Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 28.03.2024
Saygın bir soydan, güzel niteliklere sahip güvenilir bir kişi olan Salih, Semud toplumundan önemli bir kişidir. Semud toplumu, Suriye ile Hicaz arasındaki Hicr’de yaşadığı için Kur’an’da “Ashabul-Hicr” diye de anılır (el-Hicr 15/80). Salih’in yaşadığı bu yere, Salih Nebiyle ilgisi dolayısıyla Medâinüsâlih de denilmiştir. Buradaki dağlarda yontulmuş evlerin kalıntıları, buranın eskiden önemli bir uygarlık merkezi olduğunu göstermektedir.
Helak edilen Ad toplumundan sonra gelişip güçlenen Semud toplumu azgınlaşıp putlara tapmaya başlayınca Allah, Salih’i elçi olarak gönderdi. O, içinde yaşadığı topluma Allah’ın buyruk ve ilkelerini yıllarca anlattı (el-A‘raf 7/74, eş-Şuara 26/146-149). Ancak toplumda hiçbir düzelme olmadı, çok az kişi ona iman etti. İnanmayan çoğunluğun öncülerinin ondan mucize istemeleri karşısında, onlara her zaman gördükleri ve kullandıkları Allah’ın yarattığı hayvanlardan bir deve getirdi. Salih, deveyi onlara göstererek artık su hakkının deve ile kendi aralarında sıraya konulduğunu, hayvana zarar vermelerinin kendi felaketleri olacağını söyledi.
Ancak bu toplumdan azgınlıklarına sınır olmayan 9 kişi ve destekçileri, birbiriyle yardımlaşarak birini öne sürdüler; o bu devenin ayaklarını kesti, sonra hep birlikte parçaladılar. Deveyi parçalayanlar, bu işin hemen arkasından elçiliğine inanmadıkları Salih’i ve iman ailesini hep birlikte öldürme kararı da aldılar.İşte bu düzeye ulaşan azgınlıkları, onların felaketlerinin başlangıcı oldu. Salih onlara, üç gün sonra onları yok edecek azabın geleceğini söyledi. Dördüncü gün felaketler başladıktan sonra pişman oldular ancak pişmanlıkları, onların kendi eylemlerinin sonucu olarak yaşamakta olduklarını değiştiremedi. Salih Nebi ve ona inanan az sayıdaki kişi, oradan göç ettirilerek bu azaptan kurtarıldı; diğerleri korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen şiddetli bir sarsıntı ile yok edildiler (el-A‘râf 7/78; Fussılet 41/17; el-Kamer 54/31).
Gelelim Hz. Salih’in kıssasının düşündürdüklerine: ‘Bu kıssadaki ‘deve’ üzerinden oluşturulan metafor, derin düşünme yeteneği olanlara neler söylemektedir? Bir toplum hangi dayanaklar üzerinde ayakta durur, hangi şartlarda yok olma sürecine girer? Dört ayağın biçilmesi ne demektir? İnsanla hayvan arasında su paylaşımı olabilir mi? Suyun paylaşımının anlamı nedir? Bu devenin dişiliğinin vurgulanmasının bir anlamı var mıdır?’ gibi sorular üzerinde düşündüğümüzde, Salih Nebi’nin Allah’ın devesi (نَاقَةُ اللّٰهِ/nakatullah) dediği devenin ve ayaklarının toplumsal hayatta neye denk düştüğünü anlayabiliriz.
Toplumlar ailelerden, aileler bireylerden oluşur. Geriye kalan her ne varsa bunlar da bir takım ortak paydalar üzerinde bir araya gelmiş toplumsal kümelerin oluşturduğu birlikler üzerinde varlık bulur. Millet ve devlet de böyledir. Dünya üzerindeki her millet ve devlet de birtakım temel dayanaklar üzerinde var olur. Bunlar herkesin bildiği üzere ‘adalet, ekonomi, bilim, güvenlik’ gibi temel dayanaklar; ‘sanat, edebiyat, din, dil, gelenek’ gibi kültürel ögelerdir. Bu iki bölümün ögeleri, bir ağacın dalları, yaprağı ve meyvesi gibi birbirini anlamlı kılan bölümlerdir. Bu belirlemelerden hareketle ‘deve’ metaforu üzerinden şu yorumları yapmamız mümkündür: Allah’ın devesi, temsili olarak millet ve devletin soyut ve somut zenginlik ve değerleri; devenin ayakları millet ve devletin dayanaklarıdır. Bu ayakların ‘adalet, ekonomi, bilim, güvenlik’ adlı dört temel unsur olduğunu düşünmek mümkündür. Bu ayaklar üzerindeki dişi devenin/ yani devletin tüm hizmetleri, devletin dini adalet olduğu için toplum tarafından adil şekilde paylaşılmalıdır.
Görev ve sorumluluklarda adaleti ayakta tutmak: Adalet oluşturulurken önce görev ve sorumluluklarda adalet için liyakat/yeterlilik ve ehliyet/uzmanlık, devletin ayakta kalabilmesi için son derece önemlidir. Bunun için hak etmeyenlere makam ve imkân verilmesi, yetersiz kişilerin işlerin başına getirilmesi, ehliyetsiz kişilere işlerin teslimi, belli ailelerin devlet imkânlarına çökmesi, torpil, rüşvet, selamla iş bitirme gibi durumların toplumsal hayattan çıkarılması zorunludur. Bu da ancak ‘liyakatli, erdemli’ kişilerin yetişmesi ve işlerin başına getirilmesiyle mümkündür. Yoksa haksızlık yapan başkalarına bakarak haksızlık, yanlış yapan başkalarına bakarak yanlış yapmayı bir hak gibi gören bir bürokrasi ancak bir zulüm sisteminin oluşumunu sağlar. Ey adaleti ayakta tutması gerekenler! ‘Allah için adaleti sağlayan ve ayakta tutan kimseler olun.’ (Maide 5/8). Kendi çıkarlarınız için değil millete hizmet için çalışınız. ‘Onlar halkın mallarını helal-haram demeden yerler’ (Fecr:19) tanımına girmemek için uğraşınız. Çünkü maddi ve manevi elinizdeki her imkân -size değil- millete aittir. Bunları millete hizmet için kullanmanız gerekirken kendiniz için ve milleti ezmek için kullanmamalısınız. Sizden beklenen, adaleti her şeyin üzerinde tutmanızdır. Tüm iyi insanların korkmadan sırtını yaslandığı adil bir yargı sistemi oluşturmaya çalışmalısınız. Eşek arılarının geçtiği, bal arılarının takıldığı bir ağ değil. Sizler doğru ilkeler yerine talimatlarla hareket ederseniz, adalet çöker; bu da tüm sosyal düzende depreme sebep olur tıpkı Salih’in toplumunun uğradığı deprem gibi. Bu yanlışınızın sonucu olarak toplumu altüst edecek olaylar ortaya çıkar ve güvensizlik rüzgârları yüreklerinizden sonra yurtlarınıza dolar; siz de Salih’in toplumu gibi felaketi gördükten sonra umutsuzluk girdabında boğulur kalırsınız. Ülke halkını adaletten mahrum ederek onurluca-erdemlice yaşamalarına mâni olmanız, Allah’ın devesinin bir ayağını da sizin kesmeniz anlamına gelir; bu da tüm toplumun felaketi olur.
Mal ve zenginlik dağılımında adaleti ayakta tutmak: Devlet makamları ateşten bir gömlektir. Postu serdiğiniz makamlar, imkânlar, teşvikler, her türlü zenginlikler, kendinize özel çoğalttığınız ikramiyeler, yükseldikçe yükselen maaşlarınız, emekli maaşlarınız… Sizin üstüne oturarak saltanat sürdüğünüz her şeyde, -tıpkı Salih’in devesi gibi- toplumsal yükü taşıyan bu milletin sizden daha çok hakkı vardır. Tıpkı bir deve gibi yükünüzü taşıttığınız halka minnet duymak bir yana -siz beyaz gömlekliler olarak– üstelik bir de tepeden bakıp aşağılamaya çalışıyorsunuz. İstiyorsunuz millet hep veren olsun, siz hep alan olun hatta millet hayatta kalabilmek için su gibi zorunlu isteklerde bile bulunmasın. Çünkü bu istek, sizin emeksizce üstüne konduğunuz ne varsa onların miktarında biraz azalmaya sebep olacak. Sizse razı olmuyor, çalışan, üreten ve yetiştirenlere, rahat yaşamalarını sağlayacak biçimde haklarını vermiyorsunuz. Ey mal ve zenginlik dağılımı yapması gerekenler! Yaratan’ın ömrünüzün bir döneminde farklı nedenlerle onlarla sizi yer değiştirdiğini düşünerek kendiniz için uygun bulduğunuzu, onlara veriniz. Onların hakkını vermez; açlık, yokluk ve güçsüzlükten kaynaklanan tükenişlerini seyreder hatta ‘Bize yük oluyorlar, yok olup gitsin hepsi.’ derseniz, bekleyin yaşadığınız günün gecesini. Bu yanlışınızın sonucu olarak toplumsal dengeyi bozacak olaylar ortaya çıkar ve yokluk rüzgârları yüreklerinizden sonra yurtlarınıza dolar; siz de Salih’in toplumu gibi felaketi gördükten sonra umutsuzluk girdabında boğulur kalırsınız. Ülke halkını emeklerinin karşılığından mahrum ederek onurluca-erdemlice yaşamalarına mâni olmanız, Allah’ın devesinin bir ayağını da sizin kesmeniz anlamına gelir; bu da tüm toplumun felaketi olur.
Gerçekçi, sağlam ve doğru bilimi ayakta tutmak: Bilgi sahibi olanlar, bilinç sahibi de olarak öngörülü, uzak görüşlü bilgeler haline gelmedikçe ‘bilgi’ hak ettiği değere sahip olamayacaktır. Bilgeler, aklı, kalbi, vicdanı güç kaybetmiş olanlara karşı sorumlulukları olan kişilerdir. Her yol ve yöntemle topluma destek olmak, insanların aklını, kalbini çalışır halde tutmak, vicdanlarda denge oluşturmak sorumluluğu da bilgelerin üstlerindedir. Bu kimseler, ilim ve hikmetle, ibretli güzel sözlerle tökezleyip yıkılmış toplumun dizlerine yeniden derman olmak, hep birlikte ayağa kalkabilmek için gerekenleri yapmak gibi kendilerine düşen bireysel ve toplumsal görevin farkında olanlardır. Ey bilimi ayakta tutması gerekenler! Eylemlerle güçlendirilmesi gereken inanç dünyası sizsiz ve eylemsiz kaldı. Bu yokluğun rüzgârı, sizin tüm varlığınızı saman külü gibi savurur da siz kendinizi bile bulamazsınız. İnsanı Allah’tan, bilgiyi imandan, aklı vicdandan ayıran yanlış yolunuzun bedeli herkes için ağır olacaktır. Sizler doğru ilkeler yerine şartlı reflekslerle ve talimatlarla hareket ederseniz, bilimsel gerçekler diyerek sunduklarınıza güven kalmaz. Çünkü sizler, nesnel ilkelerle ortaya konulan bilimsel gerçekleri evrensel değerlerle kuşatarak ulaştığınız her insanımıza ilik nakli yapmalısınız. Sahip olduğunuz bilgiyi, yalnızca kariyer yapmak, maaş ve statü artırmak için kullanmamalısınız. Bu yanlışınızın sonucu olarak toplumda bilimsel hurafeler ortaya çıkar, temelsiz ve sapkın ne kadar görüş ve düşünce varsa yüreklerinizden sonra yurtlarınıza dolar, siz de Salih’in toplumu gibi bunlar karşısında umutsuzluk girdabında boğulur kalırsınız. Ülke halkını sağlam ve gerçek bilimden mahrum ederek hurafeler içinde yaşamalarına neden olmanız, Allah’ın devesinin bir ayağını da sizin kesmeniz anlamına gelir. Bu da tüm toplumun felaketi olur.
Güveni, birliği, dirliği ayakta tutmak: Millet kendisine gerekli hizmetleri etsin diye devlet kurar. Devlet ise toplumunun güvenliğini sağlasın diye silahlı güçlerini hazırlar ve onları en iyi silahlarla donatmaya çalışır. Silah gücü, bu nedenle önemlidir ancak bilinç kaybı oluştuğunda bu güç, onu elinde bulunduran kişi ve toplulukların yanlışlar yapmasını kolaylaştıran bir unsur haline gelebilir. Ey güveni, birliği, dirliği ayakta tutması gerekenler! ‘Güç bizde artık!’ demeden görevlerinizi gerektiği gibi yerine getiriniz. Millet, sizi silahla donatmışsa varlığına yönelik her tehlikeye karşı onu koruyasınız diyedir. Sizler ‘Güç bende artık!’ diyerek toplumu koruyup esirgeme görevinizi unutup güçsüzleri ezmek, yok etmek isterseniz azgınlaşmış olursunuz. Sizden önce yaşayanlar da aynı sözü söylemişlerdi. Mahkemenin kadıya mülk olmadığını herkes görür ama nedense kimse kendisi için ders almaz. Gereken dersi almaz ve korumanız gereken milletinizin maddi veya manevi yapısındaki hayati unsurlara kastederseniz dönüşü olmayan bir çıkmaza girmiş olursunuz. Bu yanlışınızın sonucu olarak toplumsal güveni, birliği, dirliği bozacak olaylar ortaya çıkar ve güvensizlik rüzgârları yüreklerinizden sonra yurtlarınıza dolar; siz de Salih’in toplumu gibi felaketi gördükten sonra umutsuzluk girdabında boğulur kalırsınız. Ülke halkını güven ikliminden mahrum ederek korku ve endişe içinde yaşamalarına neden olmanız, Allah’ın devesinin bir ayağını da sizin kesmeniz anlamına gelir. Bu da tüm toplumun felaketi olur.
Medyayı erdemli ve ayakta tutmak: Medya adına yapılan her şey ‘doğru, güzel, gerekli, yararlı, helal’ sıfatlarını alabilmelidir. Sanat, ‘doğru, güzel, gerekli, yararlı, helal’ nitelikleriyle yapıldığında iyi ve güzel bir eylemdir. Ey medya çalışanları ve sanatçılar! Sanat adına, toplumda bulunması gereken sevgi, saygı ve sorumluluk bilincini yok etmeyin, kültürel değerlere saygısızlık yapmayın. Ailevi değerlere savaş açmayın. Toplumu bağlayan bağları parçalayacak eylemlerden sakının. Bu eylem bir cinayettir ve sizi insanların duygularının, düşüncelerinin, doğrularının, değerlerinin katili etmeye yeter. Sanatı putlaştırmayın çünkü sanat adına putlaştırılan kişiler, görüşler, düşünceler, yönelişler, eylemler, sizin kulluğunuzu kabul etmez. Haberim yoktu benim bunlardan der, tıpkı teslisi reddeden Hz. İsa gibi. Medya özgürlüğü adına yalan ve iftirayı, sanat adına her türlü yanlış ve çirkinlikleri doğallaştıran işler yapmanız medya adına büyük bir yanlıştır. Bu yanlışınızın sonucu olarak bireysel ve toplumsal ahlakı bozacak olaylar ortaya çıkar ve ahlaksızlık rüzgârları yüreklerinizden sonra yurtlarınıza dolar; siz de Salih’in toplumu gibi felaketi gördükten sonra umutsuzluk girdabında boğulur kalırsınız. Ülke halkını ahlaki değerlerin önemi ve yaşanması konusunda yozlaştırarak ahlaklı ve temiz bir toplumsal hayat yaşamalarına mâni olmanız, Allah’ın devesinin bir ayağını da sizin kesmeniz anlamına gelir. Bu da tüm toplumun felaketi olur.
Ey sessiz yığınlar! Salih Peygamberin toplumunun sınav aracı devedir ve sınavlarının sonucu deveyi kesmeleriyle ortaya çıkar. Olay anlatılırken “Onu kestiler fakat pişman oldular” denilir. Ancak pişmanlıklar, yaşananların sonuçlarını değiştiremez. Bu olayda deveyi kesen bir kişidir ancak arkasında olanlar ve bu olaya seyirci kalanlar, toplumun tamamıdır. Bela da bu nedenle sadece o toplumdaki 9 kişi ve yandaşlarına değil, yanlışlara sessiz kalan bütün topluma gelmiştir. Bu nedenle yanlışlıklar karşısında sesinizi yükseltmeli, ‘Bize şimdilik bir zararı yok’ şeklindeki yanlış cümleyi kurmamalı, hak ve hakikatten yana tavır almalısınız. Çünkü sessiz kaldığınız her yanlış, kısa sürede sizin, ailenizin, toplumunuzun hayatını kuşatacaktır. İyi ve doğrudan yana olmak, erdemli her insanın tavrıdır. Var kılınma şerefi taşıyan bir insanın, yanlışlar karşısında ‘Bana ne?’ deme hakkı yoktur. Dünya, herkesin her olaydan etkilendiği bir yerdir. Öyleyse her insanın kendi gücü oranında sesi de çıkmalıdır.
Özetle: Güç ve makam sahipleri, hak ve adalet ilkesini zayıflatıp yok ettiklerinde, devlet ve toplumdaki tüm dengeler bozulur. Bu yanlışın sonucu olarak toplumun bir kısmı aşırı zenginleşirken bir kısmı aşırı yoksullaşır. Bir kısmı hiçbir suçunun cezasını çekmezken bir kısmı her nedenle suçlanır ve cezalandırılır. Bir kısmı elde ettikleri güçle azgınlaşıp israf içinde yaşarken bir kısmı güçsüzleşip yoksullukla mücadele etmekten yaşadıkları durumları doğru değerlendiremez hale gelirler. Çünkü hak ve adaleti yok eden kişilerden oluşan yönetimler, topluma kendi içinden düşmanlar ve zıt gruplar oluşturarak ayakta kalmaya çalışırlar. Bu Firavun yönetiminin bir özelliğidir. ‘Firavun ülkesinde ululuk tasladı, halkını bölüklere ayırdı; onlardan bir grubu güçsüzleştiriyordu… Çünkü o fesat çıkaranlardandı.’ (Kasas 28/4). Ey güç ve makam sahipleri! Artık Allah’ın devesinin ayaklarını daha fazla kesmeyin! Ve ey sessiz yığınlar! Yanlışlar karşısında ‘Bana ne?’ demekten vazgeçin. Aksi halde tüm toplum ‘Aranızdan yalnızca zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan bir fitneden sakının’ (Enfal 8/25) ayeti ile muhatap olacaktır.