PAVLUS’UN KUTSAL MEKTUPLARININ KÜLTÜR VE MEDENİYETİMİZDEKİ YANSIMALARININ İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 05.05.2022

Pavlus/Aziz Paul Kimdir: Pavlus MS. 1-10 yıllarında Tarsus'ta Roma vatandaşı olan bir diaspora Yahudi’si ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Asıl adı Saul'dür. Gençlik yıllarında Helenistik kültür almıştır. Yazılı ve sözlü geleneğe sıkıca bağlı bir Ferisi olarak yetiştirilen Pavlus, babasının Roma vatandaşı oluşundan faydalanarak çifte vatandaşlık elde etmiştir. Bu ona seyahat etme özgürlüğü sağlamıştır. Pavlus Kudüs’te Yahudi Yüksek Kurul’un (Sanhedrin) önde gelen bir otoritesi olan Gamaliel tarafından büyütülmüştür. Günlük yaşamında bir çadır yapımcısıydı.

 

Pavlus’un Hıristiyan Oluşu: Pavlus, önceleri Hristiyanlara zulmetmiş bir Yahudi’dir. Ancak daha sonra kendisi, Şam yolunda bir değişim geçirdiğini söyleyerek hayatını İncil’i anlatmaya adamış bir Hristiyan olduğunu ifade etmektedir. (Rasullerin İşleri 22/1-4). Romalılara yazdığı mektupta ise (Rom 7, 9) bir zamanlar yasasız/inançsız yaşadığını söylemektedir. Pavlus, Roma’da ölmüş, Aziz Paul Bazilikasına gömülmüştür.

Pavlus’un Mektupları: Yeni Ahit'te İncillerin devamında yer alan, yazarı ya da yazdıranın Pavlus olduğu düşünülen 13 (veya 14) metinden oluşan bölümdür. Her mektubun başında Pavlus kendisini tanıtmıştır. Mektupların milattan sonra 47-59 yılları arasında yazıldığı düşünülmektedir. Yeni Ahit'i oluşturan kitaplar: Tarihî ve ta'limî (öğretici) kitaplar olarak ikiye ayrılır. Tarihî kitaplar: Markus, Matta, Luka, Yuhanna ve Resullerin İşleri'dir. Bunların dışında kalan Pavlus'un mektupları, diğer mektuplar ve Yuhanna'nın vahyi ise talimi kitaplardır. Pavlus'a atfedilen 13 mektup kronolojik bakımdan Yeni Ahit’in en eski yazılarıdır. Bu mektupların bazıları: Romalılara, Korintliler'e (1, 2), Galatyalılar'a, Efesliler'e, Filipilere, Koleselilere, Selaniklilere (1, 2) gibi Pavlus'un ilişkide bulunduğu çeşitli yerel Kiliselere; bazıları ise ‘Timoteus'a (1, 2), Titus'a,’ gibi özel kişilere yazılmıştır.

İncil’in ve Kutsal Mektupların Dili: Hz. İsa, Aramice konuştuğu halde, başta İnciller olmak üzere, Yeni Ahit içinde yer alan metinlerin hepsi Grekçedir. Sadece Matta İncili'nin orijinalinin Aramice olduğu fakat onun da orijinal nüshasının kaybolduğu söylenmektedir. Bu da elde Hz. İsa’nın dilinden hiçbir metin olmadığının kanıtıdır. İncillerin hepsi uzun süre sonra oluşturulmuştur. İncil’in devamında yer alan Grekçe yirmi yedi mektubun da hiçbiri İncil yazarlarına ait değildir.

Kutsal Mektupların Sahipleri: Pavlus’a atfedilen bu mektuplardan ‘Romalılara, Korintliler'e 1 ve 2, Galatyalılar'a, Filipililere, Selaniklilere 1 ve Filemun'a’ yazılan yedi tanesinin gerçekten Pavlus'a ait olabileceği düşünülmektedir. Diğer altı mektubun ona aidiyeti ise tartışmalıdır. Bazı araştırmacılar Pavlus'a aidiyeti düşünülen 7 mektubun da onun tarafından değil, Sinoplu Markiyon (Marcion) tarafından yazıldığını söylemektedirler. Bunlar, ‘Bazı Hıristiyanlar, 2. yüzyılda gnostik düşüncelerini saklamak için Resullerin İşleri'nin 8. bölümünde anlatılan büyücü Simon'u, Pavlus yapmışlardır. Böylece Pavlus efsanesi ortaya çıkmıştır. Daha sonra gnostik düşüncelerini yaymak isteyen Markion, Pavlus'un gnostik karşıtı çevrelerde kabullenildiğini görünce, onun ismini kullanarak mektuplar yazıp düşüncelerini yaymaya çalışmıştır.’ demektedirler. (Pavlus: Hıristiyanlığın Kurucusu - Tacettin Şimşek). Esasında insanlık tarihinde, dinden sapmaların benzer şekilde olması önemlidir. Bu incelememizde bu durum belirginleşmiştir: İnsanlık, tarihin her döneminde ve dünyanın her tarafında, ‘yaratılış, tanrı, elçi, ilahi bilgi, ölüm sonrası’ gibi konularda delilsiz ‘yeni görüşler üreterek’ benzer yanlışlara düşüp sapmıştır. İslam dünyasında da görülen bu yanlışlar hem Yahudiliği bilen ve Hıristiyanlığı kuran Pavlus’un görüşlerinin şekillendirdiği Müslüman olmuş gayrimüslimlerin yaşam ve zihinlerinde taşınan düşünce ve görüşlerinden ya da insan zihninin her yerde bu konularda benzer yanlışlara düşmesinden kaynaklanmaktadır.

Pavlus Öğretisinin Temel Görüşleri: Pavlus kendisinin İsa Mesih’in hizmetkârı olduğunu, bu görevin akıl ya da mantıktan değil Tanrı’nın lütfundan kaynaklandığını açıklamıştır. Kendisini tanımladığı bu nitelikle İsa’nın öğretisini yeniden şöyle biçimlendirmiştir: 1. İsa Tanrı'nın oğludur ve insanların günahlarına keffaret olarak kendini kurban etmek için bedenleşerek yeryüzüne inmiştir. 2. Çarmıhta ölen İsa ölüler arasından dirilerek kalkmış ve insanları idare etmek gayesi ile Baba'nın sağında oturmak üzere (Bap 8/34) göğe yükselmiştir. 3. Hz. İsa dinî hukukun sonu, Hristiyan Kilisesi de İsa'nın bedenidir. Kilise kurumu dışında kalanlar yargılanacaklardır. 4. Sünnet ve kefaret yasası gibi eski Yahudi uygulamaları, Hıristiyanlar için gerekli değildir. 5. Günahkârları kurtarmak için çarmıhta ölen İsa Mesih’in kurtarıcı gücüne olan inanç, Hristiyanlığın özüdür. Tanrı, insanları, İsa Mesih’e olan imanlarıyla aklayacaktır. Bunun için de İsa Mesih’i sevmek yetecektir. 6. Teslis/Üçleme: Oğul İsa ve Kutsal Ruh, Baba ile aynı nitelikte tanrıdırlar.

Yazımızın bundan sonraki bölümlerinde, Pavlus’un Kutsal Mektuplarını birer birer ele alarak kültür ve medeniyetimize yansımalarını ve paralellikleri belirlemeye gayret edeceğiz. Bu mektupların incelenmesi ve değerlendirilmesi, uzun bir çalışmayı gerektirdiğinden, konuyu bölümler halinde ele alacağız.

  • Pavlus’un Romalılara Mektubunun İncelenmesi

SEÇİLMİŞ ÖZEL KULLAR: Hz. İsa’yı hiç görmeyen ve onun havarilerinden olmayan Pavlus, hiçbir kanıtı olmadığı halde kendisinin kimsenin bilmediği bir yöntemle Tanrı tarafından seçildiğini söylemektedir: ‘İsa Mesih’in kulu, resul olmağa davet olunup Allah’ın İncil’ine tahsis edilmiş olan Pavlus…’. Pavlus, Yahudi akidesinin tersine bu görevinin tüm insanlığa karşı olduğu inancındadır. O kendisinin İncil’i tüm insanlığa duyurmakla görevlendirildiğini söylemektedir ‘Yunanlılara ve barbarlara, âlimlere ve cahillere borçluyum.’ (Bap 1/1, 14). Bu seçilmişlik Pavlus tarafından ‘Allah’ın oğulları’ (Bap 8/19) tabiriyle tarif olunmaktadır.  Bu durumun onu hem İsa’ya hem de Allah’a varis kıldığını söylemektedir. Tanrı oğlu İsa çarmıhta acı çekmiştir, kendileri de acı çekiyorlarsa bunun o acılarla taziz olunmak için olduğunu söylemektedir.

YANSIMA: Bu düşünce İslam dünyasında da vardır. Bazı kişiler herhangi bir kanıtları olmadığı halde kendilerinin veya önder, üstat, imam, şeyh kabul ettikleri kişilerin herkesten farklı olduğuna, herkesten farklı olarak seçildiğine ve özel olarak görevlendirildiğine inanmaktadırlar.  Bu kişilerin Allah için daha önemli kişiler olduğuna, Allah’ın sevgilileri ve Allah’ın evliyası olarak seçildiklerine; bazı kişilerin ‘gizli’ bazı bilgilere ulaşan ve bu bilgilerin ‘nakil yolu’ sıradan kişiler tarafından bilinmeyen ilmin varisleri olduklarına inananlar bulunmaktadır. Bazıları durumu biraz daha netleştirmek için ‘Âlimler peygamberlerin varisleridir.’ sözünü ön plana çıkarmakta ancak bu sözle kastettiği ya kendisi veya kendisinin üstat kabul ettiği kişi olmaktadır. Bu sözün karşısına, Hz. Nebi’nin miras bıraktığı mal varlığı hakkında ise ‘Peygamberlere varis yoktur.’ gibi, illa da ‘mal’ bağlamında anlaşılmayabilecek bir başka söz çıkarılmaktadır.

OYSA katındaki tek din ‘İslam’ olan Allah’ın evrensel ilke ve ölçüsünün en son vahyedilmiş ve korunmuş kitabı olan Kur’an’da Allah, yalnızca elçilerini seçip görevlendirdiğinden söz etmektedir. اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ : ‘Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini insanlara karşı seçti (görevlendirdi).’ (Âl-i İmran 33). Bu seçilmişlik de onlara özel ve üstün bir statü vermemektedir çünkü seçilen elçiler de kendilerine indirilen vahye uyarak erdemli yaşamak zorundadırlar. Şöyle buyrulmaktadır: وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاوٖيلِۙ ﴿٤٤لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمٖينِۙ ﴿٤٥ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتٖينَؗ ﴿٤٦ : Eğer (elçi) bizim adımıza bazı sözler uydurmuş olsaydı, onu kesinlikle gücümüzle yakalar sonra onun can damarını koparırdık’ (Hakka 44-46). İlahi buyruklara göre insan veya toplum olarak kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü yoktur; üstünlük ancak Allah karşısında erdemli yaşamakla/takva iledir. ‘اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْؕ : ‘Allah katında en değerli olanınız en erdemli olanınızdır.’ (Hucurat 13). Tüm bu ayetler, Allah katında bir tek kişinin bile sanıldığı gibi özel ve üst bir konuma sahip olmadığını göstermektedir.

Kimin kast edildiği kişilere göre değişen ‘evliyaullah’ sözcüğü üzerinde de durulmalıdır. Kur’an’a göre inanmış her Müslüman, Allah’ın dostudur/evliyasındandır. Bu durumda peygambere varis olmak, kendini Allah tarafından seçilmişlerden sayan bir zümrenin tekelindeki bir üstünlük aracı değil, Hz. Nebi’ye gelen vahye uyan herkesin kendi emeğiyle, eylemleriyle hakkı olan bir varislik olmaktadır.  

IRKÇILIK: Pavlus bir Yahudi çocuğudur. Yahudilere göre kendileri, Tanrı’nın seçilmiş, sevgili ve özel kulları olduklarından, sonsuza kadar cehennemle cezalandırılmayacaklardır. Akidesini evrensel bir yapıya büründürmekle birlikte soydaşları olan Yahudilerin Allah’ın kavmi olduğu görüşündedir: ‘İmdi diyorum ki: Allah kendi kavmini reddetti mi? Haşa. Çünkü ben de İbrahim neslinden, Benyamin sıptından bir İsrailîyim. Allah evvelden bildiği kendi kavmini reddetmedi.’ (Bap 11/1, 2). Romalılar arasında statüsü düşük, aşağılanan bir kişi olarak yetişen bir Yahudi olarak ömrünün ilerleyen yıllarında din değiştiren Pavlus’un yeni inancına göre kişinin hangi dinin ve milletin adını taşıdığı, hangi soydan olduğu önemli değildir. ‘İmdi başkasına öğreten, kendine öğretmez misin? Çalmamağı vaz eden, çalar mısın? Zina etmemeği söyleyen, zina eder misin? Putlardan nefret eden, mabetleri yağma eder misin? Şeriatla övünen, şeriatı tecavüzle Allah’ı tahkir mi edersin? Çünkü yazılmış olduğu üzere, “Sizin yüzünüzden milletler arasında Allah’ın ismine küfrediliyor. İmdi eğer şeriatı tutarsan, sünnetlilik faide eder fakat şeriatı tecavüz edici isen sünnetliliğin, sünnetsizlik olmuştur. İmdi eğer sünnetsiz olanlar şeriatın hükümlerini tutarlarsa onların sünnetsizliği sünnetlilik sayılmayacak mıdır? Sen ki kitap ve sünnetlilik ile şeriatı tecavüz ediyorsun, tabiattan olan sünnetsizlik şeriatı yerine getirerek sana hükmetmeyecek midir?’ (Bap 2/21-27). Pavlus, kendi ırkının özel olduğunu düşünmekle birlikte kendisinin tüm milletlere gönderildiğine inanmaktadır: ‘Fakat size, milletlere söylüyorum. İmdi mademki ben milletlerin resulüyüm, hizmetimi taziz ederim; belki bir yolla soyumdan olanları gayretlendiririm ve onlardan bazılarını kurtarırım.’ (Bap 11/13, 14)

YANSIMA: İslam dünyasında da bazı kişiler kendilerinin veya geçmişte kalmış bazılarının ya da önemli ve değerli gördükleri bazı kişilerin soyundan gelenlerin, ‘seyyid, şerif, ayetullah, şeyh, hükümdar soyu vb.’ kişilerin yaratılıştan üstün olduklarına ve kesinlikle cennete gireceklerine inanırlar. Bunun bir delili yoktur. Tüm insanlık aynı soydan geldiği halde, bu inanç nedeniyle eylemleri dışında kendilerini veya başka insanları soy bağlarıyla üstün saymaya çalışırlar.

OYSA Allah Kur’an’da ‘Azer ve İbrahim’, ‘Nuh ve oğlu’, ‘Lut ve karısı’, Firavun ve karısı’ örneklerini vererek bir soydan olmanın veya çok değerli kişilerin en yakını olmanın onu Allah katında özel bir konuma yükseltmeyeceğini göstermektedir. Allah katında kişinin hangi soydan olduğuna değil, dünyada hangi eylemleri yaptığına bakılacaktır. Çünkü kişinin soyunu belirleyen Allah’tır. Allah’ın belirlediği ve verdiği nitelikler, emek verilerek kazanılmış değildir ki kişiyi üstün kılan bir nitelik olabilsin. Bazı kişilerin ‘kesin cennetlik’ olduğu veya ‘onları sevenlerin ya da onlara tabi olanların cennete gireceği’ görüşünün mesnedi yoktur. Allah, diriliş gününde insanları eylemlerini kendi ölçüsüne göre değerlendirmeden, kimin ‘cennetlik-cehennemlik’ olduğunu bilmek mümkün değildir; bu bir gayptır ve bunu da ancak Allah bilir. Allah katında hiç kimse bir aileye, bir millete mensup olmakla hatta peygamber çocuğu olmakla dahi özel kılınmış değildir. Herkes Allah’ın buyruklarına göre yaşamak zorundadır ve bunlara göre hesaba çekilecektir. İnsanlar Allah katında soy, renk, aile gibi Allah’ın takdir ettikleriyle değil, kendi kazandıklarıyla değerlendirileceklerdir.

Yahudilerde bulunan, ilahi ilkeler aykırı ‘seçilmişlik’ düşüncesinin ‘millet’ olarak söz konusu olduğunu sanmanın sonucunda ortaya çıkan ‘ırkçılık’, İslam dünyasındaki farklı kavimlerde de bulunmaktadır. Oysa Allah’ın yarattığı ve dilediği anda yok edeceği toplumlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur ki kendisi için insanlar arasından bir ‘millet’ seçsin de diğerlerini seçmesin. Toplumlardaki bu inanç, kendi milletini özel ve seçilmiş sanma yanılgısıdır. Araplar, Nebi’nin Mekkeli ve Kur’an’ın Arapça oluşuyla; Türkler, İslam’ı yüzyıllarca yayan ve Müslümanları koruyan yönetici millet oluşlarıyla; Farslar, dinin varisi saydıkları Ali nesline bağlanmalarıyla kendilerinin üstün olduklarını vehmederler. Bu sözlerdeki iddialarda gerçeklik payı vardır ancak bu toplumların bu gerçeklerden ulaştıkları sonuç yanlıştır. Bu sonuç tıpkı şeytanın ‘خَلَقْتَنٖي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طٖينٍ : Beni ateşten, onu çamurdan yarattın’ (A’raf 12) gerçeğinden hareketle ‘اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ : Ben ondan üstünüm’ (A’raf 12) şeklindeki yanlış sonucu çıkarmak gibidir. Birey ve toplum için tek üstünlük Allah karşısında erdemli yaşamakla/takva iledir. ‘اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْؕ‘Allah katında en değerli olanınız en erdemli olanınızdır.’ (Hucurat 13).

‘İMAN NEDİR?’ TANIMI: Pavlus, ‘eylem=ödül veya ceza’ yerine, insanların ‘iman ettim’ diyerek kurtuluşa erecekleri görüşündedir. ‘Çünkü zannediyoruz ki şeriatın işleri olmayarak insan imanla salih sayılır’ (Bap 3/28) ‘Zira kitap ne diyor? “Ve İbrahim Allah’a iman etti ve kendisine salah sayıldı.(4/3)’. ‘Nitekim Allah’ın amelsiz salih saydığı adamın mutluluğunu Davud dahi beyan ediyor.(4/6)’. ‘Ve bütün iman edenlerin hatta sünnetsizlikte olanların babası olsun ve onlara salah sayılsın diye sünnetsizlikte iken malik olduğu iman salahının mührü olarak sünnetlilik alametlerini aldı (4/11). ‘Bundan dolayı inayete göre olması için imandandır; ta ki vait bütün zürriyete, yalnız şeriatten olana değil; “Seni çok milletlerin babası ettim” diye yazılmış olduğu üzere, hepimizin babası olan İbrahim’in imanından olana da emin olsun. (4/16)’ (Bap 4/3,6,11,16). Yahudi şeriatına, helal-haram ilkelerine gerek olmadan, inanmış olmanın yettiğini şöyle ifade etmektedir: ‘İmdi biz imanla salih sayılmış olup Rabbimiz İsa Mesih vasıtası ile Allah indinde selametimiz vardır.’ (Bap 5/1). Pavlus, imanı şöyle tanımlamaktadır: ‘Çünkü salah için yürekle iman edilir ve kurtuluş için ağızla ikrar edilir.’ (Bap 10/10).

YANSIMA: İslam dünyasında da ‘İman nedir?’ tartışması uzun dönem yapılmıştır. Siyasal etkenlerin de bulunduğu bu uzun tartışmaların sonucunda Müslüman bilginler,  Pavlus’un yukarıya aldığımız ‘iman’ tanımının aynısını  ‘iman dil ile ikrar, kalp ile tasdik’ şeklinde formüle etmişlerdir. Bu tanım nedeniyle Müslümanların çoğu, ‘hiçbirine uymasalar bile Kur’an’da yasaklanan ve buyrulan ilkeleri inkâr etmedikçe’ kendilerinin ve herkesin Müslüman olduğuna inanmaktadırlar. Bu, Pavlus’un kendi oluşturduğu inançla birebir örtüşen bir yargıdır. Pavlus’a göre de insanlar ‘inandık’ diyecekler ve hayatlarını, inandık dedikleri ilkelere göre değiştirmeye gerek duymayacaklardır.  

OYSA Allah, Kur’an’da ‘iman’dan söz ettiği her yerde ‘iman edip salip amel işleyenler’ diyerek insan hayatında inançlarla eylemlerin bir kâğıdın iki yüzü gibi olduğunu dile getirmektedir. İşte bu nedenle ‘İman nedir?’ sorusu Kur’an’a sorulduğunda ‘İman, Allah’a inanıp teslim olan bir Müslüman’ın eylemlerinden oluşan tüm hayatıdır’ cevabını vermektedir. Bu tanıma göre eylem, ‘kalp ile tasdik ve dil ile ikrar’ edilmiş bir imanın sonucudur. Pavlusçu bir Müslümanlık algısıyla yaşamak isteyenlere Allah, Kur’an’da şu açıklamayı yapmaktadır:  اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢‘İnsanlar ‘inandık’  demekle sınanmadan bırakılacaklarını mı sanıyorlar?’ (Ankebut 2). Her konuda olduğu gibi ‘inanmak’ konusunda da yalnızca sözün yetmeyeceği ortadadır. Kalp ile tasdik, dil ile ikrar, eylemle ortaya konulan bir iman için bu üçlü ‘sacayağı’ gibidir. Bilindiği gibi saç ayağı üçayaktan oluşur ve üstünde ne varsa o da iki ayak üzerinde duramaz.

MİLLİ TANRI VE İNANMIŞLARIN TANRISI: Irkçılıklarını Tevrat’a yediren Yahudiler, kendilerine yalnızca ‘Yahudilerin ilahı’ şeklinde bir tanrı oluşturmuşlardır.  Aşağılandığı bir ortamda yetiştiğinden üstünlük düşüncesinin temelsizliğini fiilen yaşayan ve bir Yahudi olarak yetiştirilen Pavlus, bu konuyu tartışmaya açmıştır: ‘Yahut Allah yalnız Yahudilerin mi? Milletlerin de değil mi? Evet milletlerin de’  (Bap 3/29); ‘Çünkü kitap diyor: “Ona her iman eden utandırılmayacaktır. Çünkü Yahudi ile Yunanlının farkı yoktur; çünkü kendisi hepsinin Rabbidir, bütün kendisini çağıranlara ganidir’ (Bap 10/11, 12). Tevrat’ın aksine ‘milli tanrı’ teslisle temelinden tahrif olmasına rağmen Hıristiyanlıkta yoktur. Yahudilerin ‘tanrı’ telakkisi ise yaşadıkları yenilgilere ve aşağılanmalara karşı, kendilerine ‘İsrail’in Rabbi’ adıyla özel bir tanrı yapma çabasından ibarettir.

YANSIMA: İslam dünyasında da bunun benzeri olarak Allah’ın yalnızca ‘Müslümanların ilahı’ olduğu görüşü örtük olarak vardır. Bu nedenle ortaya çıkan yorumlarda ve hukuki görüşlerde, inansın-inanmasın, şirk ve küfür içinde olsun, Allah’ın herkesin Rabbi olduğu unutulmuştur.

OYSA İnsanların tahrif ettikleri kısımları düzelterek her elçiyle yeniden gönderilen İslam, Allah katındaki tek dindir. Bu nedenle tüm dinlerin doğru-yanlış ilkeleri, tahrif edilmeden önce birdir. Allah da niteliklerinden ve inancından bağımsız olarak tüm insanlığın ve tüm varlığın rabbidir. Allah, Kur’an’da ‘Müslümanların savaşta aldıkları esirlerin, köle kadın ve köle erkeklerin, kimsesiz gençlerin, yoksulların, sokakta yaşayanların, Kur’an’a ve elçiye inanmayan kimselerin…’ de Rabbi olduğunu, bu kişilerin haklarını koruyarak göstermektedir. Ancak ne yazık ki bu saydığımız durumdaki kimselere Kur’an’ın verdiği haklar, sonraki asırlarda yaşayan Müslümanlar tarafından -sosyal, siyasal, bireysel çıkarlar nedeniyle İslam öncesi cahili Arap geleneğinin geleneğin gölgesinde- yok sayılmıştır.

(Bakınız: Savaş esirlerinin salınması: Muhammed 4; Kimsesiz gençlerin, kadınların mallarının verilmesi: Nisa 2, 4, 6; Kimsesiz ve yoksulların evlendirilmesi: Nur 32; Evlendirilecek kimsesizlere, yoksullara, köle kadın ve köle erkeklere mal verilmesi: Nur 33; Evsizlerin korunması (yol çocukları): Bakara 177; İnanmayanların korunması: Mümtehine 8; Kölenin özgürlüğünü satın alması için mal yardımı: Nur 33; Köle kadın ve köle erkeklerin azadı: Beled 12, 13). (Beled 12, 13. ayetlerde emir kipinde ‘فَكُّ رَقَبَةٍۙ ﴿١٣ : ‘özgürlüğünü kaybetmiş olanları özgürleştirin/ boyunlardaki bağı çözün’ buyrulmasına rağmen, cahili geleneğin yorumlara geçirdiği boyunduruk nedeniyle ‘İslam köleliği kaldırmamıştır’ denilmektedir. Bu görüş doğru değildir. İslam Beled 12, 13 ayetleriyle her türlü köleliği kaldırmış; ayetteki buyruğu yerine getirmeyenleri de cehennemle (Beled 19, 20) tehdit etmiştir. Çünkü insanlar Allah’ın kullarıdır, hiç kimse Allah’ın özgür yarattığını köleleştirme hakkına sahip değildir. İnsanları kul edinmek, Allah’a inanan kişi için uygun değildir, bir Firavun özelliğidir. Bu konuda, Allah’ın hangi durumda olursa olsun tüm insanlara gönderdiği kitabı Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: ‘اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَؕ ﴿٢ : Allah`tan başkasına kul olmayın!’ (Hud 2). ‘اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَؕ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ ﴿٩٨ : Siz ve Allah`ın dışında kulluk-kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz.’ (Enbiya 98). Bu ayetler nedeniyle İslam’dan sonra Müslümanlar köle edinememiş ancak elde olanların onların hayatını sıkıntıya sokmadan özgürleştirilmesi zaman almıştır.)

İSA’NIN KEFFARET OLARAK ÖLDÜRÜLÜP DİRİLTİLMESİ VE SONRASI: Pavlus, Hz. İsa’nın öldükten kısa süre sonra yeniden dirildiğini söylemektedir. ‘Fakat Rabbimiz İsa’yı ölülerden kıyam ettirene iman eden bizlere sayılacağından, bizim için de yazıldı. (Bap 4/24). Pavlus, İsa’nın insanlığın suçunun keffareti olarak öldürüldüğünü ve dirilmesinin de insanların terbiyesi için olduğunu söylemektedir. ‘O, bizim suçlarımız için teslim olundu ve bizim terbiyemiz için kıyam etti.’ (Bap 4/25); ‘Fakat Allah bize kendi sevgisini bununla ispat ediyor ki biz henüz günahkârlar iken Mesih bizim için öldü. İmdi onun kanı ile şimdi salih sayılmış olarak, onun vasıtası ile gazaptan daha ziyade kurtulacağız.’ (Bap 5/8, 9); ‘Fakat eğer biz Mesih ile öldükse, Mesih ölülerden kıyam etmiş olup artık ölmeyeceğini, artık ölümün ona saltanat etmeyeceğini bilerek onunla beraber yaşayacağımıza da iman ederiz.’ (Bap 6/8,9).

YANSIMA: İslam dünyasında da Hz. İsa ile ilgili olarak Pavlus’un yukarıya alıntıladığımız görüşleri yaygındır. Müslümanların bir kısmı da bu konuda, Pavlusçu Hıristiyanlığın görüşlerini kabul etmişlerdir. Bu nedenle Müslümanların bir kısmı, Pavlus mektuplarında söylendiği gibi çarmıha gerilen İsa’nın gömüldükten sonra oradan dirilip kaldırıldığına, ölmeyip bir şekilde hala yaşadığına, şu anda da Pavlus’un söylediği gibi ‘gökte olduğuna’ ve vakti gelince de yeryüzüne ineceğine inanmaktadırlar.

OYSA Allah, Kur’an’da Hz. İsa’nın çarmıha asılmadığını ve öldürülmediğini açıkça şöyle söyler: ‘ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْؕ : ‘Onu öldürmediler, asmadılar da ancak onlar öyle sandılar.’ (Nisa 4/157). Müslümanların bu konuda Pavlus’un görüşlerinin etkisinde kalmalarında, sonraki ayette geçen: بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِؕ : Doğrusu Allah onu ona kaldırdı.’ (Nisa 4/158) cümlesi etkili olmuştur. Bu cümleyi Türkçeye olduğu gibi çevirirsek: ‘Allah onu ona/kendisine kaldırdı.’ şeklinde olur. Bu durumda da ‘ona/kendisine’ sözcüğünün zamirinin kime döneceği belli olmadığından böyle bir cümlede anlatım bozukluğu vardır, denilir. Ancak vahiy için böyle söylemek elbette söz konusu olamaz. Bu durumda; mahiyet farkı nedeniyle insanın Allah’a veya Allah’ın katına yükselmesi söz konusu olamaz. Diğer durumda ise ya buradaki ifadeyi deyim olarak anlayıp ‘onu değerli kıldı’ demek gerekir ya da ‘İsa’yı, İsa’nın kendisine kaldırdı/kendine getirdi.’ demek gerekir. Çünkü Hz. İsa da her canlı gibi ölmüştür ve Pavlus’un varsayımları dışında yeniden dünyaya gelmesi için bir neden de bulunmamaktadır. Çünkü bir nebi ve elçi olan Hz. İsa yeniden dünyaya gelirse: ‘وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّٖنَؕ  : Ancak O, Allah’ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur.’ (Ahzab 40) ayeti sorgulanır olacaktır. Bazılarının delilsiz ve mesnetsizce söylediği ‘Hz. İsa gelince Hz. Muhammed’e ümmet olarak ve Müslümanların önderi olarak gelecektir.’ görüşü de bir delile ve mesnede dayanmamaktadır. Çünkü ‘nebi ve elçi’ olmakla şereflenmiş Hz. İsa’nın yeniden sıradan bir inanan olarak dönmesi anlamlı ve gerekli değildir. Allah abesle iştigal etmez. Eğer denilirse: ‘İsa geldiğinde Hz. Muhammed’e ümmet olma şerefine ermiş olur.’ Bu görüş de: ‘لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهٖ  : ‘Onun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.’ (Bakara 285) ayeti karşısında anlamsız bir varsayım olmaktan öteye geçemez. Bu konudaki rivayetlere gelince, bunların Kur’an’la sağlaması yapıldığında, doğruluğunu ispatın mümkün olmadığı görülmektedir.  

 

TEVARÜS EDEN SUÇ ALGISI: Tevrat’ın etkisiyle yeniden biçimlenen Hıristiyanlıkta, Tevrat’ta anlatılan ‘Âdem ile eşinin’ işledikleri ilk günah üzerinde durulur. Bu ilk günahı Âdem’e Havva işletmiştir. Asıl suçlu Havva olmakla birlikte Âdem de suçludur ve her ikisi de cezalandırılacaklardır. Ancak bu suçta, suça teşvik eylemini Havva yaptığından onun günahı da cezası da daha ağırdır. (Havva’nın cezaları konusunu, Pavlus’un diğer mektuplarında yeniden ele alacağız.) Pavlus’a göre de tüm insanlar, ilk iki insandan beri kendilerine tevarüs eden bu suçu taşımaktadırlar. Ona göre işte İsa bu suçu affettirmek için kendini feda etmiştir. ‘Zira bir adamın itaatsizliği sebebiyle çoğu nasıl günahkâr kılındılarsa, böylece de birinin itaatiyle çoğu salih kılınacaklardır.’ (Bap 5/19). Bu durumda, Pavlus’a göre İsa’dan önce ölenlerin bu suçu affolunmamış sayılmaktadır. O bu konuya değinmemekte ancak İbrahim’in salaha ulaştığını tekrar tekrar ifade etmektedir. Bu durumda o kendi iddiasıyla şöyle çelişmektedir: Eğer insanlık ancak İsa’nın kendini fedasıyla aklanmışsa bu durumda İbrahim ondan önce yaşadığı için aklanmayanlardan olacaktır. Yok, eğer İbrahim salihlerden sayılıyorsa demek ki İsa’dan önce yaşayanların aklanmak için İsa’nın kendisini feda etmesine ihtiyacı olmamıştır.

YANSIMA: İslam dünyasında da Hz. Âdem’in yasak meyveyi eşinin teşvikiyle yediği görüşü yaygındır. Pavlus’un (ilgili bölümde göstereceğimiz) bu konudaki görüşlerine uygun olarak İslam dünyasında da kadınlar, ‘cinsiyet, adet görme, gebelik, doğum, nifas’ gibi konularla bağlantılı olarak aşağılanmışlar, ‘yarım ve kusurlu’ oldukları görüşü yaygınlaşmıştır. Bu özellikleri nedeniyle İslam hukukçularının çoğunluğu, kadının kendiyle ilgili ‘evlilik-boşanma’ gibi konularda bile karar hakkı olmadığını söylemiştir. Evden çıkması bile (özellikle!) ‘kocanın’ iznine tabi kılınarak, kadın nereye, ne zaman, neden gideceğini-geleceğini bilemeyen bir ahmak yerine konulmuş, bunun sonucunda korkunç bir esarete neden olan korkunç bir zulüm altında bırakılmıştır. Böylece boğazı tokluğuna çalışan bir köle(den beter bir) konumuna düşmüş oldu. Bu anlayışın getirdiği yaşam tarzı, belli oranda fiilen bugün için geçersiz kılınmışsa da sararmış yapraklı kitaplarımızda yazılmış ‘İslam’da Kadın ve Aile’ başlıklı kitaplarda aşkla savunulmaktadır. (İslam’da Erkek ve Aile’ kitaplarının neden yazılmadığı da merak konusudur. Kadın ve Aile kitaplarında, kadını tanımlayan, ona görev ve sorumluluk alanlarını göstererek buyruklar veren kitapları yazanlar, benzer kitapları kendileri için yazmamışlardır. Belki de bu konuları hakkıyla bildiklerini düşünmektedirler. Çünkü bu kitaplarda belirtildiği şekilde, kendilerine düşen şey çok sınırlıdır: ‘Yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek, döverken (?) yüzüne vurmamak’. Allah’ın adaletine aykırı olduğu için Nisa 34. Ayetindeki ‘nüşuz durumundaki ‘darabehunne’yi ‘dövmek’ olarak değil ‘uyuşun ya da ayrılın’ olarak anladığımızı da özellikle belirtmeliyiz. Nisa 128’deki ‘nüşuz’ durumunda ne öneriliyorsa Nisa 34’te de aynısı önerilmektedir.) Kadının boşanma kararı alamaması başta olmak üzere kadın konulu olumsuz görüşlerin hepsi Katolik ve Ortodoks Hıristiyanların kadın konusunda benimsediği Pavlus’un mektuplarındaki ilkelerle birebir aynıdır. (Ayrıca üzerinde duracağız.)  

OYSA bu görüş ve düşüncelerin hiçbiri Kur’an tarafından onaylanmaz. Kur’an’a göre Âdem’den veya karısından tevarüs eden bir suç yoktur, onlar tövbe etmişler ve bağışlanmışlardır (Bakara 37). Ayrıca suçu kim işliyorsa sorumlusu da odur, suç tevarüs etmez:  وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىؕ: ‘Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez’ (Fatır 18). وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ : ‘Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenemez.’ (En’am 6/164). Ancak nedense Pavlus’un görüşlerine uygun olarak Âdem ve eşinin suçları nedeniyle sonraki nesiller de sorumlu tutulmuş, ‘Havva, Âdem’i saptırmasaydı, insanlığın cennetten çıkmayacağı’, ‘etlerin kokmayacağı’ gibi yaratılış ilkelerine aykırı, kıssanın Kur’an’daki anlatımıyla uyuşmayan pek çok yorum yapılmıştır. Bu konuda, Kur’an’a istediğini söyleten kişiler, hoşlandıkları gelenekleri ve istedikleri görüşleri ‘tefsir’ ve ‘fıkhi hüküm’ gibi farklı başlıklar altında İslamî birikime yedirmişlerdir. Özellikle kadın konusunda, İslamî yazılı birikim içinde kadınları İslam’dan çıkarmaya yetecek bolca malzeme bulunmaktadır. Bu yazılı birikimlerde nakledilen görüşlerde doğrudan kaynak belirtilmese de Tevrat cümleleri ve Pavlus’un görüşleriyle birebir aynı ve uyum içinde olması, bu görüşlerin adresini belirleme açısından önemlidir.

KUTSAL DEVLET ALGISI: Pavlus, kendisine imtiyazlar sağlamış olan siyasal sistemle ters düşmeyi doğru bulmamaktadır. Her devletin ve yöneticinin Tanrı tarafından o göreve getirildiği, devletin sisteminin de -inanç söz konusu olmaksızın- Tanrı tarafından düzenlendiği görüşündedir. Bu nedenle devlete kesinlikle itaat edilmelidir. Devlete karşı gelen, Tanrıya karşı gelmektedir. Devletle yönetilenlerin ilişkisi bağlamında Pavlus şunları söylemektedir: ‘Herkes, üzerinde olan hükûmetlere tabi olsun; çünkü Allah tarafından olmayan hükûmet yoktur ve olanlar Allah tarafından tanzim olunmuştur. Bundan dolayı hükûmete mukavemet eden Allah’ın tertibine karşı durmuş olur ve karşı duranlar kendi aleyhlerine hüküm alırlar. Çünkü hükümdarlar iyi işe değil, fakat kötü işe korkudurlar. Ve hükûmetten korkmamak ister misin? İyi olanı yap ve onun tarafından meth olunursun; çünkü sana iyilik için Allah’ın hizmetçisidir. Fakat kötü olanı yaparsan kork; çünkü kılıcı boş yere taşımıyor; çünkü Allah’ın hizmetçisidir, kötülük yapana gazap için intikamcıdır. Bunun için yalnız gazaptan ötürü değil, fakat vicdandan ötürü de tâbi olmak lazımdır. Çünkü bunun için de vergiler eda edersiniz; çünkü daima gayretle devam ederek tam bu iş için Allah’ın hizmetçileridirler. Vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, hürmet hakkı olana hürmeti, cümleye haklarını eda edin.’ (Bap 13/1-7).

YANSIMA: İslam coğrafyalarında, yöneticinin Tanrı tarafından işbaşına getirildiği görüşü Emevilerle oluşturulmaya, Abbasilerle yaygınlaştırılmaya başlatılmıştır. Abbasilerde ‘Ahkamu’s-Sultaniye’ gibi kitaplar yoluyla tıpkı Pavlus’un kutsadığı gibi yönetenleri kutsayan yönetimin ilkeleri belirlenmiştir. Bu ilkelere göre aslolan devlettir. Bu anlayış, devletin gerekliliğinden kutsanmasına ve ‘kutsal devlet’ anlayışına evirilmiştir. Az-çok her toplumdaki yönetici elitte bulunan kendilerini, toplumun geri kalanının hayatta kalabilmesi ve huzurlu yaşayabilmesi için zorunlu görerek kutsayan anlayış, Müslüman yazarlar ve hukukçular eliyle İslam’ın bir buyruğuymuş gibi kabul ettirilmiştir.

OYSA doğaldır ki her toplum gibi Müslümanların da devlet(ler)i olacaktır. Ancak bu devlet ne ‘İmam Kureyş’tendir’ diyerek kendi sülalesini kutsayan bir anlayışa muhtaçtır ne de ‘Bir imama biat etmeden ölen cahiliyye ölümüyle ölmüş olur.’ gibi kişinin ahiretine el uzatan bir anlayışa muhtaçtır. Müslümanların devleti, kılıç zoruyla kontrol edilen çok uzak coğrafyaların ‘zekâtlarının’ toplanarak kendilerine hak etmedikleri bir zenginlik kapısı aralayan bir sistem de değildir. Çünkü bir yerin zengininden alınan zekât, oranın yoksullarının hakkıdır; gücü eline geçiren siyasal erkin değil. Dahası bir Müslüman, tamamen gayrimüslim bir toplum içinde de bulunabilir; bu durumda Kur’an’a göre aslolan kişinin Müslüman olarak yaşayabilmesidir. Devlet ise soyut aygıtlardan oluşan bir sistemdir, bu nedenle kutsanmamalıdır; insan için olmalıdır, insan için olduğu sürece de korunmalıdır. Bu nedenle bir yönetim zulmün kaynağı olmuşsa Pavlusçu anlayışın tersine onun yerine daha adil bir yönetim getirmeye çalışmak da gereklidir.

 

İNSANLARA SIRT DÖNMÜŞ/ KÜSMÜŞ TANRI ALGISI: Tarihin her döneminde, bazı toplumlarda kendilerinin Tanrıyı küstürdüğü, kızdırdığı, bu nedenle Tanrının kendilerini cezalandırdığı anlayışı olmuştur. Tevrat bu konuda tipik anlatımlarla doludur. Pavlus’ta da kendisinin Tevrat müktesebatına uygun olarak kendileriyle ilişkisini koparmış, kendilerine cevap vermeyen hatta kendileriyle barışı bırakmış ‘savaşan’ bir tanrı algısı bulunmaktadır. Pavlus’a göre Tanrı, kendisinin insanlarla barışması için yarattığı insanlardan seçtiği elçisi olan İsa’yı, diğer insanların suçlarının keffareti olarak acı çektirerek öldürüp barışa kapı aralamıştır. Şöyle demektedir: ‘Zira eğer düşman iken oğlunun ölümü vasıtası ile Allah ile barıştıksa, barışmış olarak onun hayatı ile daha ziyade kurtulacağız ve yalnız bu değil, fakat kendi vasıtası ile şimdi barışmaya nail olduğumuz Rabbimiz İsa Mesih vasıtası ile Allah ile de övünürüz. Bunun için nasıl günah bir adam vasıtası ile ve ölüm günah vasıtası ile dünyaya girdiyse, böylece ölüm de bütün insanlara geçti; çünkü hepsi günah işlediler’ (Bap 5/10-12).

YANSIMA: Müslümanlar arasında da özellikle zor zamanlarda Allah’ın kendilerine neden yardım etmediği gündeme alınarak Allah’ın kendileriyle ilişkileri sorgulanmıştır. Onlara göre kendileri Allah’a inanan Müslümanlar oldukları için Allah’ın onlara yardım etmesi gerekirdi, etmediğine göre demek ki Müslümanlar bireysel ve toplumsal olarak Allah’ı kızdıracak işler yapmış olmalıydılar. Esasında bu, durumlar istediği gibi olmadığında, insanın tembelliğine ‘tevekkül’ dediği yanlış bir anlayışın sonucudur.

OYSA insanın ve toplumların başarı ve başarısızlıkları, inanç durumlarının ötesinde ortaya koydukları çaba ve çalışmalarla ilgilidir. Bu konuda da Sünnetullah, mekanik bir düzen içinde işler. Meyve isteyen ağaç dikmelidir, Allah kimseye gökten meyveler atmayacaktır.

Kur’an’a göre Allah, hiçbir durumda hiçbir insanla ilişkisini kesmiş, hiçbir insana küsmüş değildir. Bu konuda Allah’ın her insana şunu söyler: ‘مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىؕ ﴿٣ : Rabbin seni bırakmadı sana küsmedi.’ (Duha 3). Bu ayet insanın bu konudaki kaygılarını dengeye getirmektedir. Allah, yarattıklarına karşı merhametinin tecellisi olan ilişkisini hakkında ise insana şunu söylemektedir: وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادٖي عَنّٖي فَاِنّٖي قَرٖيبٌؕ اُجٖيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَجٖيبُوا لٖي وَلْيُؤْمِنُوا بٖي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ ﴿١٨٦  : ‘Kullarım sana beni sorduklarında ben onlara gerçekten ben yakınım, bana seslendiklerinde çağrılarına karşılık veririm. Öyleyse onlar da bana karşılık verip bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.’ (Bakara 186) Bu ilke, konumu ne olursa olsun her kişi için geçerlidir. İnsanı umutsuzluğa düşüren korkularından olan ‘Ben çok büyük günahlar işledim, Allah’a karşı suçluyum; beni affetmez’ algısını da Allah şöyle düzeltmektedir: اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعاًؕ : ‘Allah bütün günahları affeder.’ (Zümer 53). Çünkü Allah, yarattıklarına, onlar Allah’a sırt dönmediği sürece rahmet kapısını kapatmaz. Yanlışını gören her kişi de döndüğü anda Rabbini kendisine dönmüş bulacaktır. İnsan, Allah’ın affından daha büyük bir suç işlemeye güç yetiremez; yeter ki kişi işlediğinden pişman olmuş olarak tövbe etsin, Allah onu affedeceğini söylüyor.

İBAHİYYE/SINIRSIZLIK: Pavlus, yeniden biçimlendirdiği Hıristiyanlıkta, Yahudi şeriatında da bulunan ilkelerle amel etmeyi iptal etmiştir. Özellikle yiyeceklerle ilgili helal-haram konusunda tüm sınırları kaldırmış, bu sınırların insan tarafından öyle kabul edildiğini söylemiştir. ‘Bilirim ve Rab İsa’da kaniim ki hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir; ancak bir şeyi murdar sayan kimseye murdardır.’ (Bap 14/14). Bu konuda şunları da söylemektedir: ‘Çünkü günah size saltanat etmeyecektir; çünkü şeriat altında değil, fakat inayet altındasınız. İmdi ne? Şeriat altında değil fakat inayet altında olduğumuz için günah işleyelim mi? Haşa.’ (Bap 6/14, 15). Pavlus’a göre insan için şer’i bir yasak olmadığına göre bu durumda günah da olmayacaktır ancak yine de onların işlenmemesini istemektedir. ‘Fakat şimdi tutulmuş olduğumuz şeye ölmüş olarak şeriatten azat olduk ta ki biz harf eskiliğinde değil, ruh yeniliğinde kulluk edelim.’ (Bap 7/6); ‘Çünkü Mesih İsa’da hayat ruhunun kanunu, beni günahın ve ölümün kanunundan azat etti.’ (Bap 8/2)‘Çünkü zannediyoruz ki, şeriatın işleri olmayarak insan imanla salih sayılır.’ (Bap 3/28) diyerek Pavlus, Allah’a inandığını söyleyen kişiler için Allah’ın koyduğu tüm sınırları kaldırmış olmaktadır.

YANSIMA: Pavlus’un bu görüşleri Müslümanlar arasında da fiilen çok yaygındır. Kendisine ‘Ben Müslüman’ım’ diyen pek çok kişi, Kur’an’ın buyruk ve yasaklarına uyma gereği duymamakta; ‘Benim kalbim temiz’ diyerek kalbini, ‘Ben kime ne yaptım?’ diyerek hayatını aklamaktadır.

OYSA Allah, Kur’an’da insandaki bu yönelişi reddeder ve ‘فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْؕ : Kendinizi aklamayın.’ (Necm 32) buyurur. Çünkü insanın kendi kendini aklamasının bir anlamı yoktur. İnsan nefsinin azgın isteklerine uyabilecek yapıdadır. Bu nedenle takvaya olduğu gibi fücura da yönelebilir ve hayatının her döneminde yanlışlar yapabilir. Bu nedenle tövbe ve istiğfarı elden bırakmadan kendini hep daha iyi kılmaya çalışarak yaşaması önerilir. Müslümanlardan kimileri de Pavlus’un yöntemini ve önerdiği yaşam tarzını ‘Bu ibadetler, buyruklar ve sıkı yasaklar, sıradan kişiler/avam içindir. Biz sıradan değiliz, özeliz/ üstünüz/ havas’ız’ diyerek kendilerinin Kur’an’ın buyurduğu ibadet, buyruk ve yasaklarla sorumlu olmalarına gerek olmadığını söylemektedirler. İşte bu Pavlus’un yöntemidir. Tüm bu görüş ve düşüncelerin Kur’an’dan bir tek dayanağı bile yoktur, temelsizdir. Çünkü İslam; ibadetleri, buyrukları, yasaklarıyla bir bütünün parçalarıdır. Hangi bölüm hayattan çıkarılsa o bölüm eksik kalacaktır. Müslüman, hayatını bu bilinçle yaşamalıdır.

PAVLUS’UN ROMALILARA MEKTUBU İÇİN SON SÖZ

Bu mektupla görülen odur ki insanların tüm sapma ve saptırma yöntemleri, insanlıkla yaşıttır. İslam dünyasında ortaya çıkan hangi sapkınlık yolu varsa görülmektedir ki vahyin daha önceki süreçlerinde de bunlar ortaya çıkmıştır. İnsanlar, vahyi kendilerine uydururken ve vahyin hoşlanmadıkları yerlerini değiştirirken hep aynı yöntemleri kullanmışlardır. Bunu bilmek bize, kendi durduğumuz yerin sağlam ve dosdoğru bir yer mi, yoksa altıyla üstüyle epece uğraşılmış, değiştirilmiş bir yer mi olduğu konusunda araştırma ve öğrenme isteği verecektir. Bu da insan zihninin gerçeği arama ve bulma çabasında çok önemli bir merhaledir.  

 

(Bu yazı diğer mektupların incelendiği bölümlerle devam edecektir.)

,Kaynak: Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit (Tevrat ve İncil'ler), sf. 154-168, Kitab-ı Mukaddes Şirketi,  481 İstiklâl Caddesi, Servetifünûn Matbaası, İstanbul, 1976.

VİDEOLAR


Aile ve Toplumsal cinsiyet eşitliği (21.12.2024)
Aile ve Toplumsal cinsiyet eşitliği (21.12.2024)
israil Gerçeği-2-(Arz-ı Mev’ud - Yeşayanın Kehaneti) (06.12.2024)
israil Gerçeği-2-(Arz-ı Mev'ud - Yeşayanın Kehaneti) (06.12.2024)

İsrail Gerçeği-1 (29.11.2024)
İsrail Gerçeği-1 (29.11.2024)
Kur’an’da Önerilen Müslüman Ahlâkı (16.05.2024)
Kur'an'da Önerilen Müslüman Ahlâkı (16.05.2024)

Allah’ın Dostları-Veli/Evliya (23.05.2024)
Allah'ın Dostları-Veli/Evliya (23.05.2024)
Allah Neden Vardır? (02.05.2024)
Allah Neden Vardır? (02.05.2024)

Mutluluk Nedir? (25.04.2024)
Mutluluk Nedir? (25.04.2024)
Kur’an’a Şirk Koşmak.(07.03.2024)
Kur'an'a Şirk Koşmak.(07.03.2024)

Narsizm, Sekülerizm, Deizm. (02.03.2024)
Narsizm, Sekülerizm, Deizm. (02.03.2024)
Rasulullah’ın Kur’an’la İlişkisi (22.02.2024)
Rasulullah'ın Kur'an'la İlişkisi (22.02.2024)

Kur’an’a Göre ’insanların çoğu’ (15.02.2024)
Kur'an'a Göre 'insanların çoğu' (15.02.2024)
Kur’an’a Göre Din Tüccarlığı. (08.02.2024)
Kur'an'a Göre Din Tüccarlığı. (08.02.2024)

Yaşamın Amacı Anlamı. (19.01.2024)
Yaşamın Amacı Anlamı. (19.01.2024)
Kur’an’da İnsana Sorulan Sorular. (12.01.2024)
Kur'an'da İnsana Sorulan Sorular. (12.01.2024)

Sorumluluk Bilinci, Kur’an’a Göre İnsanın Sorumlulukları. (04.01.2024)
Sorumluluk Bilinci, Kur'an'a Göre İnsanın Sorumlulukları. (04.01.2024)
İnsanın Dünya Sınavının Konuları (28.12.2023)
İnsanın Dünya Sınavının Konuları (28.12.2023)

Kur’an’ın Aile Önerileri (21.12.2023)
Kur'an'ın Aile Önerileri (21.12.2023)
Cihad Nedir? (14.12.2023)
Cihad Nedir? (14.12.2023)

Allah’ın Orduları (07.12.2023)
Allah'ın Orduları (07.12.2023)
Lanet-Lanetlenme Nedir? (30.11.2023)
Lanet-Lanetlenme Nedir? (30.11.2023)

Siz Diyorsunuz ki - Kur’an Diyor ki (26.10.2023)
Siz Diyorsunuz ki - Kur'an Diyor ki (26.10.2023)
Sadaka ve Zekat Nedir? Kaç Çeşit Sadaka Vardır?(09.11.2023)
Sadaka ve Zekat Nedir? Kaç Çeşit Sadaka Vardır?(09.11.2023)

Kur’an’ın Anlaşılması Önündeki Engeller ’Çeviri Sorunu (02.11.2023)
Kur'an'ın Anlaşılması Önündeki Engeller 'Çeviri Sorunu (02.11.2023)
Ecel ve Ecel i Müsemma (19.10.2023)
Ecel ve Ecel i Müsemma (19.10.2023)

Kader Nedir? Kader Algımız Nedir? (12.10.2023)
Kader Nedir? Kader Algımız Nedir? (12.10.2023)
Kıyamet Çeşitleri (05.10.2023)
Kıyamet Çeşitleri (05.10.2023)

Kadın Çıkmazları (20.06.2021)
Kadın Çıkmazları (20.06.2021)
Ailevi Mutluluğun Temel İlkeleri  (23.04.2019)
Ailevi Mutluluğun Temel İlkeleri (23.04.2019)
Joomla templates by Joomlashine