Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.06.2022
Tarih boyunca düşünen insanlar; ‘İnsan nedir?’, ‘İnsan kimdir?’, ‘İnsan ne değildir?’ soruları üzerinde durmuş ve birtakım tanımlar yapmaya çalışmışlardır. İnsan en çok da kendini tanımlamakta yetersiz kalmıştır. Bu nedenle bu soru, tarihin hiçbir döneminde gündemden düşmemiştir. Müslümanlar ise bu sorulara ek olarak ‘Müslüman kimdir?’ sorusunu gündemlerine almış, Müslüman olmanın ne olduğu ne olmadığı üzerinde çalışmışlardır.
İnsanın ve Müslüman’ın ne olduğu konusu ne kadar ele alınsa o kadar gereklidir çünkü bu çalışmalar, insanın ve Müslüman’ın kendisini tanıması açısından önemlidir. Esasında bu iki konu birbirine doğrudan bağlı olduğundan, ‘Müslüman’ın ne olduğu’ konusunu -bu yazımızda- bir temel soru eşliğinde ele almak istiyoruz:
SORU: Sizin Müslüman olduğunuz için herkesten ve özellikle Müslüman olmayanlardan farklı olarak yaptığınız ‘salih ameller’ nedir?
Bu soruyu ‘Müslüman olmanızın alamet-i farikası nedir? Kendi kendinize zihinsel sancılar çekip durmak mı? Bu süreçte çoğu kere kendinizi çıkamayacağınız kuyulara atıp ilahî kudret eliyle size kovalar sallanmasını beklemek mi?’ şeklinde biraz daha açmamız da mümkündür.
Neden temel soruyu böyle açmaya çalıştık? Çünkü Müslümanlar yıllardır gerekli-gereksiz her şeyi çok konuştular hala da konuşmaktalar. Konuşmak gerekli ve güzel ama nereye kadar? Yapılması gereken işler var, hem de çok. Kendi yaşadığı çağa tanıklık etmesi görevi nedeniyle Müslümanlar eliyle yapılması gereken tüm işleri, gelmesi arzulanan ‘Asr-ı Saadet Dönemi’ benzeri bir zamana erteleyip durmak doğru mudur? An itibariyle hükümlerinin geçtiği yerleri ‘Müslümanlaştıramayanların’ yani oralarda Müslümanlıklarına yakışan(*) gerekli eylemleri inanmışlıkları nedeniyle yerine getirmeyenlerin, yapılması gerekli tüm güzel eylemleri muhayyel bir zamana ertelemeleri doğru olabilir mi? Hayır, bu telakki doğru olamaz. Bu telakki, insan/cin şeytanlarının oluşturduğu bir tembellik ve sorumsuzluk algısıdır. Bu nedenle yukarıda sorduğumuz sorunun zamirini değiştirip soruyu kendimize sorarak kendimize gelmek zorundayız, buna mecburuz.
SORU: Bizim Müslüman olduğumuz için herkesten ve özellikle Müslüman olmayanlardan farklı olarak yaptığımız ‘salih ameller’ nedir?
Bu soruda ‘salih amel’ tamlamasını özellikle belirttim çünkü cevap olarak ‘zina, içki, yalan, iftira…’ gibi toplumsal yanı bulunmakla birlikte daha çok bireysel alana giren haramların yapılmamasının söylenmesi mümkündür. Oysa bunlar, kişilik oluşumunda ‘bireysel iyi’ oluşturmanın temelleri için gereklidir. Bunlar tamam. Bir de Müslüman olarak ‘ailevi iyi ve toplumsal iyi’ olmak adına yapılması gereken ‘salih ameller’ olmalıydı. Bunlara yönelik Müslümanların hayatında neler var?
Denilmiştir ki: ‘İnsan ne yerse o’dur.’(1). Doğrudur. Bu onun beden yapısını oluşturur. Biz de bu görüşe iki ekleme yapmak istiyoruz: 1. ‘İnsan ne konuşursa o’dur. Bu da doğrudur. Bu da onun zihin ve kalp durumunun tecellisidir. Bu konuda ele aldığımız konumuzla ilgili olarak yapmak istediğimiz diğer ekleme ise şöyle: ‘İnsan ne yaparsa o’dur.’ Bu da kesinlikle doğrudur. Çünkü eylemlerimiz, bizim en kesin gerçeğimizi ortaya koyan göstergelerdir. İşte bu nedenle kitabımız bize olmamız gereken kişiyi tanımlarken ‘iman ve salih ameli’ hep birlikte zikreder.
Bir kâğıdın iki yüzü gibi Kur’an boyunca hep birlikte geçen ‘iman ve amel’ ikilisinin geçtiği ayetlerin meallendirmesinde ayrıntı sayılabilecek ancak çok önemli bir durumu dile getirmek istiyoruz: Bu iki sözcüğe bazı meallerde ‘iman eden ve salih amel işleyen’ şeklinde, çoğunluğunda ise ‘iman edip salih amel işleyen’ şeklinde meal verilmektedir. Asr suresinden de hatırlanacağı üzere ayetin metni her iki şekilde de meallendirmeye uygundur. Peki, nedir ‘iman eden ve salih amel işleyen’ sözü ile ‘iman edip salih amel işleyen’ sözü arasındaki fark?
Şudur: İlk meallendirmede ‘iman etmek ve salih amel işlemek/iman eden ve salih amel işleyen’ tamlamaları, birbirinden ayrı ve bağlantısız iki eylem olarak anlaşılır. Bu şekilde anlam verilmesi, imanın eylemden, eylemin de imandan ayrı sayılmasının, eylemin imandan bir cüz olmamasının temelini oluşturur. İkincisinde ise ‘edip’ sözü, amaçlanan asıl eylemi niteleyen ‘zarf tümleci’(2) görevindedir. Yani kişi, iman ettiği için o eylemi yapmaktadır eğer iman etmeseydi o eylemi yapmayacaktı, anlamını verir. Aslolan eylemdir. Yine ‘edip’ sözünün ‘zarf tümleci’ olması anlamı şöyle de etkiler: Onlar, başkalarından farklı şekilde ‘iman etmiş olarak’ o eylemi yaptıklarından, o eylem kıymetli olmaktadır. Oysa aynı eylemi, iman etmemiş biri de yapabilirdi; iman etmediği için onun eyleminin hiçbir değeri olmayacaktır. Bu durumda ‘iman’ eyleme can ve yön veren bir cevher olmakta, eylem de imanın durumunu göstermektedir. Yani karşılıklı bir etkileşim söz konusudur, bağlantısızlık söz konusu değildir. Doğrusu ‘edip’ zarf tümleciyle anlam verilerek yapılan bu iki yorumun ikisi de birbirinden güzel ve anlamlıdır. İkisi de Kur’an’a uygundur, ikisi de ‘inanmış kişiyi’ doğru şekilde tanımlamaktadır. İşte bu nedenle ‘amel defteri’ olarak dilimize yerleşen ‘hayatımızın ilahî kaydı’, ‘amellerimizi/eylemlerimizi’ kaydetmektedir. Bu nedenle önemli ve anlamlı gördüğümüz sorumuzu yineleyerek soruyoruz:
‘Sizin Müslüman olduğunuz için herkesten ve özellikle Müslüman olmayanlardan farklı olarak yaptığınız salih ameller nedir?’ Bu sorunun cevabı önemlidir çünkü değerli olan, salt bilmeyi sağlayan bilgi değil, doğru eylemi yapmayı sağlayan bilgidir. Bu nedenle : ‘وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ : Her kişiye yaptıklarına göre dereceler vardır, Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.’ (En’am 132) denilerek insanın konumunun ‘eylemine’ göre belirleneceğine işaret buyrulmuştur.
Evet, her insanın hayatının kaydını yaptıran ilahî güç, insanın yaptıklarından habersiz olmadığı gibi yapması gerekirken yapmadıklarından da habersiz değildir. İşte bu nedenle insanın her eylemi, eylemsizliği ve bunların nedeni çok önemlidir. Çünkü: İNSAN NE YAPARSA O’DUR!
----
(1) Bu söz, yanlış olarak bazı Batılı filozoflara isnat edilmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu sözün geçmişi Konfüçyüs’e kadar gitmektedir.
(2) Zarf tümleci: Cümlenin en temel ögesi olan yüklemi; vasıta, durum, miktar, zaman, soru bakımından niteleyen yardımcı ögedir.