Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 29.12.2023
İnsanın ‘dünyanın geçici bir sınanma yeri’ olduğunu unutması, gömleğinin ilk düğmesini yanlış iliklemesi gibidir. Geri kalan tüm değerlendirmeleri de bu yanlış üzerine yapılandıracağından yanlış olacaktır. Her insana da bir gün ‘İçinizden ayetlerimi size anlatan ve bugün ile karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?’ (En’am 6/130) denilecektir. Çünkü insana ‘beşerden elçi, kitaptan elçi, evrendeki olay ve durumlardan elçi, her gün biraz daha ağaran saçları, yıpranan bedeni gibi kendi fiziksel varlığından elçi, yerlere ve göklere ait varlıkların yasalarından elçiler’ sürekli gelmiştir. Ancak insanın kendisini doğru yola yönlendirmesi için önüne serilen ayetler karşısındaki tavrı ise ‘Göklerde ve yerde nice ayetler vardır, onlar bunların yanından yüz çevirerek çekip gitmektedirler.’ (Yusuf 12/105) şeklinde betimlenmektedir. İnsanların çoğu, kendilerine sunulan tüm bu uyarıcı ayetler üzerinde düşünmeden; bu ayetlerin hangi sözü insanın ruhuna, kalbine, aklına, duygularına fısıldadığına kulak vermeden yaşamayı daha çok tercih etmektedirler.
Gerçek şu ki tüm varlık ‘geçicilik’ temeli üzerine var kılınmıştır. Bu durum da ‘Her varlık yok olacak yalnızca sonsuz güç ve ikram sahibi Allah’ın varlığı kalacaktır.’ (Rahman 55/26, 27) denilerek açıklanmıştır insana. Bu gerçek her gün yaşanmaktadır. Geçmekte olan ve ‘yaşam’ adı verilen bu süreçte insan, ‘kendinin olduğunu sandığı varlıkları’ gerektiği gibi kullanmadığında ‘kendini israf eder’. İsraf, sahip olunanın yanlış ve haram yolda tüketilmesi, harcanmasıdır. İnsan, kendi israfını üç alanda yapar: 1. Fiziksel varlığında israf 2. Zihinsel/bilişsel varlığında israf 3. Ruhsal/duygusal varlığında israf (İnsanın kendini israfını ayrı bir başlık altında ele alacağız.)
İnsanın Çevresine Geri Dönüşü
Bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz durum, insanları tanımlarken bir kişinin şahsiyeti diyebileceğimiz alana giren nitelikleridir. İşte bu nitelikler bakımından insan ne ise çevresine onu saçar. İnsanlar, bilgiliyse bilgi, erdemliyse erdem, cömertse cömertlik, sıkıcıysa sıkıntı, mutluysa mutluluk, neşeliyse neşe saçar dururlar. İşte bu insanın çevresine geri dönüşüdür. Bu durumu, kendine özgü kokusu olan bir çiçek gibi ya da yediği yiyeceklerin kokusunu teri yoluyla yayan kimsenin durumuyla karşılaştırarak somutlaştırabiliriz.
İnsanların pek çoğu kendi geri dönüşlerini, kendi gerçekleri olarak kabul etmeyip çoğu kere ‘başkalarının onları mecbur ve mahkûm ettiği durumlar’ gibi kabul ederler. Elbette hayatın insanı mecbur ve mahkûm ettiği durumlar vardır ve elbette bunlar da insanın duygu durumunu etkiler. Ancak hiçbir durumda kişinin tüm eylemleri tepeden tırnağa böyle olamaz. Çünkü her olay ve duruma verilecek tepki biraz da insanın huyuyla ilgilidir.
Sözlerin, davranışların, tavırların insanı ortaya koyan birer gerçek oluşu, önemli bir bilgidir. Bu bilgi, insanların kendilerini ve başkalarını değerlendirmeleri bakımından önemli bir ipucudur. Her birimiz başkalarıyla birlikteyken kendimizden başkalarına ne aktarıyoruz? Bu soruyu, muhataplar açısından da sorabiliriz: Başkalarıyla bizimleyken bizden kendilerine ne aktarıldığını hissediyorlar? Bizimle birlikte olanlarda ne artıyor? İnsanlar, bizimle birlikte olduktan sonra kendilerini nasıl hissediyorlar? Biz kimlerleyken kendimizde nelerin artıp nelerin eksildiğini hissediyoruz?
Buna somut örnekler verelim:
Sürekli sorun paylaşanlar: Bazı kişiler vardır, sanki dünyada daha önemli hiçbir durum yokmuş gibi başkalarıyla sürekli kendi sorun ve sıkıntılarını konuşurlar. Dertleşmek yaşam tarzları olmuştur, başka türlü birlikteliği bilemezler. Hatta kendi sorunlarını anlatmayı, muhabbet etme sanacak kadar ne yaptıklarından haberleri yoktur. Oysa kimse sürekli bir başkasının sorunlarını dinlemek ve paylaşmak istemez.
Sürekli eleştirenler: Bazı kişiler vardır, sanki onlar her konuda her bilgiye sahiptirler, sürekli her işi, durumu, olayı eleştirirler. Eleştirmek yaşam tarzları olmuştur, eleştiriyi kestikleri anda ne konuşacaklarını bilemezler. Oysa kimse sürekli kendisinin veya başkalarının eleştirildiği bir konuşmayı dinlemek istemez.
Sürekli suçlayanlar: Bazı insanlar vardır ne tatlı dilleri ne hoş sohbetleri vardır. Kendi kendilerini meşgul edemezler, kendi kendilerine yetemezler; sürekli başkalarının ilgi, sevgi ve desteğini isterler. Bunlar, kendilerini, muhataplarına yeterli ilgi ve sevgi gösterme konusunda hep çok iyi bulduklarından, kendi tavırlarını asla gündeme getirmezler. Esasında iç dünyalarında ‘iç barış’ bulunmadığından kendilerine farklı tatmin noktaları ararlar. Bunlar ‘zenginlik, makam, seks, macera vb.’ de olabilmektedir. Bunlar, özellikle yakınlarında olan kişileri, kendilerine yeterli ilgi, sevgi göstermemekle sürekli suçlarlar. Oysa kimse sürekli kendisinin veya başkalarının suçlandığı bir konuşmayı dinlemek istemez
Sürekli kendilerinden ve üstünlüklerinden (?) konuşanlar: Konuşurken yalnızca ve sürekli kendinden söz eden kişiler, başka hiçbir şey öğrenememiş cahillerdir. Tek gündemleri kendileri olduğundan böyle kişiler son derece sıkıcı kimselerdir. İster kadın ister erkek olsunlar, bunlar çevrelerine de sürekli sıkıntı aktarırlar. Bunlarla birlikte olanın canı sıkılır, bunalır ve bu birlikteliği bir an önce bitirmek isterler. Bu kimselerin muhatapları yakınları olduğunda onlara: ‘Sıkılıyorum’ derler ancak ‘Çok sıkıcısın’ diyemezler; ‘Daraldım’ derler ancak ‘Beni daraltıyorsun’ diyemezler; ‘Bunalıyorum’ derler ancak ‘Beni bunaltıyorsun’ diyemezler; ‘Pişmanım’ derler ancak ‘Beni pişman ettin’ diyemezler. Çoğu kimse de bu sözlerin gerisindeki söylenemeyen sözleri pek anlamaz.
Kişi, aile ve toplum içinde çokça karşılaşılan bu ve benzeri örnekler üzerinde düşünerek kendisini de kendi davranışları üzerinden değerlendirebilir. Kendisinden, kendi dışına ne aktarılmaktadır. Bundan başka insan, en yakınında bulunan sevdiği beş kişiyi inceleyerek kendini değerlendirebilir. En son okuduğu beş kitap, izlediği beş film, dinlediği beş konuşma üzerinde düşünerek de kendini değerlendirebilir. Ancak kişi kendini değerlendirmeyi yaparken aklını iyi kullanmalı, hasta çocuğuna kıyamadığından gerekli iğneyi yaptırmayan ahmak anne-baba gibi davranmamalıdır. Çünkü söz ettiğimiz değerlendirmenin bir de ‘geri dönülemeyen’ zaman ve mekânda tam anlamıyla gerçekten yaşanacağı bir dönem, yaşayan herkesi beklemektedir. Acaba biz, nasıl bir geri dönüşle yeniden dirileceğiz?