Ayten DURMUŞ, hertaraf.com-15.10.2019
İletişim; düşünülebilecek her türlü yol ve yöntemle kişiler arasında duygu, düşünce, bilgi, haber aktarımı ve alışverişidir. ‘Gönderici, ileti, bağlam, kanal, alıcı, geri bildirim’ kavramları çerçevesinde ele alınarak açıklanır. İnsanlar bu çerçevede ilişki içerisinde bulunurlar.
İnsan hayatı ancak başka insanlarla birlikte düzgün ve dengeli sürdürülebilir. Bu açıdan insan toplumsal bir varlıktır. Her insanın ilişkilerini “a. Kendi kendisiyle, b. Başka insanlarla, c. İnsan dışındaki varlıklarla, d. Yaratıcısıyla veya inandığı varlıkla(rla)” olmak üzere dört ana açıdan ele alarak ayrıntılandırmak mümkündür. Bu ayrıntıların her birini bir yapbozun parçaları gibi düşünerek bir tanesindeki bozukluğun veya yanlışlığın bütünü etkileyeceği gerçeğine ulaşabiliriz. Buradan hareketle insanın iyi-kötü tüm ilişkileri için şu sonuca ulaşabiliriz:
‘İlişkilerin toplamı hayattır.’
İlişkilerin toplamından oluşan hayat da bir beden gibidir ve bu bedenin bakımı-temizliği de bir zorunluluktur. Bazen ilişkilerin de saçını, sakalını, tırnaklarını kesmek ve tüm bedenini yıkamak gerekir. Eğer bu bedende bir hastalık ortaya çıkmışsa hastalığın gerektirdiği tedavinin ‘perhiz ve beslenme’yle birlikte yapılması da bir zorunluluktur. Dahası bedende artık acı veren nasırlı ve yaralı bölgeler varsa tedavisi de ihmal edilmemelidir. Kuvvetli bir beden, aldığı veya aşılama yoluyla kendisine verilen her mikrobu, bağışıklığını güçlendirmek için kullanır. İlişkilerde böyledir. Gereksiz ilişkileri keserek ‘ilişkilere boy abdesti aldırmak’; zararlı ilişkileri kopararak ‘ilişkilere perhiz yaptırmak’ hayatın iyileştirilmesi, daha güzel ve anlamlı yaşanabilmesi için ilk merhaledir.
‘Koparılması gereken ilişkiler hangileridir?’ sorusu, en az ‘İyi ilişkiler nasıl kurulur?’ sorusu kadar önemlidir. Bilinmektedir ki bir tespit veya onayın anlamlı olabilmesi için neye ‘Hayır’ denileceğinin de tespiti gereklidir. Bu bilinç ‘hayatı yönetme’nin ilk merhalesidir. Önce hayatın zemini, gereksiz ve zararlı her ilişkiden arındırılmalıdır, tıpkı ev yapmadan önce zeminin temizlenip temel atmak için hazır hale getirilmesi gibi. Bu yapılmazsa insanlar, ömürlerini tüketir fakat hayatlarını yaşamazlar.
KESİLMESİ VEYA AZALTILMASI GEREKLİ İLİŞKİLER:
Marazlı İlişkiler: Marazdan kasıt, kalbin hastalıklarıdır. Bazı kişilerin kalbi, Çıfıt çarşısı gibidir. Herkese kızgındırlar, herkesi kıskanır, herkesi eleştirir, herkesi küçümser ve her şeyi bilirler (!) fakat sınırlarını bilmezler. Bunlar, kimsenin iyi halinden hoşnutluk duymazlar. Hayran olarak modelledikleri kişilerle dahi şartlar uygun olduğunda, yardımlaşma yerine yarışmaya başlar ve bu yarışın birincisi olmak için hastalıklı kalplerinin uygun bulduğu her şeyi yapabilirler. Bunlar, herhangi birisine gösterilen sevgiyi kıskanır ve o sevgiyi kendileri için isterlerse kendilerince yöntemlerle kıskandıkları kişiyle sevenleri arasına girerler. Bunlar çoğu kere yetiştikleri ailelerden, sosyal çevreden ve eşlerinden yeterli sevgi görmeyen kişilerdir. Sevgiye şiddetli muhtaçlıkları, sevginin hâkim olduğu ortamları ifsat etmeye yeter. Hasret duyduklarını elde etmek için uygun gördükleri ‘yalan, düzen, tuzak, iftira vs.’ her yolu deneyebilirler. Mesela: anne-baba ve çocukları arasına ‘Ne gördün onlardan sanki, senin için ne yaptılar?’ diyerek; karı-koca arasına ‘Onun için mi yaratıldın?’ diyerek; gelin-kaynana arasına ‘Elin kızı, kızın mı sanki?’ veya ‘Elin kadını, annen mi sanki?’ diyerek; iki arkadaş arasına ‘Sen hep onun gölgesinde kalıyorsun.’ diyerek; sevilen birisiyle sevenleri arasında ‘O, kendini çok şey sanıyor. Biraz kibirli gibi mi acaba? Biraz üsttenci mi ne dersin? Çok şey yaaa! Tam anlatamıyorum, ımmm…’ diyerek girerler. Ezikliğin, kıskançlığın, duygusal yoksunluğun tezahürü olan cümleler... Marazlı kişilerle ilişkilerini sürdürenler de hiç farkında olmadan benzer duygularla dolarlar.
Hasta-Psikiyatr/ Çöplük İlişkisi: Bazı kişiler iletişimde bulundukları kişileri zihinlerinin çöplüğü gibi kullanırlar. Ne zaman bir araya gelseler sorunlarını, bunalımlarını, acılarını anlatmaya başlarlar. Muhataplarının da bir sorunu olup olmadığını sorma, eğer varsa onları dinleme gereği duymazlar. Kendi dünyalarında sorunları o kadar büyümüştür ki ‘Ama benimki daha…’, ‘Sen bir de benim derdimi gör.’ edasıyla aynı şeyleri aynı kişilere veya başkalarına anlatır dururlar. Bunların amacı sorunlarını anlatarak istişare etmek ve sorunlarına çözüm aramak değil, sadece anlatmak ve çevrelerindeki kişileri çöplük gibi kullanmaktır. Çünkü yüzlerce durum vardır ki üzerinde konuşulması ve anlatılması hiçbir şeyi değiştirmez.
Sargıcı İlişkisi: Bazı kişilerin ilişkileri, var olduğunu düşündükleri duygusal yaralarına ve gönül kırıklarına sargıcı arama eyleminden ibarettir. Sürekli olarak şefkate, merhamete, sevgiye, yardıma, desteğe ihtiyaçları olduğunu ihsas ettirirler. Bunların çoğu hakikatte sandıkları gibi değildir. Hissettikleri maddi ve manevi yoksunluklar çoğu zaman kendileri tarafından bazen de yakınları tarafından var edilmiş ve onları manen hasta etmiştir. Bunların, var sandıkları yaralarını sarmaktan yorulmayacak bir sargıcı aramaları, bulduklarında bu kişilere şiddetle bağlanmaları bu yüzdendir.
Gölek İlişkisi/ Anlamsız İlişkiler: Kendisiyle, toplumuyla, ülkesiyle, insanlıkla ilgili hiçbir görüş ve düşüncesi olmayan bazı kişiler vardır. Bunların zihin dünyası, uygun yerlerde yağmur sonrası oluşan bir metrekarelik su birikintilerinde oynayan çocuklarınki kadardır. Gündemleri dar bir çerçeve içerisinde tekdüze ve sığdır. Tabii ki pek çok kişinin bu şekilde düşünme ve Böyle mutlu olma hakkı vardır. Ancak bu göleklerde oyalanan kişilerin engin denizlerde kulaç atma niyeti varsa durumu ve bu şekildeki ilişkilerini gözden geçirmelidir. Çünkü böyle ilişkiler insanda ruhsal, duygusal, fikrî hiçbir tarafa dokunmaz, hiçbir olumlu etki ve katkıya sebep olmaz. Bu beraberlik, insana patinaj yapan araba halini yaşatır. Hâlbuki hayat sınırlı bir zaman dilimi olduğğu için anlamsız ilişkilerle geçirilemeyecek kadar değerlidir. ‘İki günü eşit olan ziyandadır.’ ölçüsü gereği, bir ilişkinin hiçbir amacı yoksa gerekip gerekmediği üzerinde düşünülmelidir.
Mıymız ve Mızmız/ Yoran İlişkiler: Bazı kişilerle beraberlik, kişide ruhsal bir yorgunluk oluşturur. Böyle kişilerle beraberlikten sonra insan enerjisinin soğurulduğunu hisseder, kendisinde hiçbir şey için güç bulamaz. Bu tür beraberliklerin birkaç saati bile, kişiye kendisini günlerce ağır işler yapmış gibi bitik hissettirir. Düşündüğünde bunun sebebini de pek bulamaz çünkü beden değil ruh yorulmuştur.
Kibarlık, incelik, saygı, soylu davranışlar insanların gönüllerini fetheder. Böyle kişilerle ilişkiler, insana iftar vakti içilen su gibi gelir. Fakat bu nitelikler çoğu kere ‘mıymıy ve mızmız’ olmakla karıştırılır. Hâlbuki bunların ilki gönle gelen sabah esintisi gibiyken ikincisi yorar ve usandırır. Böyle ilişkiler de yeniden değerlendirilmelidir.
Çifteli, Boynuzlu, Tekmeli İlişkiler: Büyükbaş hayvanların huysuzları vardır; bu hayvanlar önünden yaklaşana boynuz, arkadan yaklaşana çifte, sağdan veya soldan yaklaşana tekme atar. İnsanlardan da tüm ilişkileri böyle olan kişiler vardır. Hiç kimse onların boynuz, çifte ve tekme darbesinden kurtulamaz. Tüm ilişkilerini saldırı üzerine kurarlar. Eğer birine saldırmıyorlarsa en fazla geçmişte yaptıkları benzer durumları anlatmaları sebebiyledir.
Arka Teker İlişkisi: Motorlu taşıtların motorları genellikle öndedir. Motora bağlı ön tekerler hareket gücünü buradan alır. Arka tekerlerin bağlı olduğu bir motor gücü yoktur, ön tekere göre hareket eder, yön değiştirir. Aile içi ve sosyal ilişkilerin pek çoğu böyledir. Başlangıçta bir rahatlık gibi görülen bu durum esasında diğer kişilerin iradesini yok saymak ve yok etmek olduğundan bir süre sonra sorunlara sebep olur. İradesini kullanabilen kişi özgürdür ve kararlarının anlamı vardır. İradesini kullanamayan kişi, onu insan kılan en önemli niteliğini kullanamamış olur. Eşlik ve arkadaşlık ilişkileri, eşitlerin ilişkisi olduğunda gerçek değere ve anlama ulaşır. Kişi kendisini, yakınındakilerinin iradelerini yok ettiği birer arka teker konumuna getirmekten uzak tutmalıdır. Bu davranışa maruz kalan kişiyse iradesini kullanma hakkının olduğunu unutmamalıdır.
Emperyalist/ Batı Tipi/ Hırsız İlişkiler: Emperyalizm, bir ülkenin, güç kullanarak veya kullanmadan, başka devlet halkları üzerinde denetim kurması, onları yozlaştırarak, ekonomilerini çökerterek, savunmasını yok ederek kendisinin ekonomik, kültürel ve siyasi gücünü kabul ettirmesidir. Böylece manen yok edilen bir ülkenin, tüm yer altı-yer üstü kaynaklarının ve işgücünün emperyalist devlet tarafından, kendi milleti için kullanılmasıdır. Yani emperyalizm, sömürme, çalma, zorla alma ilişkisidir. İnsanlar arasındaki ilişkilerin bazıları da böyledir. Bir tarafın sömürülmesi, emeğinin ve alın terinin yok sayılması veya çalınması, bir tarafın sahip olduğu her şeyin zorla alınmasıdır. Çalınan veya zorla alınan şey, zaman, imkân, para, mal, makam dâhil olmak üzere her şey olabilir. Bazı yakın ilişkilerde para ve mal da hep güçlü olanın elinde temerküz etmekte, diğerleri hep ona muhtaç olmaya mahkûm edilmektedir.
Çalınan şeylerin en az fark edileniyse zamandır ki esasında çalınan hayattır. Bazı kişilerin tv başta olmak üzere medyayla ilişkisi, medyanın o kişinin tüm zamanını çalması üzerine kurulu bir emperyalist hırsız ilişkisidir. Filmler, müzikler, haberler, açıkoturumlar vs. Medyanın ömrü çalan hırsızlığına göz yummamak için kontrolüne girmemek ve bu ilişkiyi sınırlı tutmak gereklidir.
Yahudi Tipi İlişki: Yahudiler, bulundukları ülkelerin halklarıyla karışmamaya özen gösterirler. Tüm hayatları, ırkçı bir saplantının kollarında şekillenir. Bulundukları topluma karşı hiçbir sorumluluğu kabul etmez ancak o toplumdan alabilecekleri ne varsa almaya çalışır ve o topluma hiçbir şey vermezler. Güçsüzken, herkesin yardımını isteyen bir mazlum rolünü oynar; gücü eline geçirdiklerindeyse dünyada eşi görülmemiş bir canavara dönüşürler. Başkalarına ait olanı almakta ve çalmakta hiçbir sakınca görmezler. İnsanların hayatında da bazı ilişkiler tam da böyledir; hep isteyen ve alan fakat hiç kimseye bir şey vermeyen, hiç kimse için bir şey yapmayan. Kişi, başkalarıyla ilişkisini bu hale getirmemeye dikkat etmeli çünkü bu, insanî bir ilişki değildir; kendisi buna maruz kalıyorsa bu ilişkiyi gözden geçirmelidir.
Çocuk ve Anne-Baba İlişkisi: Bu ilişki türünde insanlar bazen hep çocuk yerine bazen de hep anne-baba yerine konulur. Bazı evlilikler, arkadaşlıklar, yakınlıklar bu şekildedir. İster kişi gönüllü olarak bu konumda olsun isterse onu bu konumda olmaya mecbur etsinler, her iki durum da insanın gelişimi için uygun değildir. Bu şekildeki ilişkiler yıpratıcı ve yorucudur. Çocuk ve anne-baba ilişkisi ancak gerçekten bu konumdakileriyle anlamlı olur. Hatta kişinin kendi çocuklarıyla dahi ilişkisi 12 yaşından sonra nitelik değiştirmelidir. Kişi kendisini hep çocuk gibi sorumsuz ya da hep anne-baba gibi eğitip-yetiştiren konumundan çıkarmalıdır; yaşının, konumunun ve hayatının kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları gönüllüce omuzlanmalıdır. Kendisi, çocuk ya da anne-baba rollerinden birine zorlanan kişi de gerçek konumu neyse ona uygun olarak ilişkilerini düzenlemelidir.
Ceviz İlişkisi: Ceviz, insan için en faydalı yiyeceklerden birisidir. Her yerde yetişmez, sulak arazi ister. Yetiştiği anda köklerini saldığı yerde toprağın tüm gücünü çektiği için başka bir ürün yetiştirilemez. Dalları yüksektir, meyvesi uçlara kadar yetişir. Meyvesini çırparken sık sık dallarından düşerek kolun, bacağın, belin kırılmasına sebep olur. Ceviz yetiştirenler, cevizin gölgesinde uyumanın baş ağrısına sebep olduğunu da söylerler. Bazı insanlar da ceviz gibi değerlidir. Fakat onlarla ilişki meyvesini toplayıp uzaklaşacak şekilde olmalıdır. Kişi eğer ceviz konumunda olan kişilerin yanında kalırsa onların gölgesi güneşi engelleyeceğinden asla yetişemez; cevizin meyvesinden faydalanacağım derken bir tarafını kırma riski de her zaman vardır. Çok önemli ve değerli kişilerin çocuklarının, torunlarının gölgede kalmaları, güneşte yanmak yerine (kendilerinin veya onlar için anne-babalarının) bu gölgenin rehavetini tercih etmeleri sebebiyledir. Çünkü böyle kişiler gölgelerindekilerine kendileri kadar olma, kendilerinden daha iyi olma hakkını -belki de farkında olmadan- tanımazlar. İlimde, edebiyatta, siyasette ‘Tek adam’ eleştirileri böyle kişilere yapılmaktadır.
Sarmaşık İlişkisi: Sarmaşıkların yatay ve dikey olanları vardır. İnsan hayatının da yatay ve dikey boyutları vardır. Yatay boyutu her insanın içine doğduğu gündelik hayatın tüm unsurlarıdır. Dikey boyutsa ruhun durumunu etkileyen ilim, edebiyat, sanat başta olmak üzere pek çok şeyi içine alır. Bazı kişiler, sarmaşık gibi insanların hayatına bir kenardan girer ve yavaş yavaş onun tüm hayatını kaplamaya başlarlar. Bu kaplama hayatın ister yatay ister dikey boyutunda olsun, kişinin kendisine yabancılaşmasına, bir başkası olmasına sebep olur. Bu ilişkiler, tıpkı sarıldığı varlığı hiç göstermeyen bir sarmaşık gibi kişiyi sarılanın basit bir kopyası haline getirir. Buna maruz kalan kişi kendi özgün kişiliğini oluşturmak için çabalarken hayatına sessizce giren ve farkına varmadan tüm dünyasını kuşatan ilişkilerden kendisini kurtarmalıdır. Çünkü sarmaşık sarıldığı şeye varlık hakkı tanımaz, sarılarak öldürür.
Bozuk Eşya, Eski ve Dar Giyecek İlişkisi: Evlerde bozulmuş bazı eşyalar vardır; ‘Dursun, yaptırıp kullanırız.’ denilir. Eski giyecekler vardır; ‘Belki lazım olur.’ denilir. Dar giyecekler vardır; ‘Kilo vereceğim, giyerim.’ denilir. Fakat çoğu kere bu söylenenlerin hiçbir olmaz; tüm bunlar dolaplarda ve evlerde yer tutmaktan başka işe yaramaz. İlişkilerin bazıları da böyledir; bozulmuştur, eskimiştir ve bazı ilişkiler de artık dar gelmektedir. Tüm bu ilişkiler kenarda tutularak yeni ilişkiler kurulamaz çünkü yeni ilişkiler için de zaman ve mekân gereklidir. Bu sebeple yeni ve daha anlamlı ilişkiler kurmak isteyen kişiler, eski ilişkilerden bozulanları, eskiyenleri ve dar gelenleri gözden geçirmelidirler.
Sonbahar İlişkisi: Her sonbahar, yeni bir ilkbahar için zorunludur. Bazı ilişkiler bazı zamanlarda, bazı mekânlarda anlamlıdır. Meselâ; eğitim-öğretim yıllarındaki, askerlikteki, hac ve umredeki arkadaşlıklar ve belirli bir süre ikamet edilen yerdeki komşuluklar sonbaharı olabilen ilişkilerdir. Bunların yapraklarının sarardığı görüldüğünde kimse geçmişe asılarak o yıllarda kalmaya kendini zorlamamalıdır. Çünkü her yeni zaman, mekân ve şartlar, yeni ilişkileri gerektirir. Bu yeni ilişkiler için -ölümden öte geçecek dostluklar hariç- geçmişteki bazı ilişkilerin de kendi zamanında, mekânında bırakılması gereklidir.
Altıparmak İlişkisi: Altıncı parmak bazı insanların ellerinde, yaratılıştan genellikle küçük parmağın dibinden dışarı doğru çıkmış, parmak görünümlü hiçbir işleve sahip olmayan bir fazlalıktır. Görüntü dışında varlığı, el kullanılmadığı sürece acı vermez. Ancak kişi eliyle herhangi bir iş yapacağında kenardaki altıncı parmak bir engel olarak varlığını hissettirir. El, gireceği yere rahatlıkla giremez, uzandığı pek yerde bu kenarda duran çıkıntının takılması sebebiyle kişi acı hisseder. Bu parmağın varlığı el kullanıldığı anda sorunlara sebep olduğu gibi eğer kestirilirse kestirmek de acı verir ancak kesildikten sonra hiçbir eksikliğe sebep olmaz. İnsanın bazı ilişkileri de hayatındaki bir fazlalık olarak kendisine sadece acı veriyorsa onun bu ilişkisi de altıncı parmak haline gelmiş demektir.
Ben İlişkisi: Ben, insan bedenindeki siyah nokta ya da ‘et ben’ denilen siyah veya beyaz küçük çıkıntılardır. Bunlar insanın kendi bedenine aittir ve bazen insan bedeni üzerinde ağaçlardaki ‘asalaklar’ gibi büyür ve ilk bakışta fark edilebilir hale gelir. Görüntüde benlerin hepsi aynı imiş gibi olduğu halde yıllar içerisinde bazılarının yapısı değişir. Bazıları ‘iyi huylu’ hücre üremeleri, bazıları da ‘kötü huylu’ olarak tespit edilir. Kötü huylu olanlar, uzmanları tarafından en erken vakitte kökleriyle birlikte bedenden uzaklaştırılır. Bazen de bu işlem çok geç kalmış olabilir. İnsanın yakın bazı ilişkileri eğer ‘kötü huylu bir tümör’ haline gelmişse gereken yapılmalıdır.
‘Ben kemale erdim.’ Sananlarla İlişkiler: Bazı kişiler kendilerinin olunabilecek en iyi durumda olduklarını, gelinebilecek en iyi duruma geldiklerini, bilinebilecek her şeyi bildiklerini düşünürler. Böyle kişilerin tavır, davranış ve konuşmalarından bu durum anlaşılır. Adeta ‘son söz’ü söylediklerini düşünürler. Kendilerine göre bir rahatlık içerisindedirler. Çünkü bu kişiler yolun neresinde olduklarını tam bilemediklerinden, ilimce ve fikirce hep gerilerinde duranlara bakarak kendileri hakkında karara varırlar. Gözleri ‘Acaba benim konumuma yaklaşan var mı?’ diye hep geride olduğundan, gittikleri yolda kendilerine göre ışık yıllarıyla önden gidenleri göremezler. Bunlar, kendi öğrendikleri şeylerin insanın öğrenmesi gereken en önemli şeyler olduğuna inanır ve bunları bilmeyenleri bilgisizlikle suçlayarak kolaylıkla aşağılayabilirler. Böyle kişiler, insanın en üst seviyesinin bile denizde damla olduğunun, dünya hayatında kimseye her anlamda kemale erecek zaman verilmediğinin ve insanın bu dünyaya öğrenci gelip öğrenci gittiğinin farkında değillerdir. Böyle kişilerle ilişkisi olanlar bu ilişkiyi azaltmanın ve kendilerini maruz kaldıkları kibrin zehrinden korumanın yollarını bulmalıdırlar.
Yalancılarla İlişki: İster pembe ister beyaz ister doğrudan ister dolaylı olsun yalan insanı kirletir. Dürüst bir insan, dürüstlüğü sebebiyle görünüşte kaybetse de gerçekte kazanmıştır; yalancı, yalanları sebebiyle görünüşte kazansa da gerçekte kaybetmiştir. Kaybettiği en önemli şeyse erdemlerin doruğu olan dürüstlük ve ona duyulan güvendir. Dürüst bir kişinin, yalancı karşısında ‘sözlü iletişimde’ başarı ihtimali sıfırdır. Çünkü iki kişi var; biri her yalanı söyleyebiliyor diğeri gerçekten başka bir şey söyleyemiyor. Böyle ilişkilerde, dürüst kişiler yıpranır. Bu sebeple yalanı fıtrat/alışkanlık haline getiren kişilerle ilişkilerin çok azaltılması ve bunların söz ve tavırlarına karşı teyakkuzda olunması faydalıdır.
‘İlişkilerin toplamı hayattır.’ demiştik. Bazı ilişkiler, özel görevler için yetiştirilenlere verilen, çok zor ve ağır bir eğitim süreci olabilir. Fakat bu şekildeki eğitimler asla tüm hayatı kapsamaz, kapsamamalıdır. Böyle eğitimlerden geçmiş olanlar, yaşanmış geçmişe kızmayı bırakıp ilişkilerini yani hayatlarını, iradeli bir şekilde yönetmeye çalışmalıdırlar. Yaşanan süreç zor olsa da kişi, bağışıklığını güçlendirenleri affederek geçmişte bırakıp yoluna devam etmelidir.
…
Not: Buradaki ilişki adlandırmalarının tümü şahsıma aittir.