Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 04.09.2024
YAHUDİLERİN SEÇİLMİŞLİK ALGISI: ‘Ve şimdi eğer gerçekten sözümü dinler ve ahdimi tutarsanız bana bütün kavimlerden has kavim olacaksınız çünkü bütün dünya benimdir (5). Ve siz bana kâhinler melekûtu ve mukaddes bir topluluk olacaksınız. Senin İsrail oğullarına söyleyeceğin sözler bunlardır (6).’ (Çıkış 19/5,6); ‘Bugün sana emretmekte olduğum Allah’ın Rabbin bütün emirlerini tutup yapmak için onun sözünü iyice dinlersen Allah’ın Rab, dünyanın bütün milletlerine seni üstün kılacaktır.’ (Tesniye 28/1), ‘Ve eğer bugün sana emretmekte olduğum Allah’ın Rabbin emirlerini tutmak ve yapmak için onları dinlersen (13) ve başka ilahlara kulluk etmek için onların ardınca yürümek üzere bugün sana emretmekte olduğum bütün sözlerden sağa sola sapmazsan, Rab seni kuyruk değil baş edecek; ve ancak üstün olacaksın ve alt olmayacaksın (14)’ (Tesniye 28/13, 14). Yahudiler, Hz. Musa’dan yaklaşık bin yıl sonra Babil sürgünü dönüşü, Filistin’de Azra öncülüğünde derleyerek oluşturdukları Tevrat’taki bu ve benzeri sözler gereği kendilerinin Tanrının seçilmiş kavmi olduklarına inanırlar. Yukarıdaki cümleler şartlı bir duruma işaret ettiği halde onlar bu şartları görmezden gelmektedirler.
Yahudilerin yanılgısı: ‘Tanrı Hoşea Kitabı'nda şöyle diyor: “Halkım olmayana halkım, sevgili olmayana sevgili diyeceğim.’ (Romalılar 9/25) cümlesi, Yahudilerin inandıkları kitaptaki bu vaadinin sonsuza dek böyle olmayacağını onlara bildirmektedir. Bu uyarıya rağmen Yahudiler her durumda kendilerinin Tanrının seçilmiş halkı olduklarına inanırlar. (Nasranilerde de seçilmişlik algısı vardır ancak bu yazımızın konusu Yahudilerin ‘seçilmişlik’ inancına Kur’an’ın bakış açısını ortaya koymak olduğundan, o konuya girmiyoruz.)
Kur’an’ın, Yahudilerin ve Nasranilerin seçilmişlik iddiasına cevabı: Mâide 5/18: ‘Yahudiler ve Nasraniler: Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Öyleyse niçin günahlarınız yüzünden Allah sizi cezalandırıp duruyor? Doğrusu siz de onun yarattığı sıradan insanlarsınız.”.
MÜSLÜMANLARIN SEÇİLMİŞLİK ALGISI: Al-i İmran 3/110: ‘Siz insanlığın iyiliği için çıkarılmış hayırlı bir toplumsunuz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan inananlar da var ancak pek çoğu yoldan çıkmışlardır.’. Al-i İmran 3/139: ‘İnanıyorsanız üstün sizsiniz’. Maide 5/54: ‘Ey inananlar!Formun Üstü Sizden kim dininden dönecek olursa bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirecektir Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar, inananlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihat eder, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu sınırsızdır ve her şeyi bilendir.’.
Furkan 25/30: ‘Elçi: Ey Rabbim, benim kavmim Kur’an’ı terk etti, diyecek.’. Bu ayetlerden hareketle Müslümanlar Kur’an’a uydukları sürece ‘insanlığın hayrı için uğraşan üstün bir toplum’ olacaklarını, Kur’an’ı terk ettiklerinde bu özelliklerini de kaybedeceklerini, ırk veya renk nedeniyle bir seçilmişliğin söz konusu olmadığını bilirler. Ancak Müslümanlardan pek çoğu gerçekte Kur’an’ın tüm ilkelerini hayatından çıkarmış, ‘dinsiz’ bir yaşam sürdükleri halde ‘Müslüman’ olduklarına inanırlar.
Kur’an’ın üstünlük ilkesi: Kur’an’ın ‘evrensel’ ilkelerinin adı olan İslam’a göre tüm insanlar Allah katında eşittir. İnsanların üstünlükleri de ancak ‘takvaları’ yani kişinin inancının sonucunda seçimleriyle yaptığı güzel işleri, erdemli eylemleriyle oluşan bir durumdur. Hucurat 49/13: ‘Allah karşısında en değerli olanınız, en erdemli/takvalı olanınızdır’. Burada söz edilen takvayı ölçebilmek de yalnızca Allah’ın elinde olan bir durumdur.
KUR’AN’A GÖRE SEÇİLMİŞ KAVİM VAR MIDIR: Allah, Kur’an’da, insanların ‘ırk ve dil’ temelli sapmalarına karşı her toplumdan ve her dilden elçiler gönderdiğini söylemektedir: Fatır 35/24: 'Biz elçi göndermedik hiçbir toplum bırakmadık.', İbrahim 14/4: 'Biz her elçiyi kendi toplumunun diliyle gönderdik.'.
Kur’an’da ‘seçilmişlik’ inancına dayanak olabilecek ayet var mıdır: İlk vahiyden beri ilahi gerçeğin evrensel ilkeleri yukarıdaki ayetler olduğu ve vahyin tefsirinin bu çerçevede yapılması gerektiği halde böyle olmamıştır. Kur’an’ın Yahudilerle ilgili pek çok ayeti, Hz. Musa’dan bin yıl sonra yazılan Tevrat’taki uydurmaların etkisinde kalınarak tefsir edilmiş; Kur’an’ın ilgili ayetlerindeki bazı sözcüklerin anlamı veya sözcüğün bulunduğu cümlenin yorumu değiştirilerek muharref Tevrat’ın ‘seçilmiş kavim’ görüşünün etkisinde yorumlar yapılmıştır. Bu konudaki bazı ayetler, -mümkündür ki- Müslüman olmuş Yahudiler veya Müslüman olmayıp öyle görünen Yahudi bilginler eliyle de tercüme ve tefsir edilmiş olabilir. İsrailiyyat etkisindeki bu tercüme ve tefsirler, ‘seçilmişlik’ uydurmasını Kur’anî bir gerçekmiş gibi kabul etmekte, doğrudan veya dolaylı olarak ‘seçilmiş kavim’ görüşüne kapı aralamaktadırlar. Bu yazımızda ‘seçilmişlik’ görüşüne dayanak kılınan Bakara 2/47 ve 122, Taha 20/13, Duhan 32/59, Casiye 45/16 ayetlerine verilen anlamlar ve bu ayetlerin bağlamında hangi anlama gelebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.
* Bakara 2/47 ve 122: يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ : ‘Ey İsrailoğulları! Size verdiğim vahiy nimetimi hatırlayın; (o dönemde) onu ben, insanlar arasından size lütfetmiştim.’ Bu ayetin وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ şeklindeki son kısmına: ‘sizi diğer toplumlardan üstün kılmıştım’ gibi bir anlam verilmektedir. Bu yanlıştır çünkü Allah vahyini her topluma vermiştir. Bağlamda Yahudilere bunun hatırlatılması, Hz. Muhammed karşısındaki isyankârlıkları nedeniyledir. Bu ayete böyle bir anlamı ancak ırkçı bir Yahudi verebilir. Yoksa Tevrat’a karşı takındıkları tavır nedeniyle Kur’an’da kendilerine ‘kitap yüklü merkepler (Cuma 62/5)’ betimlemesi yapılmış bir toplumun soy bağı nedeniyle ‘üstün’ kılındığının sanılması vahye aykırı bir anlamlandırmadır. Çünkü Allah, kendi belirlediği soy bağı (ve cinsiyet) nedeniyle kimseye özel bir üstünlük vermez. Ayet Türkçeye kurallı bir cümleyle şöyle çevrilebilir: ‘Ey İsrail oğulları! İnsanlar arasından size lütfettiğim vahiy nimetimi hatırlayın.’
(Yukarıda ele aldığımız iki ayette geçen فَضَّل kelimesi de her durumda ‘üstünlük’ anlamı ifade etmez. Örnek: Rad 13/4: وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ /onları birbirinden farklı kılarız’ ayetinde olduğu gibi ‘farklılık’ anlamı gibi başka anlamları da vardır.)
* Taha 20/13: وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحٰى /‘Ben, seni (elçi olarak) seçtim, vahyedilenleri dinle!’. Bu ayet bir kişiye hitap etmektedir. Bu ayette meallere yazıldığı gibi ‘seni seçkin kıldım’ anlamı yok, ‘elçi olarak seçtim’ anlamı vardır. Ayete ‘seni seçkin kıldım’ anlamı verilmesi Yahudi ırkçılığını onaylayan bir yaklaşımdır, yanlıştır. Bu anlamı, Kur’an’ı doğru anlamış bir Müslüman’ın vermesi mümkün değildir. Çünkü Kur’an’a göre erdemli işlere kaynaklık eden takvadan başka üstünlük yol ve yöntemi yoktur (Hucurat 49/13). İşte bu nedenle daha vahyin ilk anında Hz. Musa’ya evrensel bir ilke öğretilmiştir: Taha 20/14: ‘Kuşkusuz ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka tanrı yoktur, öyleyse bana kulluk et. Zikrim için salat et.’ İşte bu ilke Allah’a ait dinin, herkes için geçerli olan temel ilkesidir.
* Duhan 44/32: وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ : İnsanlar içinden bir bilgiye dayanarak onları belirledik.’ Bu ayete, ‘insanlar içinden onları seçkin kıldık’, ‘onları üstün kıldık’, ‘Ve ant olsun ki İsrailoğullarını, bilerek bütün alemlerden üstün olmak üzere seçtik.’ gibi bir anlam verilmesi son derece yanlıştır. Çünkü bağlamına göre bu ayette kastedilenler Yahudiler değil Mısır yöneticileridir. Neden? Kur’an’a göre her elçi ‘اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا/kentlerin anasına/başkente’ yani ülkenin yönetim merkezine ve çevresine gönderilmiştir (Enam 6/92; Şura 42/7). Firavun ve yönetimindeki Mısır’ın da azgınlaşması nedeniyle Allah, bir elçi göndermeyi istemiştir. Çünkü elçiler, hep azgınlaşan toplumların azgınlaşan zulmüne engel olmak için gönderilir. Bu ayet bağlamında vahiy göndermek için ‘bir bilgiyle’ belirlenen toplumun Firavun ve toplumu olduğu, bu surenin 31. ayetinden itibaren belirlenen bu toplumun niteliklerinden anlaşılır: ‘Bir bilgiyle belirlenen bu toplum, yücelik taslamış, müsrifleşmiş, sınandıkları belalar başlarına gelmiş, hayat bu dünyadakinden ibarettir demiş, ahirete inanmamışlardır’ (Duhan 44/33-36). İşte bu özellikler nedeniyle burada, kötü bir alışkanlık olarak çoğu meal ve tefsirlerde yazıldığı gibi ‘İsrailoğullarının seçilmişliği’ söz konusu değildir. Onlarla ilgili anlatım 30. ayette bitmiş, sonrasında Firavun ve toplumunun helakine neden olan nitelikleri sayılmıştır.
* Casiye 45/16: وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ / ‘Biz İsrailoğullarına Kitap, hikmet, nebilik ve rızıkların en temizinden vermiş; insanlar arasından (o dönemde) onlara lütfetmiştik.’ ayetinin وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ kısmını ‘onları alemlere/insanlara üstün kıldık’ şeklindeki çevirisi ‘fdl’ kökünden türeyen bu sözcüğün her zaman üstünlük anlamı taşıdığı düşüncesinden kaynaklanır. Bu kelime burada Allah’tan gelen lütuf anlamındadır. Ayet bağlamında da zaten Allah’tan gelen bu lütuflar sayılmıştır. Türkçenin cümle yapısına daha uygun bir çeviriyle bu ayet şöyledir: ‘Biz, insanlar arasında (o dönemde) kitap, hikmet, nebilik ve rızıkların en temizinden vererek İsrailoğullarına lütfetmiştik.’ Bu ayetin ne dediğini doğru anlamak için sonraki ayette ne söylendiğini anlamak son derece önemlidir: Casiye 45/17: وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ /Onlara buyrukların açıklamalarını da verdik. Ancak onlar aralarındaki azgınlıklar nedeniyle kendilerine bu bilgi geldikten sonra görüş ayrılığına düştüler. Rabbin, görüş ayrılığına düştükleri konularda kıyamet günü aralarında karar verecektir.’. Bağlamından koparılan her ayete her anlam yüklenebilir. Bu ayet sonraki ayetle birlikte okunduğunda, İsrailoğullarına verilmiş bir ‘üstünlük’ olmadığı, tersine ayet bağlamında onların azgınlıklarının söz konusu edildiği görülür. Bu nedenle Casiye 45/16 ayetinden, o dönemde veya sonrasında ‘seçilmiş bir toplum’ çıkarsaması yapmak mümkün değildir. Çünkü ‘seçilmişlik’ inancı, şeytanın üstünlük iddiasına benzer bir sapkınlıktır, Kur’an’ın bunu onaylaması mümkün değildir. Allah, durduk yere hiçbir kişi ve topluma üstünlük vermez; üstünlüğü ancak Allah’ın buyruklarına uymakla kişiler kendileri kazanırlar.
Bu ayette olduğu gibi ‘nübüvvetin’ geçtiği yerde sözü edilen rızık ve nimet ‘yiyecek’ değil vahiydir. Hud 11/88: قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًاۜ : ‘(Şuayb) Dedi ki: “Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından verilmiş apaçık bir delilim varsa ve o bana tarafından güzel bir rızık (/vahiy) vermişse buna ne dersiniz?’ ayeti söz konusu durumu açıklar. Aynı nedenle Hz. Meryem’e mihrapta verilen rızkın ne olduğu da anlaşılabilir. Al-i İmran 3/37: كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ : Zekeriya, mihraba her girdiğinde onun yanında bir rızık bulur ve sorardı: Ey Meryem, bu nereden? O da: Bu, Allah'ın katındandır, Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır, demişti.’ Tekil ifade edilen bu rızka, çoğulmuş gibi ‘yiyecekler’ anlamı vermek, mihrapta verilen rızka elma-portakal demek de vahyin farklı bir şekilde saptırılmasıdır. Ayetle bildirildiği için Hz. Meryem’in meleklerle konuştuğunu kabul edenler, onun vahiy aldığını nedense kabul edememektedirler. Hz. Meryem, vahiy almıştır. Ayette geçen ‘kitap, hikmet ve nebilik’ ise kişiye ve topluma, Allah karşısında erdemli yaşamanın yollarını öğretir. Bu üçü de ağır birer sorumluluktur (Âl-i İmran 3/81).
‘Neden pek çok konuda Kur’an’ı anlamaktan kaynaklanan böyle sorunlar ortaya çıkmaktadır?’ sorusu da ayrı bir yazıda ele alınması gerekli önemli bir sorudur. Ele aldığımız ‘seçilmişlik’ konusundaki ulaştığımız sonuç ise şöyle: Kur’an’a göre elçiler bile ancak görevlendirilmek için seçilmişlerdir, başkaca da hiç kimse için hiçbir seçilmişlik söz konusu değildir.