Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.07.2024
İyilik ve kötülük, insan davranışlarını tanımlayan en genel iki zıt kavramdır. İyiliğin ne olduğu anlaşıldığında, kötülüğün de ne olduğu anlaşılır. İyi olmak ‘kötülük etmemek ve iyilik etmek’ şeklinde iki açıdan ele alınmalıdır.
İyi Olmanın Birinci Basamağı: Kötülük Etmemek
a. Varlığa Kötülük Etmemek: İnsan, kullanımına verilen havaya, suya, taşa, toprağa, hayvana, bitkiye zarar vermemeli, bunları kötü kullanmamalı; her varlığın yaratılış amacına saygı göstermeli ve bunları, gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmadan kullanmalıdır.
b. Kendine Kötülük Etmemek: Kişinin kendisine kötülük etmemesinin basamakları vardır:
1. Bedenine kötülük etmemek: İnsan, bedenini yanlış kullanarak, yanlış ve düzensiz beslenerek, sağlığını korumayarak, bedenini tehlikeli işlere atarak kendisine kötülük etmemelidir. 2. Ruhuna kötülük etmemek: Kişi inançsız ve ilkesiz yaşayarak, yanlış inançlara sahip olarak, soyut-somut puta veya kendisine taparak kendisine kötülük etmemelidir. 3. Duygularına kötülük etmemek: Kişi, duygularını doğru kişi, yer, durumlarda yeterli kullanmayarak ya da aşırı kullanarak kendisine kötülük etmemelidir. Duygulardaki aşırılık, ruhta ve bedende hastalığa dönüşebildiğinden kişi çok üzülmek, sürekli üzgün ve gergin yaşamak yoluyla kendini hasta etmemelidir. 4. Belleğine kötülük etmemek: Kişi, belleğini yanlış ve gereksiz ne varsa onlarla doldurarak, gerekli olanlara yer vermeyerek belleği yoluyla kendisine kötülük etmemelidir.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 22.06.2024
Tanıdık gençlerden biri defalarca sınava girmişti, yazılı sınavdan yeter not alıp mülakatta sürekli eleniyordu. Yine böyle bir sınavda, kendinden önce mülakata giren tanıdık bir kızla karşılaşmış. Kız, mülakata girdikten bir iki dakika sonra çıkınca ona sormuş:
- Sana ne sordular sınavda?
- Adımı sordular sonra Avni Bey’in yeğeni misin dediler, sonra bir kitap okuyor musun şu sıralar dediler. Sonra da tamam çıkabilirsin, dediler, demiş.
Bu olayı anlatan söz ettiğim genç ise mülakata girince önce Divan Edebiyatımızdan bir dörtlük okumuş, bu dörtlük kimin, demişler. Sonra birkaç kitap adı söylemiş, bunlar kimin demişler. Daha sonra Türkiye’ye geçen yıl ne kadar turist geldi, demişler. Kendilerine sorulsa cevap anahtarını görmeden, muhtemelen bir tekini bile cevaplayamayacakları türden daha benzer sorular…
Bunları bana anlattıktan sonra dörtlükten aklında kalan sözcükleri söyledi, kitapların bir ikisinin adını söyledi, sordu bunlar kimin diye. Bu soruları ancak bir fakültede çok iyi bir edebiyat öğretimine ek olarak bu tür şiirleri ve eserleri okuyan az sayıdaki kişi bilebilirdi.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 10.06.2024
Bir kütüphane gezisi: Değerli okuyucum! Bu başlıkla başlayan bir yazıyı, buraya kadar okuduğunuza göre demek ki ‘kitap, okul ve devşirme’ konusu, sizi az ya da çok ilgilendiriyor. Bu ilginiz nedeniyle şimdi sizinle bir lise kütüphanesinde geziye başlayalım: Kütüphanenin kapısından giriyoruz, güzel ve temiz bir okul kütüphanesi. Duvarlarda ve ortada öğrenci boyunu geçmeyen farklı biçimlerde kitaplıklar, aralarda renkli tabureler, farklı boyutlarda sehpalar var. Ancak girildiği anda kitaplardan çok duvar, görenin dikkatini çekiyor. Kitaplıkların üst yanına duvarın uygun yerlerine boydan boya bazı yazarların kitaplarını, öğrencilere tanıtmaya yönelik renkli, güzel tablolar asılmış. Şimdi sizinle girdiğimiz kütüphanenin sağ tarafından bu görsellere bakarak ilerleyelim: Polyanna / Eleanor H. Porter, Deniz Altında 20 Bin Fersah / Jules Verne; Heidi / Johanna Spyri, Don Kişot / Cervantes, Oliver Twist / Charles Dickens, Aya Yolculuk / Jules Verne, Sefiller / Victor Hugo, Mutlu Prens / Oscar Wilde… Söz ettiğim tabloların sonunda da edebiyatımıza ait iki tablo var: İlki, Keloğlan masallarının görseli olan başı kel bir çocuk ki şu anda genç nesil için ‘Keloğlan’ rol model olacak iyi bir figür değildir. İkincisi ise Ömer Seyfettin’in Kaşağı öyküsünün görseli. Bu öykü, küçük bir çocuğun değerli bir kaşağıyı kırıp suçu kardeşine atması, babasının suçsuz küçük çocuğu tokatlaması, daha sonra da bu çocuğun bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp ölmesi karşısında, kaşağıyı kıran ağabeyinin derin acısını ve suçluluk travmasını anlatır. Okuyanın içini burkan bir öyküdür.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 12.05.2024
Günü gelince ben de gideceğim dünyadan
‘Yavrum!’ diye seslenen bir sesim olmayacak
Sızlayacak burnunun direği bayramlarda
‘Annem!’ diye gittiğin bir kapın kalmayacak.
Nazar olmuştur diye nas-felak okuduğum
Anı düşlerken elin, elimi arayacak
‘Rabbim koru, esirge! Âmin!’ diye yüzüne
Üflerken yanakların nefesimi duyacak.
Bilmem ki ulaştı mı bitmeyen dualarım
Merhametli gönlünün ağrıyan yanlarına
Gülümserken dudağın gözlerin ıslanacak
‘Kahve severdi annem’ derken yakınlarına.
Düşlerden ayılırken gerçeğin kucağında
Belki de yokluğumda yokluğumu duyacak
Beni üzdüğün anlar aklına geldiğinde
Pişmanlık acısıyla yüreğin sızlayacak.
Çocukların olacak kucağında, yanında
Bazen bana benzetip benden söz edeceksin
Unutuş ülkesine kanat açan anılar
Yola düşüp giderken yanında gideceksin.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.05.2024
Demir Ağa, kapısında doğup büyüyen köpeğine tıpkı tüm hayvanları gibi en iyi şekilde bakıyordu. Onun hiçbir hayvanı, yiyecek için başka kapılara gitmiyordu. Demir Ağa, en iyi şekilde baktığı hayvanlarından daha sonra kimini kesip yiyor, kimine biniyor, kimini satıp para kazanıyor, her bir hayvanın türüne göre onlardan yararlanıyordu. Ancak son zamanlarda Demir Ağa’yı şaşırtan bir durum vardı. Kapısında yal yiyen köpeği, eve yaklaşan yabancıları havlayarak ev sahibine haber vermek, onları eve yaklaştırmamak yerine, kendisine ve ev halkına havlıyordu. Uzun süre araştırdı Demir Ağa, sonunda gerçeği öğrendi. Bu köpek, uzun süre önce kapısına gelen yabancı bir köpeğin soyundanmış. Evinde büyütüp kapasına bağladığı bu köpek, yabancılığını hiç unutmadığı için zaman zaman kendisine ve diğer ev halkına da havlamaktaymış. Demir Ağa, bunu anladığında ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Hala da geçmişte yaptığı bu hatayı nasıl gidereceğini düşünüp duruyor. Sizce ne yapmalı?
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 17.04.2024
Dünya üzerindeki her olay, olgu ve durum, birtakım nedenler sonucu ortaya çıkar. Bunların değiştirilemez ve müdahale edilemez olanına ‘ilahî kader’, değiştirilebilir olanına ‘insanî kader’ demek mümkündür. İlahî kaderin içine evrenin yasaları, kişinin fiziksel varlığı, kendilerinden doğduğu aile, yaratıldığı yer, zaman, ülke, mensup olduğu millet gibi durumlar girer. Bunların hiçbirinde kişinin az ya da çok etkisi, yetkisi, seçimi yoktur. İnsanî kader ise bunların dışında kalan ve kişinin en az ‘2’ seçeneğinin bulunduğu; kullansın, kullanmasın, kullanamasın ‘seçim’ hakkının olduğu durumlardır.
Kişinin seçim hakkını kullanıp kullanmaması, bu durumun sonuçlarına katlanıp katlanamaması bu yazının konusu değildir. Bu önemli konu, ayrı bir başlık altında ele alınarak üzerinde durmayı gerektirmektedir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz konu ise insanın ‘beşerî kader’ alanına giren konularda istemediği durumlar ortaya çıktığında kimi sorumlu tuttuğu veya kimi suçladığıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 06.04.2024
Sen bir bahar gözlerken bin umudun kolunda
Uzadıkça uzayan kışların ne suçu var?
Kader adlı masalın arpa boyu yolunda
Gerçeğe dönmüyorsa düşlerin ne suçu var?
Ömür kar topağının dağ başından kopuşu
Sertti gönül teline mızrabını vuruşu
Bin cadının ipiyle uçan talihin kuşu
Başına konmuyorsa kuşların ne suçu var?
Soluk alsan vermekten korkardın bir zamanlar
Geri dönüş yok burda vah-tüh diyen pişmanlar
Sevinmesinler diye gizli-açık düşmanlar
Yüreğine dökülen yaşların ne suçu var?
Süslü giyeceklerle doldurulan makamlar
Kuklacının ipinde sallanır bu adamlar
Suyun başını tutmuş beyin yiyen yamyamlar
Yoksa beyin sahibi başların ne suçu var?
İliğini sömüren asalaklara dolup
Bir mevsimlik değilsin gitme gül gibi solup
Bin ömürlük duana, sevdana talip olup
Gönlünde yer isteyen işlerin ne suçu var?
Sınav denilen süreç çirkin işleri süsler
Bakışını bozmasın düşüncendeki sisler
Bastığın her notadan yanlış çıkarsa sesler
Daha gerisine bak tuşların ne suçu var?
Yerler gökler ayakta ‘âmin’ derken duana
Yaşadığın yanlışta payın var anlasana
Şeytana atılan taş, gelip değmişse sana
Elin sahibine bak, taşların ne suçu var?
Yanlış konup göçmüşse kuşların ne suçu var?