“En iyi anlatım, anlatılanın en açık, kısa ve öz anlatımıdır.”
“Dolaylı ve süründüren ifadeler, insanları keçiboynuzundan glikoz çıkarmaya zorluyor.”
İnsanlığın önünde filozofların önerileriyle peygamberlerin önerileri insanı, aileyi, toplumu düzenlemeye aday olma açısından sık sık karşı karşıya gelmiştir. Düşünceler, sezgiler ve kıyaslara dayanarak kesbi görüşler ortaya koyan filozoflar, farklı ve yeni bir şey söylemeye çalışırken, kendisinden farklı söyleyen ve düşünenleri eleştirirler. Aynı şeyi söyleyenler de eleştirilir, çünkü onlar da düşünceye mesafe aldırmamışlardır.
Filozoflar, sözlerini hayatla göstermek/ispatlamak zarureti hissetmezler, hâlbuki söylenen ve yaşanan arasındaki fark ne kadar derin olursa, sözün etkileme gücü de o kadar azalır. Peygamberler ise vehbî olan kaynaktan hep aynı şeyi söylerler ve söylediklerini de örneklerler.
Uzun süredir dünyaya ve toplumumuza dayatılan Batılı dünya görüşünün temeli “Kadın yarım erkektir.” diyen ve insanları “Doğuştan köleler ve yönetici asiller” olarak ikiye ayıran dünyanın en büyük filozofu kabul edilen Aristo’nun eskimiş ve kabul edilemez fikirlerine dayanmaktadır. Bu temellere dayanan Batı Avrupa’nın ve kültürel yakınlığı bulunan diğer coğrafya mensuplarının, ülkemize, ıslam coğrafyasına ve kendi dışındaki tüm dünyaya dayattığı, Hıristiyanlıktan da ilham aldığı halde tamamen din dışı gibi durmaya çalışan ‘Batılı değerler’i, kendisini evrensel kılmaya çalışırken, toplumuzu ayakta tutan en önemli kurum olan aileye yönelmeyi de ihmal etmedi. Tüketimi kutsayan bu dünyanın, ‘demokrasi’den sonraki ikinci ve daha taze tanrısı olan ‘teknokrasi’ emperyalizmi ve sömürüsüyle dünyanın diğer ülkelerinden aşırdıklarından oluşturdukları yeni bir putlarıdır. Bu dünya görüşünün dünyaya dayattığı yeni slogan şöyledir:
“Tükettiğin kadar insansın, özgürsün, çağdaşsın, güçlüsün.”
Bu sözler insanlık için büyük bir tehdittir, bir avuç insanın aşırılıkları için, insanlığın genelinin ezilmesi, aç ve yoksul kalması anlamına gelir.
Bizim ölçülerimize göre ise, her aile komşusu olan aileleri düşünmekle, ilgilenmekle yükümlüdür. Bu anlamda her aile, özel olduğu kadar, toplumsal ve sosyal bir kurumdur aynı zamanda.
“Çok tüketmek uygarlaşmak değildir.”
“Alet ve edevatın değişmesi insanı uygarlaştırmaz.”
Eşek yerine arabaya veya uçağa biniyor olmak durumunda insan değil, eşya değişmiştir. Herkesin bildiği gibi teknolojik gelişmişlikle, yani her türden teknolojik imkândan ve konfordan faydalanmakla, insanın mutluluk ve huzuru arasında doğru bir orantı da bulunmamaktadır.
Dünyaya dayattıkları görüşleriyle ve özellikle Aristo’nun ilkel insanlık tasnifiyle, dünyayı talanlarını haklı gören/göstermeye çalışan Batılı dünya görüşüne İslam şu ölçüleriyle itiraz eder ve onların ölçülerini ayakları altına alır:
“Tüm insanlar Tek Allah’ın kullarıdır.
insanlık tarihi aileyle başlar.
insanların hepsi topraktan yaratılmadır.
Allah hiç kimseye, diğerine üstünlük taslayacağı bir şeyi doğuştan vermemiştir.
Allah, hiçbir renk, ırk, soy, sınıf, cins için pozitif ayrımcılık yapmamıştır.
Allah’ın yasaları ilk insandan beri hep aynıdır, değişmemiştir.
Tevhid, risalet, ahiret, ibadet konularını öğretmek ve ‘adalet’i tesis etmek üzere elçiler ve kitaplar göndermiştir.
Son Elçi, bütün elçileri onaylar/doğrular ve onların getirdiklerinin bozulmuş kısımlarının doğrusunu vahiy ile düzelterek ortaya koymuştur.
Allah katında tek din vardır o da islam’dır.”
Bunun farkına varan Goethe şöyle der:
“Çılgınlıktır herkesin her hususta
şahsi görüşleriyle övünmesi
Eğer İslam, teslim olmaksa Allah’a
Öyleyse hepimiz yaşayıp gitmekteyiz İslam’da.” (Faust)
Herhangi bir şekilde yaşayıp gitmekte olan insan neslini, diğer canlılardan ayıran dört belirgin ve önemli özelliği vardır:
1-) Öleceğini bilmesi
2-) İrade sahibi olması
3-) Yaşamına anlam arama çabası
4-) Bireysel ve toplumsal yalnızlık hissi
Bunlardan ‘yalnızlık hissi’nin en önemli merhemi, toplumsal hayatın temelini oluşturan ‘aile’ kurumudur. Aile kurumu, insanlık ile yaşıt olan tek kurum olması dolayısıyla da önemlidir. Bireyin, ‘Ben’ duygusundan, sorumluluklarının da bulunduğu yeni ve özel bir ‘Biz’ ortamına ve duygusuna geçişi, kurulan her yeni aile ile mümkün olur.
‘Ben’de biraz bencillik, ‘Biz’de biraz diğergamlık vardır. Bu sebeple, varlığının idrakine varan her ‘Ben’, ‘Biz’ içerisinde olgunluğa, doyuma, mutluluğa kolaylıkla ulaşabilir. Bu süreç dengeli olduğu sürece aileyi oluşturan hiçbir ‘Ben’, ‘Biz’ içerisinde yok olmakla yüz yüze gelmez, tersine kendi varlığının kemal basamaklarında her anlamda ilerlemeye devam eder, dengeli aile kurumu buna yardımcı olur.
Aile kurumunun önemi izah gerektirmez. Her toplumun bugününü ve yarınını belirleyen kurum olduğu gerçeği göz önüne getirildiğinde, elbette bu kurumun sağlamlığı için gereken her şeyin yapılması gerektiği ortadadır. Her şey için eğitimi gerekli gören insanlar, bu kurum için gereken doğru eğitimin verilmemesi sonucu ciddi sıkıntılar yaşamakta, çoğu zaman bir karış suda boğulmakta, bazen bir kaşık suda fırtınalar koparmaktadırlar.
Bunlardan aile ve eşler için çıkmaz sokak gibi görünen yirmi tanesi şunlardır:
1-) Geçmişte kalmak/yaşamak:Evli insanların bazıları, bazen evlilik öncesi yaşadıklarında veya evliliğin ilk dönemlerinde kalabilmektedirler. Geçmiş iyi olduğu takdirde sürekli özleyerek hatırlamak, sığınmak ve yâd etmek şeklinde; eğer geçmiş kötü ise, zulmü görülen veya kendisi sebebiyle sorunlar yaşanan insan veya insanlar varsa hiç unutmayarak, zihninde hiç gündemden düşürmeyerek; ‘geçmişte kaldı’ diyerek yeni günleri ve yılları iyi-kötü tecrübelerin olumlu katkısı doğrultusunda şekillendirmeye çalışmayarak; dahası kendisine karşı hata yaptığını düşündüğü/sandığı insanlar sözlü veya fiili bir özür dilemede bulunmuş olsalar bile affetmeyerek, en azından geri planda bırakmaya yönelmeyerek, tüm geçmişi bugüne getirir ve bugünde geçmişi canlı tutabilirler. Bu tavır, ister özlem, ister nefret, ister korku olsun, uzun vadede asla sağlıklı değildir.
Mesela: Evliliklerin bir kısmında evliliğin hemen öncesinde veya evliliğin ilk yıllarında, ‘tecrübesizlik, yanlış telkinler, yanlış gelenek, bilgisizlik, evliliği anlamlandıramama’ gibi sebeplerle yanlışlar yapılabilmektedir. Ancak dikkat edildiğinde pek çok karı-kocanın bu dönemde ‘doğrudur’ diye yaptıklarını, ilerleyen dönemde ‘yanlıştır’ diye terk ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla terk olunan yanlışları iyileşmiş yaralar gibi düşünmekte fayda var, deşeleyip durmaya gerek yoktur.
- Önceki
- Sonraki >>