisliği kürekle sıyırırken küreğe sert bir cismin değdiğini gördü. Bu, üst üste köpek dışkısıyla kaplanmış koca bir topaktı. Şaşkınlıkla küreğin kenarını bu topağa vurunca ortasındaki taş olanca güzelliği ve ışıltısıyla ortaya çıktı. Evin yeni sahibi, küreğin önünde parlayan taşa hayranlıkla bakarken donup kalırken ağzından şu sözler döküldü: ‘Ah uyuz köpek ah!’ İnsanlar bu taşa elmas diyorlardı.
BEKRİ, YİNE CENAZE KALDIRIYOR
Geçenlerde Tabanı Yanmış Uyuz Köpekle Aslını Unutan Kurt, ormanda yaşamaya başlayan Bekri Mustafa’yı yakalamış, geçmişte olduğu gibi yine bir ölünün defin merasimini yaptıracaklardı. Bekri de evrenin güzelliği karşısında kendisinden geçmiş, yine kendinde değildi, yine ayakta zor duruyordu. Gitti mecburen, ölen bir anne ceylandı bu kez; kahrından ölmüştü yavru ceylanlarını geride bırakarak. Eğildi, ölü ceylanın kulağına uzun uzun bir şeyler söyledi. Onu yakalayıp getiren Tabanı Yanmış Uyuz Köpekle Aslını Unutan Kurt, cenaze töreninden sonra merakla yanına yaklaşıp sordular:
- Bekri, öyle ne dedin ölüye uzun uzun.
Bekri, kendini dengede tutamayarak şöyle dedi:
- Dedim ki: ‘Ey ölü! Şimdi sen öte tarafa gidince sana buraların durumunu sorarlar. Onlara de ki: Ormanda, idrak enfeksiyonundan bir türlü kurtulamayan Sansar N., aslan sanılarak ormanın krallığına; konuşurken hep doğruluktan söz eden ancak hırsızların çaldığını paylaşarak yaşama alışkanlığında olan Çakal G., ormanın bekçiliğine; kendisine, boyu kendisinden büyüklerin kuyruk altlarını yalama görevi verilen Tilki A. de ormanın aşağılık duygusunu tatmin biriminde yöneticiliğe getirildiler’, de, onlar gerisini anlar, dedim.’
- Bekri, sen eskiden ölenlere: ‘Bekri’ye görev verdiler, de; onlar gerisini anlar, derdin; ne oldu da bu kararını değiştirdin?
Bekri, Tabanı Yanmış Uyuz Köpekle, Aslını Unutan Kurt’a aşağılayan ve tiksinen bakışlarla bakarak dedi ki:
- Ormanımızın sayenizde geldiği durumu anlatmaya, yalnızca benim konumumu haber vermek yetmez, dedi ve ıslanan gözlerini kimselere göstermeden, naralar atmadan sessizce uzaklaştı.
‘Sus!’ dedi ormandan bir ses Bekri’ye. Bekri, Yunus’tan bir beyitle karşılık verdi sese: ‘Behey Yunus sana söyleme derler. Ya ben öleyim mi söylemeyince.’
KARA ÇOBANIN KÖPEKLERİ
Tanıyan herkesin adını unuttuğu Kara Çoban, güttüğü koca sürüyü, özellikle açık arazide kalıp geceyi orada geçirdiklerinde nasıl koruduğunu, güneşten iyice kararan yüzündeki tatlı gülümsemeyle ballandırarak anlatıyordu. ‘Geceleri uykum, kuş uykusudur. Etraftan kurt sesleri duyulur. Ancak bizim köpekler de iyidir ha! Ben arada bir kalkar, köpeklere seslenir, sonra onları sağa sola haylarım.’ Haylarım, ne demek anlaşılmadığını düşündüğünden açıkladı: ‘Köpeklere kolumu sallayarak bir yönü gösterir ‘haaaayyyy, haaaayyyy’ diye seslenirim, beş-altı köpek aynı anda o tarafa doğru akar, sürünün çevresini dolanır gelir. Biraz sonra diğer tarafa doğru haylarım, köpekler o tarafa doğru akar gider. Böylece sürüye kurt-çakal yaklaşamaz. Senelerin çobanıyım, daha bir tek koyunu bile kurda kaptırmadım.’ ‘Ne güzel!’ dedi başı önünde, anlatılanları pek anlamayan, değnekle kökünden kırılarak koparılmış uzun boylu bir dikenin soyulduğunda ortasından salatalığa benzeyen bir yiyeceğin çıktığını bilmeyen, büyük kentte büyümüş, iyi eğitim görmüş bir genç olan Kayhan. Telefonu çaldı o anda Kayhan’ın, açtı, ameliyat ettiği bir hastayla ilgili görüş soruyorlardı. Şöyle yapın sonra şöyle yapın, diye açıklamalar yaptı. Kara Çoban’ın pek anlamayan gözlerle kendisine baktığını görünce söylediklerini onun için yeniden açıkladı. Sonra başı önünde mırıldandı: ‘Evet, annem de sık sık ‘Havlamasını bilmeyen köpek sürüye kurt getirir.’ derdi.’ derken son yıllarda yaşadığı zorluklar Kayhan’ın gözlerinin önünden film şeridi gibi geçip gitti. Kayhan’ın annesi de bu köyde doğmuş, büyümüş, Kayhan daha çok küçükken şehre göç etmişlerdi. Kara çoban gibi sürü de annesi adına yaptırdıkları çeşmeden su içerken o da çeşmenin az ötesindeki taşlar üzerinde oturarak sessizce bekledi neyi beklediğini bilmeden.
KOCA KÖPEĞİN GÖREVSİZLİK KARARI
Yemeyi içmeyi çok seven, uzun bir süredir de çok yemekten iyice semiren koca köpekten, yalını, suyunu veren ev halkı, ondan gece-gündüz evi, sürüyle götürüldüğünde de sürüyü korumasını beklerdi. Ancak koca köpek, ne zaman bir tehlike görse tüm gücüyle havlayarak sahiplerine tehlikeyi duyurmak ve tehlikenin üstüne atılmak yerine, çenileyerek etrafta varsa başka köpekleri çağırır, kendi geri doğru çekilip sinerdi. Sahiplerinin onu güçlü tutmak için hazırladıkları yalı yemek güzeldi ama koca köpek ne havlamak ne de sahiplerinin evini ve sürüyü korumak için kavga etmek isterdi. Sahipleri, en iyi şekilde baktıkları halde koca köpeğin üstüne düşeni yapmadığını görüyorlardı. Bir gün onun yerini, çok cesur, iyi kavga eden, evi ve sürüyü tek başına koruyan bir köpek aldı. Komşular sordu: ‘Koca köpeğe ne oldu?’ Mahallede şu sözler dolaştı bir süre: ‘Köpek barınağına bırakmışlar. Boş bir araziye bırakmışlar. Başkasına vermişler. Boş araziye götürüp öldürmüşler. Yalını kesince gitmiş.’ Bir süre sonra da koca köpek unutuldu gitti. Ona ne olduğunu hala kimse bilmiyor.