- Herkesin bildiğini ve anladığını, daha tumturaklı sözlerle ifade edip sanki daha önce ve elan o gerçekleri kimse bilmiyor, ilk defa kendisi ifade ediyor gibi bir edaya bürünerek, geriye yaslanırken ağzının kenarında anlamlıca bir gülümseme, hakikat karşısında bir işe yaramaz, dedi ve başını eğdi Zümrüdüanka.
Onu akil biridir diye karşısına götürdükleri, neredeyse akşama kadar, onun yüzünde anlamlı bir tepki veya ifade görmek arzusuyla konuşup durmuştu. Seneler senesi biriktirdiği tecrübeyle ve kendinden öncekilerin anlattığı, öğrettiğiyle toplumu içinde sivrilen Rade, Zümrüdüanka’nın yüzüne bakıyor, gözlerini görmek istiyordu. Fakat Zümrüdüanka’nın gözleri ya önünde ya sağda solda ya da uzaktaydı. Sanki gözbebekleri titriyor gibiydi. Acaba kederden mi, heyecandan mı, mutluluktan mı? Zümrüdüanka’nın gözbebekleri neden titriyordu? Kendisiyle karşılaştığı için heyecanlanmış olabilir miydi? Yıllar sonra Rade, böyle bir şey olabilmesi ihtimali sebebiyle gülümsemişti.
Karşısında heyecanlanılan biri olmak
Karşısında Zümrüdüanka gibi birisinin heyecanlanması
Rade, büyük bilge ata Nerya’nın anlattığı bir şeyi hatırladı: ‘İnsanlara gönderilen son peygamberin karşısına bir adam gelmiş, korkudan ve heyecandan titriyormuş. Son Elçi demiş ki: Niye titriyorsun, ben de senin gibi kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.’ Düşündü, bunu ancak gerçek bir peygamber söyleyebilirdi, yoksa herkes nedense karşısındakilerin sevinçten, korkudan, heyecandan ya da başka bir şeyden titremesini en azından sesinin titremesini isterdi.
Zümrüdüanka, Rade’ye, ufuklara doğru gitme hayalinden vazgeçsin, onu vazgeçirsin diye getirilmişti.
- Toplumun danışılan bilgesiyim ya, diye kendi kendisiyle eğlendi. Kendi yaralarına çare bulamayan bir otacı, bir sağaltıcı…
Rade, Zümrüdüanka’ya, toplumsal düzenin gerekliliğinden söz etmişti. Bu düzenin hizmet veren bir parçası olması gerektiğinden söz etmişti. Bunun vicdanî bir borç, bir zaruret, mutluluk için bir zorunluluk, kendisine emek verenlere karşı bir sorumluluk olduğundan söz etmişti. Fakat dilinin ucuna gelip gelip geri dönen bir gerçeği bir türlü söyleyemedi. Şunlar geçiyordu içinden bir türlü seslendiremediği:
- Ben de hep senin gibi ufuklara doğru gitme hayali kurdum. O kadar çok görev ve sorumluluk yüklendi ki üzerime, sanki gidersem geride her şey darmadağın olacak, tüm düzen bozulacak ve arkadakiler bana lanet edecek gibi geldi. Bir türlü gitmeye cesaret edemedim.
Rade, Zümrüdüanka’nın başka yönlere bakan gözlerine ve yüzüne bakarken içinden geçen bu sözleri elbette kendisi bile yıllar sonra yeniden kendi iç sesinden duymak istemiyordu. Son olarak:
- Bizler, hepimiz çoğu kere söylemek istediklerimizi değil, söylememiz gerekenleri, bazen de karşımızdakilerin duymak istediklerini söyleriz. Keşke bu hastalığı tedavi için bir yol olsa, deyip sustu.
Zümrüdüanka, bu cümle üzerine ilk defa Rade’ye baktı. Başı önüne eğikti, gözleri de yerdeydi. (Sütannem: Yere bakan gözler de gerçeği görebilir. Temiz kalan gözlerin sahibinin, gönül gözü yani basiret basarı açılır, derdi.) Zümrüdüanka uzun bir aradan sonra ilk defa konuştu ve:
- Nasıl yani, dedi şaşkınlıkla.
Baktı, bekledi ama hiç cevap alamadı. Kendisine arkasını dönüp giderken Rade’nin gözlerinden yuvarlanan yaşları görmüştü. Pek çokları gibi o da ağlarken görülmek istemiyordu.
Bu durum, zayıflık mı telakki ediliyordu.
Hayır. Ama belki kimse karışmasın ‘Ağlama, ağlanacak ne var? Herkes sana imreniyor bak.’demesin diye, herkes kendi kendine ağlamak istiyordu. Yoksa kim istemezdi ki ağlarken başını yaslayacak bir omuz, yatacak bir kucak ya da gözlerinin gölgesinde saklanacak birini. Zümrüdüanka, Rade’ye ne omuz, ne kucak, ne de kanat olabilirdi. Onun hali kendi hüznünü daha da artırdı.
Oradan dönerken Zümrüdüanka yine geçmişi düşünüyordu. Hatırlamak istiyordu şimdi, kendisi ağlarken ona kim omuz olmuş, kim kucak açmış, kim kanatlarını altına sermişti, gölgesini üstüne yaymıştı.
- Ben, dedi Zümrüdüanka, hep yalnız ağladım hep yalnız. Belli ki karanlık gölgelere kendisini ve gözyaşlarını saklayan Rade’de hep yalnız ağlamış. Ama yalnızca gözyaşlarının birleştirdikleri, aynı yolun yolcusu olamazlar ki…