Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.12.2021
Toplumda bazı yetişkinler görürsünüz, ergenlikten bir tık yukarıdadırlar. Tavırlar, davranışlar, eleştiriler… Arkanızı dönmüş olarak bu kişileri dinleseniz yüzde yüz sorunlu bir ergenin konuştuğunu düşünürsünüz. Ancak merak edip yüzünüzü dönerseniz konuşanın yaşını görerek şaşırmanız mümkün olur. Gördüğünüz durum, sizi şaşırtmaktan öte: ‘Acaba insanların bu türlü özellikleri, sözleri, tavırları, yaşları ilerlese de olduğu gibi kalıyor da insanın bedeni mi yaşlanıyor?’ düşüncesine götürebilir.
Bir ergen için mutluluklar ve sorunlar, bunların nedenleri yetişkinlerden farklıdır. Avuç içi kadar toplumsal çevre, yaşıt grubun ve sınırsız teknoloji dünyasının etkileri, ailenin sahip olduğu nitelik ve imkânlar ya da imkânsızlıklar. Denilebilir ki: ‘Bunların hepsi yetişkinler üzerinde de etkilidir.’ Doğrudur. Ancak şöyle bir farkla: Ergen, tüm bu etkilere karşı ökseye tutulmuş gibi beklerken olgunlaşmaya başlayan kişi bunların hepsini aşabilmeye çalışır. Yani ergende duruma boyun eğme daha ağır basar. Şu sorulabilir: ‘Peki, o zaman ‘ergen isyanları’ denilen durum nedir, böyle boyun eğme olur mu? Gerçekte o da bir çırpınışın içinde değil midir?’ Evet, doğrudur; ancak ergen, kurtulmak için bir çırpınıştan çok bir reddiye içerisindedir. Neyi reddettiğini az-çok bilir ancak neyi istediği konusunda netleşmiş değildir. O, zaten bu yüzden ergendir. Yetişkini ergenden ayıran da bu olmalıdır. Yetişkin, itiraz ve reddiyeler yanında bunların nedenlerini ve sonuçlarını inceler; anlamaya çalışır; ulaşılabilecek amaçlarını da belirler.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 28.11.2021
Kur’an üzerinde çalışanlar, konu bakımından Kur’an’ın amaçlarını toparlayıp sıralamaya çalıştıklarında üç ana başlık belirlerler. Bunlar: Tevhid, risalet, ahirettir. Gerçekten de geçmişteki elçilerin yaşamları, yöneticilerin toplumu yönlendirmeleri, bürokratların tutumları, ezenler-ezilenler, örnek kurgularla anlatılanlar, Hz. Muhammed as. dönemi ve ölüm sonrasına dair anlatılanların hepsi ve bunların dışındaki genel anlatımların tamamının amacının bunlar olduğu anlaşılabilir. Üzerinde duracağımız konunun anlaşılabilmesi için hepsi birbirini bütünleyen ve gerektiren bu üç konudan birkaç cümleyle söz edelim:
1. Tevhid: Evreni yaratan bir yaratıcının var ve bir olduğunu, bu yaratıcının zatına ve ona ait sıfatlarına ortak koşmadan inanmak gerektiğini, yaratılmış ne varsa hepsinin Yaratıcıya ait evrende onun yasaları içerisinde yaşamakta ve ölmekte olduğunu ifade eder.
2. Risalet/Elçilik: Kur’an’da; ‘Nebi, Cebrail, Vahiy ve Nebilerin elçisi’ karşılığı olarak kullan ‘rasul’ sözcüğüyle, Yaratanın, insanlara, örnekler eşliğinde bireysel ve toplumsal olarak doğru yaşamayı öğrettiği ilkeler kast edilir. Bu ilkeler, görevli bir güç (/Cebrail) aracılığıyla Allah tarafından görevlendirilmiş bir kişiye, ulaşabildiği tüm insanlara iletmek üzere verilir. Bu süreçte gönderilen İlahî bilginin ilkeleri kadar, elçilerin yaşamları ve kişilikleri de ‘usvetun hasenetun/en güzel örnek’(Ahzab33/21) olarak insanlığa sunulur.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 15.11.2021
İnsan eylemlerinin kaynağı; duygu, istek ve akıldır. Herhangi bir eylemde bunların ne kadarının ne zaman kullanıldığı veya kullanılıp kullanılmadığı eylemin niteliğini ortaya koyar. İnsanların benzer durum, söz ve eylemler karşısında, birbirlerinden çok farklı tepkiler ortaya koymaları bu yüzdendir. İmam Maturidi de: ‘İnsanlar tasdikte birbirine eşit fakat amellerde birbirinden farklıdır.’ sözüyle esasında her eylemin en az kişinin kendisi kadar öznel olduğuna işaret etmektedir. Çünkü esasında her kişinin sözü ve eylemleri, akıl düzeyini de ortaya koyar.
İnsanları eyleme iteleyen nedenler vardır. Bu nedenlerden bir kısmı kişi için amaç durumuna geldiğinde yapılan işlerin anlamı da değişir. Bu amaç insanın ‘sevgi, öfke, kin, özlem, hırs, acı…’ gibi duygularının her biri ile de beslenebilir. Kişideki duygu ve düşüncelerin eylemleri etkileme biçimi, onun ahlâki yapısıyla yakından ilgilidir. Kâtip Çelebi’ye göre ‘ahlâk’ şer’i ilimler arasında yer almaz. O, ahlâkı daha farklı etkenler sonucu kişide ortaya çıkan nitelikler olarak kabul eder. Elbette insanda ortaya çıkan her nitelik ve durum, onun aklını kullanma düzeyiyle de doğrudan ilgilidir. Belki de bu yüzden ‘İnsanı; beden, duyu ve zihin/algı’ olmak üzere üç boyuta ayıran Endülüslü filozof İbn Bâcce: ‘İnsan aklıyla ayrılır.’ sonucuna ulaşmaktadır. İnsan tüm eylemlerini bedeniyle yapar ancak bu tüm eylemler, kişinin ‘duyuları ve zihni’nin yönlendirdiği aklın itici gücü ile başlar, sürer ve biter.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 04.11.2021
Değerli kardeşim T., birlikte yediğimiz yemek, içtiğimiz çay hatırına, buraya yazdıklarımı, bana söz ettiğin arkadaşına gönder; benim gibilerin durumunu kaleme aldığı bir yazı yazsın da bizim aldanış öykümüzü başkaları yaşamasın.
‘Hanımefendi! Beni tanımıyorsunuz biliyorum; hakkımda öğrenmek istediğiniz her şeyi ortak arkadaşımız T., size yazıp gönderdiklerime ve sizden ne istediğime ek olarak anlatacaktır. Beni anlayacağınızı umuyorum. Sizden çok şey istemiyorum, suskun çığlığıma ses olun yeter!’
‘Ben her açıdan çok zor şartlarda liseyi okudum ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Bölümünü kazandım. O dönemde birkaç arkadaşımla birlikte başörtüsü kullanma kararı aldık. Tabii bu karar ne demekti o zamanlar, bunu şimdi açıklamak gerçekten zor; çünkü başörtüsü tüm hayatı baştan aşağı değiştirmenin adıydı. Bu kararı aldıktan sonra tüm hayatımızı yeni baştan düzenlememiz gerekiyordu. Çünkü artık -pek de bilmediğimiz- dinimiz İslam’ı temsil konumundaydık ve bu çok şerefli bir konumdu. Hep birlikte kitaplar alıyor, okuyor, okuyorduk. Kapak adı ‘İslam’da bilmem ne?’ olan kitaplar yayımlanıyordu mantar gibi ardı ardına ve ben de hepsini bulup, alıp okuyordum. Bir süre sonra İslam’ı iyi öğrenmek adına daha temel kaynakları okumaya başladım. Okumaya olan sevgim ve var olan okuma alışkanlığım, ciltlerce temel kaynakları okumamı da kolaylaştırıyordu.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 26.10.2021
Sürekli aynı ortamda, aynı veya benzer kişilerle birlikte olmak bir süre sonra kişilerin çevresiyle aynılaşmasına ve körleşmesine neden olmaktadır. Ortak sevgiler gibi ortak nefretler de insanları birbirine yaklaştırır, bir arada tutar. Bu nedenle bir topluluk oluşturmak isteyen kişiler zaman zaman nefret unsurlarını, birlikteliğin dolgu malzemesi olarak kullanırlar. Ancak bu yöneliş, sağlam bir birliktelik nedeni değildir. Çünkü sevgi ve nefretin her ikisi de körleşmeye neden olan iki önemli duygudur.
2021 yılının sonlarına yaklaşırken ülkemiz, sevgi ve nefret kutuplarının sertleştiği bir zaman diliminin soğukluğunu yaşıyor. Yaşanan nefret de kör, sevgi de. Nefretin getirdiği körlük belli oranda anlaşılabilir. Ancak hiçbirimiz, sevginin hepimize yaşattığı körlüğün acı bedelinin ve sonuçlarının farkında değiliz. Oysa sevdiklerimiz de herkes kadar yanlış yapıyor olabilir hatta herkesten daha çok. Bunun olabileceğini düşünmek, görmek, kabul etmek gerekmez mi? Duygu ve düşünce dengesine sahip kimseler olabilmek için ister sevdiklerimizin ister sevmediklerimizin yanlışlarını görürken yaptıkları güzel işleri de yok saymamalıyız. Eleştiri ve övgülerimiz bu anlamda bir dengeye sahip olmalıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 13.10.2021
Toplumsal yaşamın her alanındaki birliktelikler öncelikle ortak amaçlar üzerine kurulur. Ancak oluşturulan birlikteliklerin dağılmaması için ortak düşman ve düşmanlıklar da gerekli görülür. Bu durum iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de böyledir.
Buna Sovyet Rusya’nın yıkılışıyla ‘amaç ve düşman’ yokluğuna düşen NATO VE AB’nin yeni düşman arayışını örnek verebiliriz. İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında -herkesin bildiği- şu sözleri söylemişti: “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır”. Böylece Sovyet sosyalizminin yayılmacılığına karşı oluşturulan birliktelikler ve kuruluşlar, dağılıp çözülmemek için ortak ve kendilerince anlamlı bir düşman bulmuş oluyorlardı. Bu da esasında yüzyıllardır olduğu gibi 1. Dünya Savaşında tam anlamıyla ortaya koydukları ancak yaşadıkları 2. Dünya Savaşının ağır sonuçları nedeniyle yeniden açıkça ortaya koymayı erteledikleri, tarihî genlerinde kodları bulunan eski İslam düşmanlığıdır.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 01.10.2021
EMRULLAH BEYİN KABUK DEĞİŞİMİ
40 yaşına girmişti. Uzun süre düşündükten sonra bazı sonuçlara ulaştı. O günden sonra ön tarafı dökülmüş saçlarına ve çenesinin iki tarafı biraz ağarmış sakalına uzun bir süre dokunmadı. Belli bir uzunluğa gelince yeni bir berbere gitti ve istediği tarifi verdi. Berber ensedeki saçlarının bir kısmını kısa kesti üstte kalanların boyunu düzeltip Emrullah Bey’in getirdiği lastik tokayla saçlarını topladı ve ince kıvrım tel tacı da taktı. Sakalını bıyık ve çene altını bırakarak keçisakalı veya top sakala denilen bir şekilde kestirdi. Oradan çıkınca az ilerideki kuyumcuya gitti, sağ kulağına iki delik açtırıp birine parlayan diğerine metal iki minik top küpe taktırdı; sol kulağına tek delip açtırıp ona da bir halka küpe taktırdı. Çıktı, diz altına uzanan bir şort ve onun altına giyebileceği bir ayakkabı aldı ve son olarak her modelde başörtüsü satan bir eşarp mağazasına girdi ve tezgâhın gerisindeki kadına: ‘Fular var mı?’ dedi. Tezgâha konulan fularlardan farklı renkte ve modelde birkaç tane alarak evine döndü.
Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.09.2021
(Yazı uzundur, önemli işleri olanlar ve okurken yorulacak olanlar lütfen okumaya başlamasın.)
Öğle arası olmuş, öğrenciler dışarı çıkarken öğretmenler de kendi odalarına doğru gidiyorlardı. Okulun edebiyat öğretmenlerinden Ayten Hanım, öğrencilere okunmasını yararlı gördüğü kitap önerirken dersten çıkışı gecikmişti. Öğretmenler odasına girdiğinde, neredeyse herkes birer çayla öğle yemeğini yemeye başlamışken hararetli bir konuşmanın başladığını görmüştü. O da geçti çayını yiyeceğini alıp masanın ilerisine doğru oturdu. Konu genellikle olduğu gibi öğrenciler ve sınıfların durumuydu.
Tarih öğretmeni Yıldız Hanım: Arap okulunda gibiyim. Sınıflarda 3, 4 Türk; 20 küsur yabancı. Konuşma, okuma, yazma hiçbir şey yok. Salgınla 11, 12 olmuşlar, dil bilmiyor, okuyamıyor, anlamıyor, anlatamıyor, dersi nasıl işleyeceksin.
Fizik öğretmeni Yeşim Hanım: Ben anlamadım ne oldu böyle üç beş yılda tüm sınıflarda 3, 4 Türk var, gerisi yabancı.