Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.04.2022
Kutadgu Bilig’in Şairi: Balasagunlu Yusuf, 1017/1019 yıllarında Türkistan’da Karahanlılar döneminde, o dönemde adı 'Kuz-Ordu' olan Balasagun'da doğmuştur. Balasagun bugünkü Kırgızistan'da Çu Irmağı vadisinde bulunmaktadır. Balasagunlu Yusuf, iyi bir eğitim görmüş ve devlette Has Haciplik görevi yapmıştır. Kutadgu Bilig adlı eserini 50 yaşlarında yazdığı tahmin edilmektedir. Eserin son kısmında kendisinden ‘Kitap sahibi Yusuf’ diyerek bir kez söz eder. Balasagunlu Yusuf, 1077 yılında Kaşgar'da ölmüştür. Türbesi de bu kenttedir.
Kutadgu Bilig’in (Devlet Olma/Kut Alma Bilgisi) Özellikleri: Türk Edebiyatında bilinen ilk siyasetnamedir, öğretici bir eserdir. Şiir olarak yazılmış büyük hacimli eserlerin çoğunda olduğu gibi Kutadgu Bilig’in de her iki dizesi kendi arasında uyaklı olan mesnevi tarzında yazılmıştır. Edebiyatımızda -bilindiği kadarıyla- bu tarzı ilk kullanan kişi Yusuf Has Hacip’tir. Kutadgu Bilig, 88 başlık altında, aruzun mütekarip yani Fa'ulün Fa'ulün Fa'ulün Fa'ul ölçüsüyle yazılmış 6645 beyitten oluşur. Temel konu 6425'inci beyte kadardır; sonrası ek, bitiriş ve duadır. Eserde 173 de dörtlük vardır. Balasagunlu Yusuf, 18 aylık bir çalışmanın ürünü olan Kutadgu Bilig adını verdiği eserini Tabgaç Buğra Kara Han’a 1070 yılında sunmuştur. Bu kitabı okuyan Tabgaç Buğra Kara Han, kendisine Ulu Has Hacib unvanını ve Kaşgar'da vezir yardımcılığı görevini vermiştir.
Kutadgu Bilig’in Konusu: Eserde, iyi bir yönetimin ilkeleri üzerinde durulmuş, toplum hayatındaki bozuklukları düzeltecek, insanı mutlu edecek yolların neler olduğu belirtilmiş, bunun yolları, yöneticiye/hükümdara öğütler eşliğinde anlatılmıştır. Eser, edebi, fikri, ilmi açıdan önemlidir.
Kutadgu Bilig’in Kahramanları: Kitapta, sembolik adlar verilmiş dört kişi vardır: 1. Adalet (Kün-Togdı: Hükümdar), 2. Saadet (Ay-Toldı: Vezir), 3. Akıl, anlayış (Ögdülmiş: Vezirin oğlu), 4. Akıbet, hayatın sonu (Odgurmış: Din bilgini). Bunlar, gündüzü aydınlatan güneş, geceyi aydınlatan ay, herkesin övdüğü akıl ve insanlara yaratıcıyı, hayatın sonluluğunu öğreten uyarıcı olarak konumlandırılmıştır. Kitap bu kişilerin konuşmalarıyla oluşturulmuştur.
Kutadgu Bilig’in Nüshaları: Kutadgu Bilig'in Uygurca olan ilk nüshası 1439’da Herat’ta bulunmuştur, şu anda Viyana’dadır. Diğer ikisi ise Arap harfleriyle (Kahire ve Fergana nüshaları) olmak üzere sonraki yüzyıllarda kopya edilmiştir.
Bu yazımızda, Türklerin Müslüman olduktan sonraki ilk devleti olan Karahanlılar döneminde bir bilim-kültür-medeniyet kenti olan, bugün Çin işgali altındaki Kaşgar’da yazılmış, Türk-İslam edebiyatının ilk ve en önemli eseri olan Kutadgu Bilig’in kadın konulu dizelerini belirleyerek dönemin kadın algısını ortaya koymaya çalışacağız.
Kutadgu Bilig’de Kadın Konulu Beyitler
883. Ana karnında oluşan doğa ve terbiye ancak/ Kara toprak altında insanı terk eder; ey zeki
1228. Oğula kıza, bilgi ve erdem öğretmeli/ Ki onlar iyi ve güzel yetişsinler.
1303. Dişiyi başıboş bırakma, kapıyı kapalı tut/ Erkeğe her türlü uygunsuzluk dişiden gelir.
1304. Yabancıyı eve sokma, dişiyi çıkarma/ İçli dışlı olmadan önce kişiyi sına
2283. Savaşta yüreksiz kişiler gereksizdir/ Yüreksiz kişiler, kadınlara benzer.
2380. Gelin kızların sevinçli anları zifaf geceleridir/ Cesur ve kahraman erkeğin iftihar zamanları da savaş günleridir.
3371. İnsan evlenmeli ve birçok oğul kız sahibi olmalı/ “Oğulsuzdur” demek, insan için bir hakarettir. 3372. İnsanların seçkini ne der, dinle:/ Neslin kesilmemesinin çaresi kadındır. 3373. Oğulsuz insan ölürken pişmanlığını söyledi/ Ey benden sonra gelen, oğul kız sahibi ol, dedi. 3374. Öldükten sonra oğlu kalan bir baba için/ “Yaşamıyor” denilemez.
3581. Başka bir zevk de dişi zevkidir/ Buna mukabil soğuk suyla yıkanmak vardır. 3582. Ondan sonra oğul kız dünyaya gelir/ Onların yükünü yüklenmek zahmetli iştir. 3583. Bu beyti söyleyen ne der, dinle:/ Dişi ve oğul kız erkeğin gücünü keser. 3584. Dişiyle beraber bulunmak çok güzel bir zevktir/ Fakat buna karşılık soğuk suyla yıkanmak zordur. 3585. Zevk neredeyse mihnet de beraberdir/ Tatlı neredeyse orada acı vardır.
3608. Dişiyle bulunmak da ancak bazı anlarda/ Erkeklik ateşini söndürmek içindir. 3609. İnsan bu ateşi nasıl söndürse olur/ İster güzel, ister çirkin olsun, sırası geldikçe kucaklar.
4511. …/ Bu kızlar doğmasa, doğarsa da yaşamasa iyi olur/ 4512. Eğer dünyaya gelirse onun yerinin toprağın altı/ Veya evinin mezara komşu olması daha hayırlıdır.
4513. Kadınları her vakit evde koru/ Kadının içi dışı gibi olmaz./ 4517. Yemekte içmekte, kadınları erkeklere katma./ 4520. Evinin kapısını kilitle ve eve erkek sokma/. 4521. Bunlarda öteden beri vefa yoktur/ Gözleri nereye bakarsa gönülleri oraya kayar.
4607. Yemeğe elini uzat, haz ve arzuyla ye/ Evin hanımı seni görerek sevinsin.
5080. Erkek verdiği sözden geri dönmez/ Sözünden dönenleri sen kadın bil.
6474. …/ Kadınlardan hayâ gitti, yüzlerini örtmezler.
Kutadgu Bilig’deki Kadın Konulu Beyitlerin Değerlendirilmesi:
883. Ana karnında oluşan doğa ve terbiye ancak/ Kara toprak altında insanı terk eder; ey zeki (Bu beyit, insan fıtratının anne karnındaki oluşum sürecine işaret ediyor. İnsan fıtratındaki pek çok özelliğin daha doğmadan oluştuğu görüşü bugün de kabul edilmektedir.)
1228. Oğula-kıza, bilgi ve erdem öğretmeli/ Ki onlar iyi ve güzel yetişsinler. (Bu beyit, kız ve erkek çocuklarının her ikisinin de iyi yetiştirilmesinin önemine işaret etmektedir. Şair çocukların iyi yetişmesi konusuna eserinin pek çok yerinde işaret etmekte, yetişmesiyle ilgilenilmeyen çocukların durumunu, zararlı otların kaplamasına engel olunmayan bir tarla gibi görmektedir.)
1303. Dişiyi başıboş bırakma, kapıyı kapalı tut/ Erkeğe her türlü uygunsuzluk dişiden gelir. (Bir üstte alıntıladığımız 1228. beyitte çocuk eğitiminde kız ve erkek çocukları arasında bir denge gözetilmesini isteyen şairin, bu beyitte onun yaşadığı dönemde çoktan yaygınlık kazanmış ‘kadın konulu olumsuz rivayetlerin etkisi’ görülmektedir. Bu rivayetlerin bir kısmı, Balasagunlu Yusuf’tan 133 yıl önce vefat eden ve Türkistan’dan hiç çıkmadan tefsirini yazan İmam Maturidi’nin (d.853-ö.944 Semerkant/Özbekistan) tefsirinde de bulunduğuna göre Yusuf Has Hacip’in kadın konulu bu rivayetlerden haberdar olduğu ve bunlardan kaynaklanan kadın hakkındaki olumsuz görüşlerin etkisi altında olduğu söylenebilir. Yukarıdaki beyitte, ‘kadının kendi haline bırakılmaması, evde kapının da üstüne kapalı tutulması yani hapsedilmesi’ istenmektedir. Beytin ikinci dizesinde, hayatın merkezi ve asli unsuru erkek kabul edildiğinden, şair, erkeğe her türlü kötülüğün kadından geldiğini söylemiş ancak ‘Kadına kötülük nereden, kimden gelmektedir?’ sorusu sorma ve cevaplama gereği duymamıştır. Beytin ‘Erkeğe her türlü uygunsuzluk dişiden gelir.’ dizesinde, Muharref Tevrat’ta yer alan masum Âdem’i saptıran ‘Havva’ figürünün ve buradan Pavlus’un mektuplarına geçen görüşlerin, uzun yıllar sonra derlenen ve Hz. Nebi’ye ait olduğu rivayet edilen sözler yoluyla hadis külliyatlarına girmiş olduğu görülmektedir. Tevrat’ta, Pavlus’un Kutsal Mektuplarında ve Hadis Külliyatlarında ‘kadın’ erkeği saptıran ve baştan çıkaran, kucağında şeytanla dolaşan, okuma-yazma öğretilmemesi gereken, evin yol görmeyen odalarında oturtulması gereken, dışarı çıkarılmaması ve kendisinden uzak durulması iyi olan, adet görmek ve doğum yapmakla pis ve eksik kılınarak dünyada cezalandırılmış, aklı kıt olduğu için kendi hakkında bile iradesini kullanmasına izin verilmemesi yani kendi hakkında bile karar alma hakkı olmaması gereken, çoğunun cehennemlik olduğuna karar verilmiş varlıklardır. Daha epeyce uzatılabilecek kadını sürekli ve her şekilde aşağılayan bu sözlerin tamamı Kur’an’a aykırıdır. Bu nedenle hangi ‘kutsanmış’ kaynakta, hangi ravi zinciriyle geçerse geçsin, Hz. Nebi’nin Kur’an’a aykırı böyle sözler söylemesi mümkün değildir.
1304. Yabancıyı eve sokma, dişiyi çıkarma/ İçli dışlı olmadan önce kişiyi sına (Bu beytin önerisi de yukarıda söz etmeye çalıştığımız etkenler sonucu oluşmuştur. Toplumsal yaşam, ‘yabancıyı eve sokma, dişiyi evden çıkarma’ dizesinde önerilen evdeki kadınları kimseye göstermek istemeyen, bir tür ‘ev hapsi cezası’ almış gibi yaşamaya uygun değildir. Burada ‘Evlerinizde vakarlı olun’ (Ahzab 33/33) ayetini ‘Evlerinizde oturun’ olarak anlayan kişilerin görüşü hâkimdir. Bu şekilde anlaşılsa bile hitap bunu uygulayıp uygulamamakla muhatap kadınlaradır, erkeklere değil. Ayeti ikinci şekilde anlayan anlayıştan mülhem olarak bu beyitte söyleneni yapacak kişi olan erkeklerden ‘baba ve koca’ başta olmak üzere hiçbir erkeğin hiçbir nedenle kadını eve hapsetme hakkı ve yetkisi yoktur. Çünkü helal-haram belirlemek ancak bir ilahlık hakkıdır, insanın bu konuda yetkisi yoktur. Kişinin kendisini veya bir başkasını helal-haram belirlemekte yetkili sanması ve sayması düpedüz şirke giden bir yoldur. Bu örnekte görüldüğü gibi, Kur’an’ın yanlış anlaşılması da birey, aile, toplum hayatında sorunlara neden olabilmektedir.
2283. Savaşta yüreksiz kişiler gereksizdir/ Yüreksiz kişiler, kadınlara benzer. (Tarih, güçlü kişilerin çevrelerinde güçlü bir kadro bulunduğunun kanıtıdır. Şair, farklı nedenlere dayanan önyargıları nedeniyle (tıpkı bir kedinin gücünü fare, bir çocuğun gücünü kendisinden küçük bir çocuk üzerinde gösterdiği gibi) güçlülük ve zayıflığı, kadın ve erkek üzerinden tanımlamaktadır. Gerçekte ise aile ve toplumda, kendi yetersizliklerini ve güçsüzlüklerini örtmek isteyen erkekler, önce çevrelerindeki kadınları güçsüz kılar, sonra kendilerini onlarla kıyaslayarak kendi güçlülüklerini vehmederler. Bu beyitte Balasagunlu Yusuf, ‘kadınları, yüreksiz yani korkak’ olmaları doğal olan kişiler olarak ifade etmiştir. Bu doğru olmayan bir görüştür. İnsanlık tarihi bunun tersi kanıtlarla doludur. Tarihte ve bugün devlet kurup yöneten, toplum içinde sözü herkesten çok geçen, nice güçlü kişilere diz çöktüren pek çok kadın bulunmaktadır. Tomris, Raziye Sultan, Şecerüd-dur gibi. II. Elizabeth (d. 1926), İngiliz Milletler Topluluğu üyesi elli üç ülkeden on dördünün kraliçesi, aynı zamanda Topluluk Başkanı ve İngiltere Kilisesi Yüksek Valisi olarak dünyanın en güçlü birkaç kişisinden birisidir. Devlet gücü, elbette pek çok gücün bir araya gelmesiyle oluşur, bu ayrı bir konudur. Doğrusu şudur: Kadın ve erkekteki tüm nitelikler, yaratılıp büyüdükleri, yetiştirildikleri aile, toplumsal çevre, iklim, zaman, coğrafi koşullar gibi birden çok etken sonucu oluşur ve gelişir. Dolayısıyla Şairin söylediği, ‘kadın: yüreksiz kişi’ tanımlaması, tamamen yanlış ve son derece inciticidir. En azından eşini ve oğlunu öldüren Şah’ın kafasını koparan Tomris’in, Endülüs’ü ağlayarak terk eden XII. Muhammed/Boadil’den daha korkusuz bir kahraman olduğunu herkes kabul edecektir.
2380. Gelin kızların sevinçli anları zifaf geceleridir/ Cesur ve kahraman erkeğin iftihar zamanları da savaş günleridir. (Şair, 2283. beyitte kadınları ‘yüreksiz’ sözcüğüyle tanımlamıştı; bu beyitte ise iki cinsin mutluluk nedenlerini karşılaştırarak ‘gelin kızların zifafla’ sevinç yaşadıklarını, ‘cesur ve kahraman’ erkeklerin iftiharının ise ‘savaş’ olduğunu belirtmektedir. Oysa savaş bir iftihar nedeni değil, toplumlar ve devletlerarasında çareler tükendiğinde, çaresizliği ortadan kaldırmak için başvurulan ve öldürmeye dayanan son ve kötü bir çıkış yoludur. Yaşamın ana amacı ‘yaşam’ sözcüğünün anlamında mündemiç bulunduğu gibi, insanın ve toplumun erdemli biçimde yaşamasıdır. Şairin bu beyitteki ilk dizesine göre, kızların kendilerini mutlu edecek en büyük ve önemli amaçları bir erkekle zifafa/gerdeğe girmekmiş. Mümkündür ki zifaf, kendisine, evlenip çocuk doğurmaktan başka hiçbir yaşama alanı ve amacı verilmeden, bu amaç doğrultusunda şartlandırılarak yetiştirilen bir kız için ‘amacına erdiği gün’ olabilir. Gerçekte ise ne o gün ne de bugün insan oluşunu önceleyen değerli amaçlarla yetişen kızlarda ‘yaşamlarının ana amacının zifaf’ olduğu anlayışı yoktur
3371. İnsan evlenmeli ve birçok oğul kız sahibi olmalı/ “Oğulsuzdur” demek, insan için bir hakarettir. 3372. İnsanların seçkini ne der, dinle:/ Neslin kesilmemesinin çaresi kadındır. 3373. Oğulsuz insan ölürken pişmanlığını söyledi/ Ey benden sonra gelen, oğul kız sahibi ol, dedi. 3374. Öldükten sonra oğlu kalan bir baba için/ “Yaşamıyor” denilemez. (Şair; erkeğin, kadına onun doğurganlığı için gerek duyduğunu ifade etmektedir. Bu görüşünü de ‘insanların seçkini: Mustafa’ olarak Hz. Muhammed’in ‘Evlenin çoğalın.’ sözüne dayandırmaktadır. Demek ki şaire göre doğuramayan bir kadın, kendisinden en önemli beklentiyi gerçekleştirememektedir. Oysa insanı yaratan insan değil, yaratıcıdır. Erkek, cinsel ihtiyaçları yanında doğan çocukların büyütülüp terbiye edilmesi; yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik gibi kendi yapmak istemediği işler için de bunları kendisi için yapacak birine gerek duyduğundan kadına muhtaçtır. Çünkü tüm bu işleri ömür boyu ücret karşılığı birilerine yaptırmak, pek çok kimsenin maddi gücünü aşan bir bedel gerektirmektedir. Kadına bu işler için de gerek duyulmaktadır çünkü kadın yukarıda sayılan her ne varsa hepsini ‘boğaz tokluğuna’ yapmaktadır. Şairin 2380. beyitteki düşüncesine göre ‘en sevinçli anı zifaf gecesi’ olan bir kadının, evlilikten beklentisinin kendisinin çocukları olmasını sağlayan bir erkekle birlikte olmasıdır, denilebilir. Bu düşünceye göre çocukları dünyaya geldikten sonra zengin bir kadın, kendisine yük ve sıkıntı kaynağı olan, yasaklar koymaya kalkarak hayatı dar eden bir erkekle birlikte yaşamaya neden devam etmelidir, sorusu sorulabilir. Şair, ikinci dizede, oğlu kalan bir babanın soyu sürdüğü için kimsenin ‘yaşamıyor’ demeyeceğini söylemektedir. Acaba kızı olan bir baba için görüşü nedir, bilmemekle birlikte bugün oğlu olan nice kişilerin unutulduğu görülmektedir. Oysa tıpkı Şairin kendisi gibi geride eser bırakan kimseler, çocuklarıyla değil eserleriyle unutulmamış, bir tür ‘sonsuz yaşam’ hakkı kazanmışlardır. Şairin buradaki önerileri güzel olmakla birlikte yaşamın ana amacı bunlar olmamalıdır çünkü insanın insan yaratma gücü yoktur.
3581. Başka bir zevk de dişi zevkidir/ Buna mukabil soğuk suyla yıkanmak vardır. 3582. Ondan sonra oğul kız dünyaya gelir/ Onların yükünü yüklenmek zahmetli iştir. 3583. Bu beyti söyleyen ne der, dinle:/ Dişi ve oğul kız erkeğin gücünü keser. 3584. Dişiyle beraber bulunmak çok güzel bir zevktir/ Fakat buna karşılık soğuk suyla yıkanmak zordur. 3585. Zevk neredeyse mihnet de beraberdir/ Tatlı neredeyse orada acı vardır. (Şair burada kadına neden gerek duyulduğuna dair iki görüşünü açıkça belirtmektedir: Zevk, çocuk edinmek. Bu da onun ve döneminin kadına bakış açısını ortaya koyan bir durumdur. Şu sorulabilir: ‘Peki, bugünkü insanlar, kadına hangi açılardan gerek duymaktadırlar?’ Cevap: ‘İnsanların hayatı ‘canlı organizma’ düzeyinde yaşayanları da kadına ancak bu iki düzeyde ihtiyaç duyarlar.’ İnsan hayatında zevkin ve zorluğun, tatlının ve acının birlikte var olduğuna da işaret etmektedir.
3608. Dişiyle bulunmak da ancak bazı anlarda/ Erkeklik ateşini söndürmek içindir. 3609. İnsan bu ateşi nasıl söndürse olur/ İster güzel, ister çirkin olsun, sırası geldikçe kucaklar. (İşte bu beyitler, yukarıda işaret ettiğimiz düşüncenin açık biçimde ortaya konulmasıdır. Bu dizelerdeki görüşler, erkek türü tarafından doğal görülen durumlar olarak sunulmaktadır. Bu dizilerin kadına bakış açısı değerlendirildiğinde: Kadının varlığı, erkeğin cinsel anlamdaki ateşini söndürmek, açlığını gidermek, başka varlıklara saldırmamasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Bu anlamdaki ihtiyacın giderildiği kişinin hiçbir önemi yoktur; iyi-kötü, güzel-çirkin; Şaire göre ‘erkek yeri geldikçe hepsini kucaklarmış.’ Bunlar, geniş coğrafyamızdaki kahir ekseriyetin kadına biçtiği ‘cinsel meta’ rolünü ifade etmektedir. Peki, o dönemde ve bugün, Müslüman kadınlar, kendilerinin ancak bir ‘cinsel meta’ olarak tanımlanmasından razı ve hoşnut mudurlar? Kadınlar kendi yaratılış amaçlarını, hasbelkader hayatlarının kesiştiği bir erkeğin cinsel ihtiyaçlarını gideren ‘cinsel meta’ olmak olarak mı görmektedirler? Elbette hayır! Ancak dünyadaki erkeklerin çoğunluğunun böyle düşündüğünün kadınlar tarafından bilinmesi de kadınlara yararı olacak bir bilgidir.)
4511. …/ Bu kızlar doğmasa, doğarsa da yaşamasa iyi olur/ 4512. Eğer dünyaya gelirse onun yerinin toprağın altı/ Veya evinin mezara komşu olması daha hayırlıdır. (Şairin kadınlarla ilgili dizelerinin çoğu gibi bu dizeleri de onun hadis külliyatlarındaki kadınlarla ilgili rivayetlere vakıf olduğunu göstermektedir. Bu beytin dizeleri de bunu kanıtlamaktadır. Çünkü bu dizelerdeki görüşler Hz. Nebi’ye isnat edilen: ‘Kadınlar için en iyi yerin mezar’ olduğunu söyleyen bir rivayete dayanmaktadır. Elbette bu söz, Kur’an’a aykırıdır; bu nedenle Hz. Nebi’nin böyle bir söz söylemesi mümkün değildir; ancak bu söz, hadis külliyatlarında Hz. Nebi adına yazılıdır. Rivayetlerin içeriğinin Kur’an’a uygunluğuna bakılmadan, isnadın kabul edilen 5-6 kişilik ravi silsilesinin birbirine nakil yapabilirliğinin mümkün oluşunu temel alan bir yöntemle kayda geçirilen rivayetlerde: ‘Kadına sorup tersini yapmanız sizin için hayırlıdır.’, ‘İşini kadına havale eden toplum için yerin altı üstünden iyidir.’, ‘Cehennemin çoğunu kadınlar oluşturmaktadır.’ gibi görüşler bulunmaktadır. Kur’an’a vurulduğunda onayı mümkün olmayan bu rivayetler gibi: ‘Kadın için en hayırlı yer, toprağın altıdır.’ sözü de ne yazık ki ‘Hz. Nebi buyurdu ki’ denilerek kayda geçirilmiş ve İslam coğrafyalarında Hz. Nebi’nin görüşü olarak yaygınlaşmıştır. ‘Kızlar doğmasa, doğarsa da yaşamasa’ görüşü, İslam öncesi ve sonrası Arapların kıza-kadına genel bakış açısıdır ve insanların cinsiyetini belirleyen Allah’a rağmen hayata ve vahye bir itirazdır. Bu yanlış sözler, ravi silsilesine vurulmuş ‘sahihtir’ etiketine bakarak bunları gerçekten Hz. Nebi’nin söylediğini düşünen kadınların ya açıkça dinden çıkmalarına ya da sessizce ‘dini hayatlarından çıkarmalarına’ neden olmaktadır. Zaten sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır.
4513. Kadınları her vakit evde koru/ Kadının içi dışı gibi olmaz./ 4517. Yemekte içmekte, kadınları erkeklere katma./ 4520. Evinin kapısını kilitle ve eve erkek sokma/. 4521. Bunlarda öteden beri vefa yoktur/ Gözleri nereye bakarsa gönülleri oraya kayar. (Bu bölümdeki ‘kadını eve kapatmayı önermesi; kadının içi-dışı bir olmayan/bir münafık olduğunun kesin doğru gibi ifadesi; yemek-içmekte kadınlarla erkeklerin ayrı olmalarının istenmesi; evin kapısının kadınların üstüne kilitlenmesinin önerilmesi; kadınların vefasızlığı ve her gördüklerine gönül vermeleri’ gibi görüşler, doğrudan veya dolaylı olarak kadın konulu rivayetlere dayanmakta olan Kur’an’a aykırı görüşlerdir. Bu görüşler Allah’ın Kitabı adına önerilemez, çünkü hepsi yanlıştır. Bu öneriler, birey ve topluma Kur’an dışı helaller-haramlar belirlediği için de şirke kapı aralar. Nur Suresi 24/61’de ‘(Kadın-erkek) Birlikte veya ayrı ayrı yemenizde sizin için bir günah yoktur.’ denildiği halde şairin cinslerin ayrı yemek yemesini emir kipiyle ifadesi sorgulanması gerekli bir durumdur. Çünkü hayatı biçimlendiren rivayetlerin hepsi, söylendiği gibi Kur’an’ı açıklayan sözlerden oluşmamakta, Kur’an’a aykırı ek ilkeler öneren görüşler de barındırmaktadır. İnananlar, Allah’ın hükümleri karşısında iki açıdan susmalı ve buyrukları yerine getirmeye çalışmalıdırlar: 1. Eğer Allah bir ilke belirlemişse bunu yeterli görmeli ve buna alternatif üretmemelidir. 2. Eğer Allah bir ilke belirlememişse demek ki orasını insanlar için özgürlük alanı olarak açık bırakmıştır; bu durumda da insan, Allah’ın söz söylemediği konularda boşboğazlık etmekten sakınmalıdır. Din konusunda yeni veya ek hükümler belirlemek ‘dini eksik görmek’ demektir, oysa din tamamlanmıştır. Herkes gibi Türk-İslam edebiyatının bu değerli Şairi de dine bağlı olarak ele aldığı konularda: Hucurat 49/16: ‘De ki: "Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz?’ ayetinin çerçevesinde durarak Kur’an’da söylenmemiş olanları, din adına söylemekten uzak dursaydı, daha doğru davranmış olurdu.)
4607. Yemeğe elini uzat, haz ve arzuyla ye/ Evin hanımı seni görerek sevinsin. (Bu beyit, evde yemek hazırlayan kadına karşı, yemeği beğendiğini iştahla yiyerek beğendiğini göstermeyi önermektedir. Bu eksik bir görgü kuralıdır. Çünkü kişi, herhangi bir yerde ücret karşılığı yediği bir yemeği de iştahla yiyebilir. Acıkanın böyle yemesi, yemek yapana bir teşekkür ve sevindirme nedeni olamaz. Emeğine bir karşılık istemeden yemek hazırlayan bir kadın için iştahlıca yemenin dışında ‘teşekkürün, beğeninin ve hoşnutluğun’ sözle belirtilerek dua edilmesi de gereklidir.)
5080. Erkek verdiği sözden geri dönmez/ Sözünden dönenleri sen kadın bil. (Balasagunlu Yusuf’un bu beyitteki ‘sözünden dönme’ durumunun münafıklık olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Acaba münafıklığı bir kadın niteliği olarak ifade eden bu büyük edebiyatçımızın zamanındaki ve çevresindeki kadınlar mı böyledir yoksa bunu bir genelleme olarak mı söylemektedir? Kadın olmak, aşağı konumda olmak mıdır ki şair nezdinde ‘nifak’ alameti bir durum, kadına özgülenerek anlatılmıştır. Eğer bu sözler bir genelleme ise bu durumda ‘sözünde durma’ erdeminin öğretilmediği kadınlar mı suçludur, öğretmeyenler mi? Bu dizelerdeki anlayış toplumsal hayatımızda da bir yanlış olarak sürdüğünden edebiyatımızı etkilediği gibi ailevi ve toplumsal hayatımızda da yüzyıllardır ‘Erkek olan… olur.’ denilerek olumlu-beğenilen özellikler sayılmakta; ‘Sen kadınsın… ol’ denilerek kadının, erkek için en uygun nasıl olabilecekse öyle olması gerektiği kodlanmaktadır. Bu yöneliş yanlıştır. Sözünden dönen erkeğin aşağılanmasının ‘Sözünden dönenleri sen kadın bil!’ denilerek yapılması ‘kadını aşağı gören’ bilinçaltının ve algının sözle ortaya konulmasıdır. Bir ahlakî eksiklik olan ‘sözünden dönmek’, neden kadının doğal özelliği olarak tanımlanmıştır? Bu bir gerçek midir? Elbette hayır! Şair burada da kadınlara karşı, ya bireysel birikimi ve yaşamı ya da toplumsal algı nedeniyle önyargılıdır. Bu elbette Kur’an’i ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde yanlış olan bir durumdur. Kur’an’da Allah’ın övdüğü Hz. Belkıs, Hz. Meryem, Hz. Asiye gibi kadınların varlığı, bu görüşlerin yanlışlığını ortaya koymak için yeterlidir.
6474. …/ Kadınlardan hayâ gitti, yüzlerini örtmezler. (Şair, yüzlerini açan kadınların utanmalarının kalmadığı görüşündedir. Ona göre, hayâlı kadınlar yabancılara karşı yüzlerini örtmelidirler. Kadınların yüz örtmesi, bir toplumda iki nedenle bulunur: 1. Gelenek kaynaklı olarak: Eğer bu istek gelenek kaynaklı ise bir kişi geleneğin bu ve benzer her dediğine uymak zorunda mıdır, uymazsa ne olur? Cevap: Hayır, hiç kimse geleneğin her dediğine uymak zorunda değildir; uymazsa geleneği din gibi kutsayanların eleştirisine uğrar. 2. Din kaynaklı olarak: Eğer bu istek din kaynaklı ise Kur’an’dan bir ayete dayanmalıdır. Kur’an’da kadınların yüzlerini örtmelerini emreden bir buyruk ve bu buyruğu yerine getirmedikleri takdirde uygulanması gerekli bir ceza var mıdır? Cevap: Hayır, böyle bir buyruk ve yerine getirilmediği takdirde belirlenmiş bir ceza yoktur. Bu durumda, edep-terbiye adına yüzlerini örtmeyen kadınların eleştirisi, kutsanmış gelenek adına yapılmış olur ki bu da yanlış ve tehlikelidir.
SONUÇ
Kutadgu Bilig, edebi anlamda elimizde bulunan en eski kitaplarımızdan biri ve bir siyasetname olarak elbette paha biçilemez bir eserdir; ayrıca tarihi bakımdan ve devlet yönetimi konusundaki görüşleri de elbette çok değerlidir Kitabı okuyan her edebiyatçı gibi bu gerçeği ifade etmeliyiz. Ancak alıntıladığımız dizelerde görüldüğü gibi Kutadgu Bilig Şairi Yusuf Has Hacip, kadın konusunda olumlu ve iyi bir bakış açısına sahip değildir. Bu durumun pek çok nedeni bulunması mümkündür. Ancak bu nedenler her ne olursa olsun, kitabın kadın konusundaki görüşlerini doğru bulmamız ve uygulanabilir görmemiz mümkün değildir. Bunu da Kur’an’a inanmış bir Müslüman olarak inandığımız ilkeler çerçevesinde özellikle ifade etmeliyiz. Türk toplumunun o dönemdeki yaşam koşulları nedeniyle daha önce bulunmayan ‘kadınları aşağılayan, onların erkek kontrolünde ve ev hapsinde’ olmasını öneren dizelerdeki görüşler, bireysel-ailevi-toplumsal hayatla uyumsuz, uygulanamaz görüşlerdir.
Kutadgu Bilig’den incelemeye aldığımız kadın konulu rivayetlerden ilham alan kadın konulu beyitler, Balasagunlu Yusuf’un kadın konulu hadis rivayetlerine vakıf olduğunu göstermektedir. Olumsuz kadın algısına kaynaklık eden bu rivayetler, Arap coğrafyasında yaşayanlarda önceden beri var olan olumsuz kadın algısının ‘Rasulullah dedi ki:’ diyerek kitaplara geçirilmesiyle İslam’ın yaygınlaştığı her yerde yaygınlaşmıştır. Kadın konulu rivayetlerin büyük bir kısmının Kur’an’a aykırı olması, bu görüşlerin kaynağına az-çok işaret etmekle birlikte, bu değerlendirmeyi -bu dizelerde görüldüğü üzere- herkesin yapabilmesi de mümkün olmamıştır. Esasında bu rivayetler, söylendiği gibi Kur’an’ı açıklamamış, Kur’an’a ek olarak ve Kur’an dışında ikinci bir din oluşmasına neden olmuştur. İslam’a eklenen bu yeni dinin helal-haramı, Kur’an’da olmayan helal-haramlardır. Kadın konulu rivayetlerin çoğu, bu rivayetleri nakleden erkeklerin bireysel istek ve görüşlerine de uygun düştüğünden, İslam adına Kur’an ilkeleri yerine büyük bir hızla yaygınlık kazanmıştır. Her konuda olduğu gibi kadın konulu rivayetlerdeki görüş ve öneriler karşısında Müslümanlar: ‘Bu buyruk ve haram hangi ayette geçmektedir, neden haram kılınmıştır ve amacı nedir?’ sorusunu sormalı; vahye dayanmayan ‘görüş-düşünce-istek-kuralların’ köksüzlüğünü ortaya koymalıdırlar. Diğer durumda Müslümanlar, yeniden üretilip formatlanarak İslam’ın yerine yüzyıllardır kurulmuş pek çok dinle karşı karşıya kalacaklardır. Böylece İslam’a karşı, kendisine İslam adı vermiş Kur’an’da bulunmayan bir sürü mesnetsiz helal-haramlarla harmanlanmış görüşlerin cenderesinde daralıp duracaklardır.
Gerçek şu ki kadın, insan türünün iki tekinden biridir; tıpkı insan türünün diğer teki gibi akıl sahibidir, kendi için yararlı ve zararlı olanı bilir, iradesini istediği gibi kullanma hakkı vardır, bu onun dinle mükellef kılınmasının nedenidir. Hukuk karşısında ve insani değer bakımından iki cins eşittir. İki cinsin birbirinde bulunmayan özellikleri onları eksilten değil yücelten niteliklerdir. İslam öncesindeki Türklerde de kadın ve erkek, eşit ve eşdeğerdir. Bu da bizim Kur’an’dan öğrendiğimiz Allah katındaki tek din olan İslam’ın ilkelerine uygundur. Kutadgu Bilig gibi değerli bir eserde, kadın konusunda -ne yazık ki- bulunan olumsuz ve çirkin görüşler ise İslam’ın temiz kaynağına bulaşmış kirlerin, daha o dönemde İslam adına Türkistan’a kadar gittiğini gösteren birer kanıttır.
-----
(*)Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Haz. Reşit Rahmeti Arat, Kabalcı Y., 2006, İst.