Dünya üzerindeki herhangi bir şeyin bize gerek bırakmayan varlığı, çok uğraşılmadan elde edilen şeyler olması, o şeylerin yokluğunun düşünülememesi, o varlıkların değerinin insan zihninde yeterince kavranılmamasının sebeplerindendir.
Mesela,güneş her sabah doğuyor, ısıtıp, ışıtıyor, doğal geliyor.
Yağmur zaman zaman yağıp dünyayı suluyor, doğal geliyor.
Rüzgar esiyor, bulutları topluyor, bitki tohumlarını saçıp savuruyor, doğal geliyor.
Dünya dönüyor, vakti gelince eğiliyor, doğruluyor doğal geliyor.
Vakti gelince kar yağıyor, hava soğuyor, ısınıyor, doğal geliyor.
Vakti gelince çiçekler açıyor, meyveler, sebzeler oluyor, doğal geliyor.
Vakti gelince insan ölüyor, kimi doğal geliyor, kimine……
Sanki her şey böyle olmak mecburiyetinde imiş gibi algılamak, bizi; hepsi bir mucizeden başka bir şey olmayan her şeye karşı, her olay ve duruma karşı duyarsızlaştırıyor.
Düşününüz ki, güneş doğmasa, yağmur yağmasa, rüzgar esmese, dünya dönmekten vaz geçseveya yörüngesinde içeri veya dışarı doğru kaysa, işte bunlardan sadece biri olsa hayat biter.
Biret parçası olan gözün görüyor olması, bir et parçası olan dilin konuşuyorolması, elin değil de dudakların ve yanakların gülmesi, elimdeki kalemi tutabilmek birer mucizeden başka nedir. Bir et parçası olan dilimi konuşturan,elimi de konuşturabilir mi? şüphesiz evet.
Çevremizde olup da hem varlığı hem işlevi mucize olmayan ne var?
Çocuklar,dünya nimetlerinin en güzellerinden, en önemlilerinden, en tatlılarından birisi hatta en tatlısıdır. Anne-babalar hayatlarını çocuklarının nasıl da tıka basa doldurduğu üzerinde düşünmelidirler. Çocuklar onca ağır sorumluluklarına rağmen, sevgisi fıtratımıza yerleştirilmiş varlıklardır. Bebeklikleri bir ayrıgüzel, çocuklukları bir ayrı güzel, ergenlikleri bir ayrı güzel, yetişkinlikleri bir ayrı güzel.
“Herşeyin küçüğü sevilir.”der bizim insanımız.
Çocuğuyla bir kere daha çocuklaşır, torunuyla bir kez daha çocuklaşır. Hatta kendi çocukları küçükken, sorunlar ve sorumluluklar sebebiyle onlarla yeterince küçükleşemeyen büyükler, tüm çocuklaşma arzularını torunları dünyaya geldiğinde, onların o minicik, her gün büyüyen varlıklarıyla giderirler.
Busebeple böyle anne-babaların:
“Torun evlattan tatlı oluyor.”dediklerini duyarsınız. Kendi çocuklarına gösteremedikleri sabrı, sevgiyi, şefkati, ilgiyi torunlarına bol bol gösterenpek çok böyle insan tanımışsınızdır. Belki sizin aile büyükleriniz de böyledir. Ne yapalım, çocukların en çok sevgiye, ilgiye, şefkate, sabra muhtaç varlıklarolduğunu ( kendi evlatlarının çocukluğunda değil) belki ancak bu yaşta öğrenebilmişlerdir.
Çocuklarımızın kıymetini anlamak için de bir an için bize verilen bu emanetlerin, birer birer, herhangi bir vesileyle alındığını düşünelim. Allah esirgesin, hayali bile çokacı olan böyle bir durum karşısında, çocuklarımız adına sorun haline getirdiğimiz, sorun olduğunu sandığımız şeyler ne kadar da küçüldü, basitleşti değil mi? Önemli olanın, onlarla ilgili sorunlar değil, onların bizzat kendisi olduğunu düşünürüz böyle vakitlerde. Elbette hayatın her bölümünde, her zaman sorunlar olacaktır. Bunları büyütürsek büyük sorun olacaktır, çözer ve küçültürsek halledilecektir.
Doğmadan önce sevmeye başlamalıyız çocukları, “ Hakk’ın ilahi bir lütfu ve emaneti” olarak algılamalı, özleyerek gözlemeliyiz. Sonra da “ ahdini yeni yapmış” birinsanın beden elbisesi giymiş haline “ Hoş geldin” demeliyiz.
“Yavrucuğum sensiz ıssız olan dünyamıza hoş geldin. İnşallah iyi bir insan olarak, güzel bir hayat yaşar ve geldiğin yere güzelliklerle dönersin.”demeliyiz.
Her güzelliğin gerisinde, sabrı öğreten nice zorluklar vardır. Güzel ve zor biraradadır, yapışık ikizdir hatta. Çocuklarda da tabi ki böyledir.
“Dikkatedin! şükredilmeyen nimetler, öldürücü ve yok edicidir.”
(CamiusSağir:H No: 7197)
Doğarak,varlıklarıyla dünyamızı bereketlendiren yavrularımızın kıymetini doğduktan sonra da bilmeli, onları sevgi çemberinde büyütmeliyiz.
“Sekiz aylık hamile bir hanımın yanına, ilgi ve sevgi gördüğü için, komşunun beş altı yaşlarındaki küçük kızı sık sık geliyormuş. Yine böyle günlerden birinde bu küçük kız, anne karnındaki bebeğin hareketini görmüş ve sormuş:
- Yenge, ne yapıyor bebek?
- Tekme atıyor, demiş. Küçük kız biraz düşünmüş,
- Yenge bak o seni dövüyor, sen de doğunca onu döv, e mi.
Genç hanım bu küçük kızın intikam tavsiyesine çok gülmüş,
- O, Allah’ın bana emaneti ablası, ben onu döver miyim hiç, demiş. Birkaç dakikalık düşünme neticesi, küçük kız kalkmış ve,
- Ben eve gidiyorum, ben de Allah’ın anneme emanetiyim, söyleyeyim o dabeni dövmesin, deyip, üzgün bir halde çıkıp gitmiş.”
İşte tertemiz bir mantığın yaptığı kıyas ve ulaştığı sonuç.
Herhangi bir varlığı, yapısı ve fıtratının gerektirdiğinin dışında bir şey için kullanmak ve o hale getirmek zulümdür.
Meselaata, eşeğe, deveye binmek doğal ancak öküze, ineğe binmek öyle değildir. Varlıkların fıtratlarının gerektirdiği muamele, varlığın kendisine olduğu gibi, varlığın Sahibi’ne de saygıdır.
Buradan hareketle;
Çocuklarınız dövülsün diye yaratılmışlarsa dövün.
Başkabir şeye kızıp, ona bağırıp deşarj olmanız için yaratılmışlarsa bağırın.
Doğrusunu, davranışlarınızla gösterip sözlü olarak anlatmadığınız yanlışlarında, uyarmadığınız basit hataları sebebiyle kızıp, azarlayın, bunun için yaratılmışlarsa yapın bunları.
Kendi kusurlarınız için, burnunuzdan kıl aldırmaz, onları ya kusur kabul etmez ya da etsenizbile özür dilemez, düzelme yoluna gitmezsiniz, (çünkü size ceza verebilecek kimse yoktur) ancak çocuklarınızın her kusurunu haykırın yüzlerine ve cezalandırın onları gücünüz ne şekline, ne kadarına yetiyorsa. Bunun için yaratılmışlarsa yapın bunları.
Ve insan sevgisini kaybetmiş, insanın tavuk kadar bile değerinin olmadığı, hiç sebepsiz veya çok basit bir sebeple öldürülebildiği çağın, bunları doğal gören nesline yazıklar olsun ki;
Onlar ineğe binmeyerek onun fıtratına bir anlamda saygı göstermekteler, ancak içinde yaşanılan toplum, hem kendi çocuklarının hem de diğer çocukların fıtratını bozmada, kendilerinin ve toplumlarının düşmanlarının bile yapamayacağı kadar korkunç şeyler yapmakta, korkunç şeylere sebep olabilmektedirler. Böyle bir toplum içerisinde, anne-babaların, anne-babalık görevleri en az üçe dörde katlanmak zorundadır. Başka çaremiz yok, neslimize her anlamda sahip olmak zorundayız. Biz onların uzun yıllar bahçıvanı olmak durumundayız, görevimiz bu.
Gülleri, goncaları, çiçekleri yolunmuş hangi bahçenin güzelliğinden söz edilir. Böylebir bahçede kuşlar öter, bülbüller şakır mı?
“Yar için ağyara minnet ettiğim tan eylemem
Bağıban bir gül için bin hare hizmetkar olur.” (Fuzulî)
(Sevdiğim için, sevmediklerimin kahrına katlanmama şaşırma, bahçıvan da bir gül için bin dikenin sıkıntısına katlanmıyor mu?)
Üstadımız Fuzulî’ye bir destek de Karacaoğlan’dan gelir:
“Gübreliğe inen konan kargalar
Hasbahçede gül kadrini ne bilir?”
Güllerimizin kadrini bilelim.
Güllerimiz gülsün, güllerimiz açsın, solmasın diye, onların hadimi, bahçıvanı olmak, onların kıymetini bilmek, onlar için şükürler edip, şükür namazları kılıp, şükür için sadakalar vermek bu bilinci tüm hayatımızda eylemlerimizle göstermek, çocuklarımızın, anne-baba olarak bizim üzerimizdeki evlatlık haklarındandır
Kavmine yenildiği halde, hangi insan kızları sebebiyle Lut as.kadar mutlu ve kim,tufanı atlattığı halde oğlu sebebiyle Nuh as. kadar kederli olabilir.
Çocuklarınız Sizden Ne İster? isimli kitabımızdan alınmıştır.