Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 10.08.2025
Beni dinle dur biraz, sözümü iyi anla:
Ahlaksızlar elinde bu öksüz diyar ağlar!
Kadın yolu şaşırdı, erkek tümden yitirdi
Bir kılavuz yok diye namus ağlar, ar ağlar!
Yurduma kapak atan süprüntüler elinde
Soylu yiğitlerimin asıldığı dar ağlar!
Sana beş beden büyük, kurulduğun o makam
Çaldın çırptın, rüşvetle kazandığın kâr ağlar!
Hırsız, hain, yalancı: Üst düzey, zengin, güçlü…
Adaletin kılıcı asılmış duvar ağlar!
Onlara hep zenginlik, bize şehadet düştü
Bu nasıl taksim diye, yine de onlar ağlar!
Başımızın tacıyken şehitlerden emanet
Ana-baba, eşlerle, oğullar, kızlar ağlar!
Bize ‘sağ-sol’ dedirip yüz bin plan yapmışlar
Geç anladık nafile, güle bakıp har ağlar!
Gözünü-umudunu yurt dışına çeviren
Şu körpecik yürekler, inler durur zar ağlar!
Açlık, kıtlık canına tak etti çaresizdi
Kirli sular içine karışan pınar ağlar!
Nerde coşkun çaylarım, nerde görklü bağlarım
Göz yaşımın seline eğilen çınar ağlar!
Biz dağlarda yaşarken ovamız talandaymış
Mor sümbüllü yaylamda yaslı karalar ağlar!
Onca zaman sabırla zalimlerin üstüne
Lavlarını bekleten şu ulu dağlar ağlar!
Bunca zulüm-talana, azgınlığa, vurguna
‘Daha yok mu?’ diyerek cehennemde nar ağlar!
Hangi yana dönersem zulüm, yokluk, sefalet
Zalime sıkılmayan paslı kurşunlar ağlar!
Kimsemiz yok mu bizi ayağa kaldıracak
Boynumuz neden bükük, yaran ağlar, yar ağlar!
N’olur bir yol gösterin, bu nasıl kâbus böyle
Yurdumun temelini canla atanlar ağlar!
Yanan gönlüme çare, ateşime su dedim
On bir ay sessiz bekler, zemheride kar ağlar!
Ne yürünecek bir yol ne de bir dava kaldı
Ömürlük çabamıza kuru ırmaklar ağlar!
Ben ağlarım, susarsam kararan gökler ağlar!
‘Nerde ümmetim?’ diye Ahmedi Muhtar ağlar!
‘Nerde ümmetim?’ diye Ahmedi Muhtar ağlar…
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 02.08.2025
Yüreğimin yükünü nereye indireyim?
Gönlümdeki sızıyı ne yapıp dindireyim?
Ağlamak gerekmiyor göz yaşları dökerek
Yaldızlı gök kubbeme çöktü verdiğim direk.
Ne gidende umut var ne dönende mutluluk
Gördüğüm yüreklerden kan gider oluk oluk.
Şehrin ışıklarında nice umut kıpırdar
Bir gönül dostum gelsin, tek kişilik yerim var.
Yalnızlığım kudurur köpüren ırmak gibi
Sorma ‘Nasılsın?’ diye gördüm yine en dibi.
Sırt verdiğim dağ çöktü, tutunduğum dal kırık
Kurtuluş sahilinde bineceğim sal kırık.
Ne yapayım şimdi ben, kime çare sorayım
Düşümü yorumladım artık nasıl durayım.
Gözlenen yolcu benim yaklaşırken tan vakti
Ayağa kalktığımda bayraktar sancak dikti.
Tuttu elimden benim özgürlük dağlarımda
Yanlışım yine çoktu olgunluk çağlarımda.
İş başa düştü belli, yangın çıktı, han bizim.
Nedensiz ölümlere gönderilen can bizim.
Kutlu soyun çocuğu, el bilmez değerini
Her yolcuya pek çabuk veriyorsun yerini.
Oysa baş köşe senin, Han’a yaraşır hanlık
Sürüye köpek gerek fakat başka çobanlık.
Konuk gibi olur mu sahibi bir hanenin
Bölmeye razı değil, miras gücü yetenin.
Çapulcular doluşmuş hanı yağma var diye
Dönmüş her biri hemen ciğer görmüş kediye.
Madem öyle sen neden güçsüz gibi durursun?
Ata mülkün talanda, el gibi oturursun.
Ağzını açtığında dinlenecek söz olsun
De ki: ‘Dört iklim benim; bahar olsun, güz olsun.’
Yaylalarda ceylanım, ıssızlarda kurdumsun
De ki: ‘Her bir şehitle yoğurduğum yurdumsun!’
Talandayız, nerdesin, yine düş önümüze
Savaşmak tutkusunu aşıla özümüze.
Ta ki düşman titresin, delik arasın fare
Meydan okuyan başlar, devrilsin kara yere.
Biz kim idik bilelim, kendimize gelelim!
Kötü ise yazgımız alnımızdan silelim.
Adalet adımızdı, özgürlük soy adımız
Zalimleri titretsin dile gelen yâdımız.
Ben işte tam o zaman kendime ‘mutlu’ derim
Yaratandan kut alıp baş olan ‘kutlu’ derim.
Yüreğimin yükünü o zaman indiririm
Gönlümdeki o derin sızıyı dindiririm.
Sen de beni görürsün ta özümden gülerken
‘Bedene uygun bu baş, yakıştı bize’ derken.
Milletimin yazgısı yazılsın yeni baştan
Göğümüzde ışıklar, parlasın mutluluktan.
Göğümüzde ışıklar parlasın mutluluktan! (A. D)
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 19.07.2025
Bende kalanlar, benden gidenler çok oldu ve ben gülümsemeyi unuttum çoktan. Gönlüm iyi haberler için duada. Uzun süre sonra Ernest’in yeni bir mektubu geldi, yine bir yardım kuruluşu gönüllüsüne vermiş, Türkiye’ye geldiğinde postaya versin diye. Gönderildiği yere baktım Ankara’dan postalanmış. Ernest, zarfın arkasına ilk anda ne olduğunu anlayamadığım bir çizim yapmış. Bir çocuk eli, bir kalbe dokunuyordu.
Altında üç kelime vardı: “Abdurrahman’ın ellerine dokunun.”
Bu kalp kendisini mi yoksa beni mi temsil ediyordu bilmiyorum.
Hemen mektubu açtım: ‘Efendim, bu geceyi kalabalık bir kampta geçirdim. Sürekli bombalar altındayız. Dün, yıkılmış bir duvarın arkasında onu buldum. Küçücük bir çocuk, yedi yaşında belki sekiz. Üzerinde kirli bir atlet, ayağında tek terlik. Adı Abdurrahman’mış. Bana “Ben Filistin’im” dedi. Arapçam iyi olduğu halde ilk anda ne demek istediğini anlayamadım. Sonra konuştukça ne demek istediğini anladım. Annesinin kolu kopmuş üç gün önceki bombalamada, babası tam üç gündür enkaz altındaymış, dört kardeşinin üzerine duvar çökmüş. Kendisi ve küçük kardeşi o anda dışarıda oynuyorlarmış.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 11.07.2025
Ernest gitti, vedalaşmadan, birlikteyken yazılar yazdığımız masanın üstüne bir not bırakarak: “Efendim, Yusuf’un ayak izlerini takip etmek için gidiyorum. Dönmek kısmet olur mu bilmem. Ama dönemesem bile biliniz ki sizinle konuştuklarım, sizin bana Kur’an’dan okuduklarınız, öğrettikleriniz yoldaşım olacak. Dualarınızı esirgemeyin. Kardeşliğe kabul buyurduğunuz Ernest”
Notun yanında onun defteri, defterin üzerinde söylediklerimi yazdığı kalemi duruyordu. Bu deftere günlerce neredeyse durmadan yazmıştı, belli ki okuyayım diye masada bırakmıştı ama o anda okuyacak durumda değildim. Defterin hızlıca çevirdiğim sayfalarının arasında sıkıştırılmış kırmızı bir kurdele buldum. Kim bilir bu kurdele neden saklanmıştı. Aynı sayfada çerçeve içine alınarak süslenmiş bir ‘B’ harfi vardı. Yüreğimin güçsüzleştiğini hissediyordum, artık acıları kaldıramıyorum, belki de yaşım ilerlediği için böyleydim.
Ernest’ten bir haber bekleyerek geçiyor günlerim. Kötü bir haber alacağım diye yüreğim ağzımda, bile diyemiyorum çünkü Gazze’den tek bir iyi haber gelmiyor ki!
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 01.07.2025
- Ernest, artık seninle daha açık konuşmamız gerekiyor. Ben senin adının kimlik kartında ‘Doğan’ olduğunu, babanın ve annenin savaş yıllarında Avusturya’dan kaçıp ülkemize geldiklerini, gelince de ‘Türk adları alarak Türkçe konuşma’ kararı veren büyüklerinizin talimatına uyduklarını biliyorum.
Ernest kalktı, arkasındaki kitaplıktan aldığı eski bir kutuyu açtı. İçinden sararmış fotoğraflar, bir pasaport, birkaç mektup ve bir de defter çıkardı. Masanın üzerine yavaşça serdi hepsini.
- Evet, gerçek bildiğiniz gibi, dedi sesi titreyerek. İnsan bazen karşısındakinin yaşını yüzünden değil, sesindeki hüzünden anlar ya, öyle bir andı. Gözlerinde çocuklukla yaşlılık arasında sıkışıp kalmış bir bakış vardı. Konuşmasını sürdürdü:
- Babam, Nazilerden kaçmış bir Yahudi, annem bir Alman. Savaşın içine doğmuş ikisi de. Evimizde, bu konular hiç konuşulmazdı. O sıkıntılı yıllarda annem babama sığınmış, babam sığınacak yer olarak Türkiye’yi bulmuş.
Kısa bir sessizlik oldu. Defterin sayfasına dokundu.
- Babam hep derdi ki: ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, burada iş güç sahibi oldum. Fakat ne zaman unutmak istediğim geçmişimden bir şeyler anlatmaya kalksam, geçmişin karanlık suskunluğu boğazımı sıkıyor. Çünkü bazı şeyler gerçekten de anlatılamaz sadece yaşanırmış.’ Şimdi şu anda ben de ilk kez kendi gerçeğimden söz etmeye yakınım. Çünkü siz bana bir yer gösterdiniz, Gazze’yi. Ve Gazze bana, kendi geçmişimi yeniden anlattı.
Ayten DURMUŞ
Çakal kondu kurt yurduna
Gönlüm kırık bu ellere.
İçimde sessiz fırtına
Dökülsün artık dillere.
Çamurum ateşte pişmiş
Torpil-rüşvet ince işmiş
Meğer devir çok değişmiş
Bülbül konmazmış güllere.
Her yoğurttan yandı dilim
Adam kayırma bir ilim (!)
Bu halden razı değilim
Tûtî ne desin lâllere.
Boyun büktü çınarlarım
Kurutuldu pınarlarım
Ses vermiyor duvarlarım
Öfkemi yükle yellere.
Yüz çevirme dostun olan
Gece-gündüz hatır soran
‘Yolculuk var’ deyip duran
Saçlarımda ak tellere.
Bakma çöküp kaldığıma
Bin verip bir aldığıma
Kendimden saklandığıma
Hala közüm ben küllere.
Duanın menzili nere
Sesim ulaşmaz göklere
Çıldırdım da ben kaç kere
Kendimi attım sellere.
Zalimler sırtımdan insin!
‘Paryalık’ yazgım silinsin!
Sessiz isyanım bilinsin!
Neden atıldım çöllere?
Neden atıldım çöllere?
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.06.2025
Geçen gece karşıma bir video çıktı. Bir baba, enkaz altındaki çocuğunun ayaklarını tutuyordu. Kızının sadece ayakları dışarıda kalmıştı. Ağlamıyordu, gülmüyordu, sadece oradaydı. O anda Gazze bana sadece bir yer değil, bir çığlık oldu. Ve ben o çığlığı duydum. O günden beri içimde susturamadığım bir ses var. Her okuduğum haberde, her gördüğüm çocukta o sesi duyuyorum. Dedesinin kucağında bir başka çocuk gördüm yine bir haberde, adı Rim. Vurulmuş bir ceylan. Sanki Rim’in: “Beni unutma.” dediğini duyuyorum. İşte bu yüzden yazıyorum. Yazmazsam unutacağım, unutursam ihanet edeceğim. Benim de dedem, sık sık çocukken bana: "Allah seni her türlü kötülükten, kötülerden korusun" diye dua ederdi. O da Rim’in dedesi gibi dosdoğru ve tertemiz bir kişi olarak, belleğimde derin izler bırakarak yaşadı, göçüp gitti. Yalanı ve ihaneti hiç sevmezdi. O nedenle ben de Gazze’ye asla ihanet etmeyeceğim.
Vicdanı olan biri, dünyanın bir ucundaki acıyı kendi içinde hisseder. Yazan ise acıya ortak olur. Acıyı unutturmamak için yazan ise direnişe katılır. Biz, kelimeleri nurdan birer mermi gibi kullanmalıyız. Nurdan mermilerimiz ulaştığı yerde kim varsa onu uyandırmalı. Ernest, yazmanın bir kısmı yazdıkça kişiyi rahatlatan yazılardır; diğeri ise yazdıkça yaraları kanatan, öfkeyi bileyen, uyuyacak olanı uyutmayan, oturanı kaldıran, ayaktakini koşturan yazılardır. Bizim yazılarımız Ernest, bizi rahatlatıyorsa yazmamız amacına erişmemiştir.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 06.06.2025
Gazze savaşı, bedenimizden narkozsuz uzuv koparma işlemi durumuna geldi Ernest. Daha ne kadar bekleyecek Müslüman olduğu iddiasında olanlar? İddia ispat istemez mi? Daha neyi bekleyecek Müslümanlar, bıçak şah damarımıza dayanmışken, münafıklarla zalimlerin kurtarıcılığını mı? Bu düzeyde ezikliğin, zavallılığın sebebi nedir? Bu iş İslam dünyasının kadınlarına mı kaldı yoksa? Kendisine bu koşullarda cihat farz olanlar, helalleşerek kefenini giyip öne düşmesi gerekenler nerede, ne zaman ortaya çıkıp üstlerine düşeni yapacaklar?
Herkesin yapılacak işi bilip kimsenin gerçek anlamda gerekeni yapmadığı durumlarda, ortaya Gazze çıkar. Biz de Kaşgar için, Keşmir için, Kırım için yakmadığımız ağıtlarımızı Gazze diye yakıyoruz Ernest. Tıpkı, iki oğlunu daha yitiren Yakub’un bu haberi alınca ‘Ah Yusuf!’ (12/84) diye ağlaması gibi. Zalimlerin Gazze karşısındaki tüm sözleri ise babasını annesini öldürdükleri çocuğa 'Ağlama' demelerine benziyor. Dünya Gazze’ye ve bize yalnızca ‘Ağlama!’ diyor Ernest, ‘Ağlama gözlerim Mevla’m kerimdir.’ (A.E. Çiçek) diyenin çaresizliğini yaşıyorum.
Sık sık ruhumun ve gönlümün çok yorulduğunu bazen tükendiğimi hissediyorum Ernest. Zihnim, parçalanmış Osmanlı ülkesi gibi. Kalbim koparılmış ‘yaşa’ deniliyor, gözüm oyulmuş ‘gör’ deniliyor, dilim koparılmış ‘konuş’ deniliyor, baş bedenden ayrılmış, bedenin her bir parçasına ‘sen başsın böyle de yaşayabilirsin’ deniliyor. Mideden, işkembeden baş olsa düşüncesi ne olur? Kendileri birleşirken bizi bölük pörçük etmeye çalışanların amaçlarını anlamak için olağanüstü bir zekâ da gerekmez ki!