Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 26.01.2024
Düşünen kişinin kendisi ve varlık hakkındaki sorularına verebildiği veya bulabildiği yanıtlar, onun bu dünyadaki yaşam biçimini etkiler. Bu temel sorulardan bir bölümü şöyledir: Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Neden dünyaya geldim? Gelmemek imkânım var mıydı? Doğmadan önce var mıydım? Varsam neredeydim? Ben yaratıldım mı? Kim yarattı? Ben yaratılmışsam bir yaratılış amacım var mı, varsa nedir? Yoksa öylesine mi var oldum? Ölümden sonra hayat var mı? Varsa nasıl, yoksa bu aradaki dönemin ne anlamı var? Bir yaratıcı var mı? Yaratıcı, evreni yaratmadan ne yapıyordu? Her durumda öleceksem hatta yaşlanarak ve kötü durumlara düşebilme ihtimaliyle yaşayacak ve öleceksem yaşam, yaşamaya değer mi?
Düşünürler, bilim insanları ve dinler, insanın bu temel sorularına açıklamalar getirmeye çalışırlar. Ancak insanların bu açıklamaları öğrenme ve bunlarla tatmin olma oranı birbirinden farklıdır. Çünkü her açıklamanın insanı ele alma ve tanımlama biçimi birbirinden başkadır. Bu tanımlarda: ‘İnsan … canlıdır.’ tanım cümlesinin ara kısmına ‘konuşan, yürüyen, dik durabilen, düşünen…’ gibi her tanım sahibinin insanı değerlendirme ve konumlandırma düzeyini ortaya koyan yeni sözcüklerle bu tanımın yapıldığı varsayılır. Oysa insan en çok kendini tanıma ve tanımlama konusunda yetersiz kalmıştır. Bu ön kabulle birlikte, insanın gereksinimlerini belirlemek için ‘İnsan, fiziksel, bilişsel, ruhsal yanı bulunan bir canlıdır.’ şeklinde insanı üç açıdan değerlendirmeyi mümkün kılan bir tanım kullanacağız.
İnsanın fiziksel gereksinimleri ve amaçları: İnsan, tüm canlılar gibi yaşamak içgüdüsüne sahip bir varlıktır. Bu nedenle en temel gereksinimi, yaşamak için gerekenlerdir. Bunlar; yemek, içmek, giymek, korunmak, üremek. Bunun için insana; ev, giyecek, yiyecek, içecek, eş gereklidir. Bunlar, insanın hayatta kalabilmek için gerekli gördüğü en temel ihtiyaçlarıdır. Bu gereksinimler insanın hayvanlarla ortaklaştığı yanlarıdır.
İnsanın bilişsel gereksinimleri ve amaçları: İnsan, merak eden ve öğrenmek isteyen bir varlıktır. Öğrendiklerini değerlendirmek için bildikleri üzerinde düşünüp bir sonuca ulaşarak buna göre davranış değişikliğine gidebilir. Bilme ve öğrenme gereksinimi için aklını gerekli şekilde kullanmak, doğru bilgiye ulaşmak, bilgiyi doğru değerlendirip gerçeğe ulaşmak, bilgiyi, yaşamını daha değerli duruma getirmek amacına sahiptir. Bu gereksinimler, varlık ve yaşam üzerinde düşünen kişilerin amaçları haline gelir.
İnsanın ruhsal gereksinimleri ve amaçları: İnsan, kendisinin tanımlamakta zorlandığı, doğuştan sahip olduğu ruhsal niteliklere sahiptir. Bir yaratıcıya inanmak, onun buyruklarına göre yaşayıp hoşnutluğunu kazanmak, ruhsal dinginliğe erişmek, erdemli bir insan olmaya çalışmak, başkalarına iyilik etmek, adalet için çalışmak, güzel eylemler yapmak, ölümden sonra cennete ulaşmak bu amaçlardandır. Bu gereksinimler, bir yaratıcıya gönülden inanan kişilerin amaçları haline gelir.
Bunlar dışında insanların bireysel ve toplumsal amaçları da vardır:
İnsanın bireysel gereksinimleri ve amaçları: İstediği gibi yaşamak, zengin olmak, toplumsal konumunu yükseltmek, kendisini fiziksel-ekonomik-duygusal olarak özgürleştirmek, düşmanlarıyla mücadele etmek, ünlü olmak, güçlü olmak, aile kurup çocuk sahibi olmak, kendi ailesini ve toplumunu korumak, kendisinden sonra geride bir eser bırakmak bunlardandır. Bunlar, insanların kendi yaşamlarına verdikleri anlam sonucu onların amaçları haline gelir.
İnsanın toplumsal gereksinimleri ve amaçları: Toplum içerisinde iyi ve huzurlu şekilde yaşamak, toplumunu yüceltmek ve güçlendirmek, toplumuna değerli katkılar sunmak, kendisinin ölümünden sonra toplumuna anılır işler ve eserler bırakmak gibi toplumuyla ilgili istekleri vardır. Bunlar, içinde yaşadığı topluma karşı kendisinin görev ve sorumlulukları olduğu bilincine sahip kişilerin amaçları haline gelir.
İnsan, kendisini ve başkalarını değerlendirebilmek için bu başlıklar altında özet olarak ortaya konulan durumlardan hangisinin kendisini daha çok tanımladığına bakmalıdır. Çünkü her insanın yaşama nedeni, onun amacı haline gelir.
İnsanın ‘varlık ve yaşam’ için ‘anlam’ arayan sorularına Kur’an’da şu yanıtlar verilir: “Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık.” (Sad 38/27). ‘Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan odur ve o, her şeyi hakkıyla bilmektedir.’ (Bakara 2/29). “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 51/56). "O hanginizin daha güzel iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk 67/2). "İnsanlardan hangisinin daha güzel iş yaptığını sınamak için yeryüzünde olan şeylere bir süs verdik. (Kehf 18/7)
Kur’an’ı okuyanlar, bu açıklamaları öğrenirken şöyle bir ayetle de yüz yüze gelirler: ‘Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.’ (Ahzab 33/72). İnsan bir emanet yüklenmiştir ama nasıl bir emanet yüklendiğinin bilincinde değildir. Bunu bulabilmek için insan, kendisini diğer varlıklardan farklı kılan yanlarını belirlemelidir. İnsanın özgün yanları: Düşünme, anlama, değerlendirme, konuşma, adlandırma, medeniyet oluşturma, seçme özgürlüğü… İnsanın seçme özgürlüğü bağlamında: “Biz insana yolu gösterdik ister şükreder isterse nankörlük yapar.” (İnsan 76/3) denilerek insana kendisi tanıtılmış, yaptığı her eylemde seçimlerinin etkili olduğu ve bunların karşılığını göreceği öğretilmiştir. ‘İnsan ancak çabasının sonucunu elde edecektir.’ (Necm 53/39)
DÜNYEVİLEŞMEK- SEKÜLERLEŞMEK
Dünyevileşmek: Yaşamın bu dünyadan ibaret olduğunu sanmak, dille açıkça bu söylenmese de hayat tarzı olarak öyleymiş gibi yaşamak, sahip oldukları karşısında emanetçilik anlayışından ebedi sahiplik anlayışına geçmek, dünyaya gereğinden fazla değer vermek, dini hayatı ihmal edecek kadar dünyalıklarla uğraşmak, kendini dünyanın esiri haline getirmektir. Bu yönelişin temelindeki etken, dünyevi amaçları öncelemektir.
Sekülerleşmek: Dilimizde dünyevileşmek ile yakın anlamda kullanılan sekülerleşmek, yaşamın dinden ve dinî düşüncenin yaşamı anlamlandırmasından arındırılması demektir. İnsanın bireysel yaşamından düşünme biçimine, varlıkları algılama şeklinden olay ve olgulara bakışına kadar her konuda dinî inanç, değer ve sembollerin hayatın dışına itilmesidir. Bu yönelişin temelindeki etken, öldükten sonra dirilişten şüphe etmek veya dirilişe inanmamaktır.
Kur’an’da doğrudan dünyevileşmeyi ifade eden bir sözcük olmamasına rağmen bu durumu ortaya koyan açıklamalar vardır: "Dediler ki: ‘Bu dünya hayatımızdan başka yaşam yoktur. Ölürüz ve yaşarız, bizi öldüren ise zamandan başkası değildir.’ Oysa onların bu konuda bilgileri yoktur, onlar ancak varsayımda bulunuyorlar.” (Casiye 45/24). ‘Bizim dünya hayatından başka hayatımız yoktur. Burada ölür ve burada yaşarız. Biz, kesinlikle tekrar diriltilmeyeceğiz.’ (Mü'minun 23/37)
Dünyevileşmenin sonucu olarak insanlar şu konumlara gelebilirler: 1. Çok uzun yaşamak isterler. (Bakara 2/96). 2. Çok zengin olmak isterler. (Enfal 8/67). 3. Kalpleri taş gibi katılaşır. (Hadid 57/16: Bakara 2/74). 4. Dünyayı ahirete tercih ederler. (İbrahim 14/3; Nahl 16/107). 5. Şükürsüz, şikâyetçi ve nankördürler. (Nahl 16/83). 6. İsraf içindedirler. (En’am 6/141). 7. Alaycı ve üsttencidirler. (Bakara, 2/212). 8. Elçilerin getirdiklerini bilmektedirler. (İsra 17/15). 9. Ahirete inanmazlar. (Rad 13/5; Rum 307). 10. Vahye karşı dünyadaki duruşlarının gerçeğini yaşayacaklardır. (İsra 17/72). Oysa insana "Ahiret de dünya da Allah'ındır." (Necm: 25) denilerek mülkün gerçek sahibi öğretilmiştir.
İnsanlar, genellikle kendi yaşam koşullarına göre amaç edinmekte, çoğu kere de sahip olmadıkları ne varsa bunlar mutluluk nedeni sanılmaktadır. Oysa bunlara sahip olanlar da bunlarla mutlu değillerdir. ‘Şunlara sahip olduğumda mutlu-huzurlu olurum.’ cümlesi yerine insan kendisine ‘Elimdekiyle ne yapabilirim?’ sorusunu sorarsa yürüyebileceği bir yola girmiş olur. İnsan, mutluluk ve huzuru aradığı bu yolda, yalnızca kendini düşünürse ‘bencil’ olur, mutlu olamaz çünkü mutluluk paylaşılan bir duygudur. Yalnızca başkalarını düşünürse ‘merhamet yorgunu’ olur, kendini ihmal ettiğinden mutlu-huzurlu olamaz. İnsan, dengeli bir yaşam için kendini ve başkalarını birlikte düşünmelidir. Hayat, insanın eylem biriktirme sürecidir. İnsan ancak doğru ve gerekli gördüğü ‘eylemlerini’ yapar, sonuç hiç kimsenin elinde değildir. Amaç, yaşamak ve yolda olmaktır; yolculuğun sonu bilinemez. Çünkü herkes yürüdüğü hayat yolunda kendi öyküsünü yazmakta, bu öyküyü senaryo haline getirmekte ve bu senaryoyu oynamaktadır. Senaryo da kişinin değişimine göre sürekli yeniden biçimlenmektedir. Ancak bu filmin doğal bir sonu da bulunmaktadır.
İnsan, kendi filminin sonu olacağını unuttuğunda, hayata dört değil sekiz elle sarılmakta, bu da onun sonrası için hazırlık yapmasına engel olmaktadır. Çünkü dünya hayatı, insanın bitirmesi gerekli bir okul gibidir, sürekli öğrencilik mümkün değildir. Bu okuldaki sürecin en temel amacı, beşer doğan canlının insanlaşmasını sağlamaktır. Allah’ın tanımladığı insan olabilmek, kişi için en büyük sanat, en büyük başarıdır. Bu başarıya ulaşamayan her kişi de ancak kendisini israf etmiştir.