Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 16.07.2024
‘Biz âdemoğullarını değerli kıldık.’ (İsra 17/70)
Olgun insan, olgun insanların bulunduğu aile veya aynı nitelikte insanların bulunduğu sosyal çevrede yetişir. Olgun insanların en belirgin özelliği, güçlü oluşlarıdır. Her yenilgi, önce ruhlarda başlar. Onlarınsa tükenmeyen bir ruhsal enerjileri ve bileği bükülmeyen, diz çökmeyen, tuş edilemeyen bir ruhsal kuvvetleri vardır. Bu sebeple her ne yaşarlarsa yaşasınlar, ayaktadırlar; kaldıkları yerden devam ederler. Çünkü gönül sırtlarını, tükenmez, bitmez bir güç kaynağına dayamışlardır. Her an bir ‘oluş ve bozuluş’ (/kevn ve fesad) olduğunu yani her hal ve durumun her an yaratıldığını (55/Rahman:29) bildiklerinden, ‘imkânsız’ kelimesi –biiznillah-, onların lügatlerinde yoktur.
Olgun insan, bir Yaratıcıya inandığından kendisine güvenen ve gelecekten korkmayan kişidir. En büyük sorunlar karşısında bile bir çıkış yolu olabileceği bilincindedir. Edepli, merhametli, alçak gönüllü, güler yüzlüdür. Zamanın ömür olduğunu bildiğinden boşa harcamamaya çalışır. Ömrünün her döneminde ilim öğrenmek için zaman ayırır. Helal ve haram ölçülerinde son derece dikkatlidir. Sözlerinde asla yalana rastlanmaz, âdil ve güvenilir bir insandır.
Olgun insan, hata yapmaktan korkmaz. Hataları olabileceğini her zaman kabul eder ve bunlarla mücadele eder. Kusursuz olabileceği gibi bir zannı yoktur. Kendi hatalarını söyleyeni sever, hata yapanı mazur görür. Hatayı gelişmenin şartı olarak kabul eder ve yaptığı hatadan ders alması için karşısındakine fırsat verir. Kişisel eğitim ve terbiyenin, bir ömür devam ettiğini bilir. Özellikle öfkesini kontrol altında tutmaya çalışır.
Olgun insan, sade bir hayata taliptir. Zengin de olsa kanaatli ve iktisatlı yaşar; israftan, sefahatten, lüksten, aşırı tüketimden, aşırı konfordan, gösterişten uzak durur. Bu yolla kendini ve çevresini rahatlatır. İnsanî duygularından haberdardır; üzülünce veya duygulanınca ağlamaktan utanmaz.
Olgun insan, çevresindeki her şeyin, -daha önce yaşayıp gidenler gibi- muvakkaten kendi hizmetinde olduğunu bilir. Bu yüzden en fazla, emanet bilinci içerisinde, saygılı bir kullanım hakkı olduğunu bilir. Dünyayı ve her şeyi kendine emanet, kendini Yaratıcısına karşı sorumlu görür. Bu sorumluluk gereği adeta gönül gözünü Rabbine dikerek yaşamaya çalışır.
Olgun insan, kendini iyilerden görmez; bu sebeple bilinçli bir şekilde nefsin hevalarına karşı isyan ve itiraz bayrağı açmıştır. Mutluluğun, nefsin hevalarının tatmininde değil, akıl, kalp, gönül, ruh, vicdan gibi makamlarının doğru ve yeterli şekilde tatmininde olduğunu bilir. O, ilk özgürlük savaşını kendine karşı vererek bağımlılıklarından kurtulmaya ve gerçek anlamda özgürlüğe kavuşmaya çalışır.
Olgun insanın, kendisinin ve başkalarının hayatında, tartışma konusu yapmayacağı şeyler vardır. Bunlar ‘iman esasları, helaller, haramlar, ibadetler, farklı durumlarla ilgili Kur’anî hükümler’ gibi hususlardır. Bazı konuşmaların, sözlerin ancak gevezelik, zevzeklik, lafazanlık olduğunu bildiğinden, bu tür şeylerden uzak durmaya özen gösterir.
Olgun insan, herkesten çok kendisinin ıslahıyla uğraşır. Bu anlamda çevresinden çok kendisiyle meşguldür. Bu yolculuğu esnasında zor bile olsa tek kalmaktan çekinmez. Kendine şunu söyler: Tek başına kaldığında, tek başına durma, tek başına yürü. Çünkü önden gidenler: ‘Doğru yol işte budur, gel, diye sen bir yürü de/ O zaman bak, ne koşanlar göreceksin sürüde.’(Akif) demişlerdir.
Olgun insan, muhataplarından kendisine yeni kardeşler, dostlar edinmesinin, kendisini dünya ve ahirette yüksek merhalelere getireceğini düşündüğünden, insanlar onun kayıtsız şartsız düşmanı değildir. Onları ezme ve yok etme gibi bir hedefi yoktur. Dahası onların adalet içinde yaşamasını ve gerçek anlamda var olmasını hedefler. O, başkalarına, kendisine davranılmasını istediği biçimde davranmayı ve yaklaşmayı ilke kabul etmiştir.
Olgun insan, toplumu içinde iyiliğin yaygınlaşması, kötülüğün azaltılması için mücadele eder. Gücünün yettiği hiçbir durum için ‘Bana ne?’ demez. O, vazifelerinin Allah’a ve insanlara karşı iki türlü olduğunu ve vazifelerin haklardan önce geldiğini bilir. O, hizmet zamanı önde olur, ücret zamanı ortada görünmez hatta yaptıklarına insanlardan bir karşılık beklemekten utanır. Bu yüzden onların sözleri ve yaşayışları başkalarına tesir eder.
Olgun insan, özellikle mal, makam, güç, imkân sahibi olan zalim, fasık, kâfir ve münafıklara övgü ve iltifatlar dizmez. Bunu, insan izzetini yok eden bir tavır olarak görür.
Olgun insan, ‘Geçmişi taklit ve Batıyı taklit’ adlı iki hastalığın, insanlığın bugününü felç ettiğini bilir. Bu iki hastalıkla da gücü yettiği nispette uğraşır. O, kendisinin ve toplumunun ‘şimdi ve burada’ olması gereken reçetelerinin, ‘şimdi ve burada’ olanlar tarafından hazırlanması gerektiğinin de farkındadır. Çünkü Batı’yı veya geçmişi taklit etmenin, şimdiyi ve geleceği kurmaya yetmeyeceğini bilir. O, kendisini modernite ile gelenek arasında sıkışmış hissetmez. Birisini savunmak adına diğerini yere vurmaz ve asla muhafazakâr olmak istemez. Sorunların tek sebebini gelenek olarak görmediği gibi, çözümü de moderniteye teslim olmak olarak görmez.
Olgun insan, Allah’a, çevresine ve kendisine karşı sorumlulukları olduğunu bilir. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğuna inanır. Bu yüzden o, sık duyulmaya başlayan ‘Müslüman her şeyin en iyisine layıktır.’ sözünü şöyle anlar: ‘Müslüman zekâtın en iyisini vermeye layıktır, namazın en iyisini kılmaya layıktır, orucun en iyisini tutmaya layıktır, yardımın ve infakın en iyisini yapmaya layıktır, tefekkürün en iyisini yapmaya layıktır, cihadın en iyisini yapmaya layıktır, kulların en iyisi olmaya layıktır.’
Olgun insan, her şeyin en güzelini yapsa bile, yaptığı ibadet ve hayır hasenatla övünmez, kibirlenmez, kendisi anlatmaktan utanır, başkalarının da anlatmasını istemez. Bu yüzden onların infaklarının gizlisi alenisinden her zaman daha fazladır.
Olgun insan, aşksız ve idealsiz âlimlerin, âbitlerin, ariflerin, aydınların, akademisyenlerin, önderlerin, öncülerin karaya vurmuş İslam gemisine hizmet edemeyeceğini, çözüm sunamayacağını bilir. Nuh’un gemisi gibi gördüğü İslam gemisi için: ‘Ağlayın su yükselsin belki kurtulur gemi/Anne, seccaden gelsin, bize dua et, e mi?’(NFK) isteğini duymuş anlamıştır. İnsan ve Müslüman olmanın bir bedeli vardır ve o bilir ki imanı olanın bir iddiası/ideali de olmalıdır. ‘Herkes her şeyi biliyor. Fakat hiç kimse bir şey yapmaya muvaffak olamıyor.’ (Buhranlarımız, s.103, Said Halim Paşa) durumunun yaşanmasını doğru bulmaz.
Olgun insan, Fatiha’yı anladığında, benliğini yok etmeden, ‘ben’ini ezmeden ‘Biz’ (1/Fatiha:4) olmayı öğrenmeye başladığından bencil olamaz. Bu yüzden yalnız kendisi için yaşayamaz, başkalarını da düşünmek zorunda olduğunu bilir. (Ör: 4/Nisa:75). İnsanın bireysel yanlarını öne çıkararak cemaat ve cemiyete yönelik ihtiyaçlarını yok saymaz. Bu durumun hiç kimsede gerçek bir olgunlaşmaya sebep olmayacağını bildiğinden dengeli bir iletişim ve irtibatı gerekli görür.
Olgun insan için ölüm düşüncesi; bencilleşmemenin, biriktirdikçe biriktirmemenin, başkalarını düşünerek yaşamanın, dengeye gelmenin, haddini bilmenin, edepli yaşamanın en önemli sebebidir. Çünkü o bilir ki: ‘Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.’(Ankebut:57) sözü ona söylenmiştir. Yani o, bir yere döndürüleceğini, götürüleceğini bilerek yaşar.
Olgun insan aynı zamanda iyi bir Müslüman’dır. Bu yüzden o asla ‘İslam, beni olduğum gibi kabul etsin.’ demez; ‘Ben, İslam’ı olduğu gibi kabul ettim.’ der. ‘İslam, benim şartlarıma uysun.’ demez; ‘Ben İslam’ın tüm şartlarına uyacağım.’ der. Bukalemun gibi ‘Değiştirdiğim her renk Allah’ın boyası sayılsın.’ demez; ‘Allah’ın boyasına razıyım.’ der. Bundan sonra da Kitab’ında üstüne vazife kılınmış şeylerle ilgili olarak sözlerinde ve hayatında ‘fakat, ama, lakin, ancak’ gibi önceki görüşü işlevsiz kılacak hiçbir bahane kelimesine meyletmez. Allah’ı duymamaya kararlı, şeytanla barışık kitleler hatırına hiçbir doğrusunu değiştirmez. O, hayatı dolduran tüm eylemleri kulluk/ibadet olarak görür. Çünkü Kitabında ‘Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’ (51/Zariyat 56) ayetini okuduğunda yaratılış gayesini anlamıştır.
İşte yukarıda çok az bir miktarı sayılan nitelikleri sebebiyle, dünyanın yönetimi, dünyevileşmeyen, dünyaya tapmamaya kararlı bu olgunluktaki Müslümanların kontrolünde olmalıdır. Bu yapıdaki Müslümanlar birleşmek mecburiyetindedirler. Çünkü bu onlara Allah’ın bir emridir. ‘Kâfir olanlar birbirinin yardımcısı ve dostudur. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.’ (9/Tevbe:73) İşte o fitne ve fesat bugün itibariyle kopmuştur. Emredilen birlik olmadığında ne olduğunu, yaşadığımız zaman diliminde en acı şekliyle görüyor ve yaşıyoruz. Dünya Müslümanları, ‘Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken kalbinde olana Allah'ı şahit tutan, işbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.’ (2/Bakara: 204,205) denilerek tanıtılanlar elinde darmadağınık, güçsüz ve perişan durumdadırlar. Ey bu durumla mücadele etmeyen Müslümanların öncü ve önderleri! Allah, bu durumda sizden kesinlikle razı olmayacaktır!