Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 10.05.2020
Müslümanların tarihine, ‘İslam Tarihi’ adı verilmesi yanlıştır. İslam Tarihi, Hz. Peygamber’in hayatıyla sonlandırılmalı ve sonraki dönem ‘ Dört Halife Tarihi, Emevi Tarihi, Abbasi Tarihi, Selçuklu Tarihi, Osmanlı Tarihi, Endülüs Emevi Tarihi, Hindistan Müslümanları Tarihi, Afrika Müslümanları Tarihi’ gibi adlarla yeniden adlandırılmalıdır.
Bu yeni ve doğru adlandırma neden gereklidir?
Çünkü ‘İslam Tarihi’ kelimeleriyle yapılan adlandırmada, farklı tarihi koşullardaki yönetimlerin hiçbir ölçüye sığmayan yanlışları, ‘İslam’ adı altında anlatılarak adeta meşrulaştırılmaktadır. Bu yanlış adlandırmadan dönülmelidir. Çünkü geçmiş asırlarda güzel olaylar ve durumlar olduğu gibi İslam’ın izzet ve şerefine sığmayacak pek çok olay ve durum da yaşanmıştır. Bu yanlışlar İslam’ın onayladığı durumlar değildir; bu nedenle İslam’a ait değil Müslümanlara aittir. Cemel, Kerbela, Harre olayları, Beytullah’ın yıkılması gibi
Yönetimde oldukları dönemde Emevi ırkçılığının kendi sonlarını hazırlamasından sonra, Abbasiler de aynı ırkçılığın daha katmerlisini sosyal hayata hâkim kılmaya çalışmışlardır. Bu durum ilk andan itibaren, dönemin sanat ve edebiyat öncüsü olan Farisiler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Arapların ırkçılık uygulamalarına karşı Şuubiyye denilen bir hareket de çok geçmeden başlamıştır. Bu hareket başlangıçta İslam’ın öngördüğü gibi ırkların eşitliği görüşüne sahipken daha sonra Abbasilerin İslami olan ve olmayan tüm ilimlerde Arapça kullanılması dayatmalarına ek olarak edebiyatta da Arapça kullanılmasını istemeleri, özellikle köklü bir edebi birikime sahip olan Farisilerin tepkilerinin sertleşmesine neden olmuştur. Arapların kendi geleneklerini, yaşam tarzlarını, dillerini kutsama ve kendilerini üstün gören telakkilerini herkese kabul ettirmeye çalışan uygulamaları, diğer toplumların da benzer şekilde kendilerini üstün göstermeye yönelik çalışmalar yapmalarına sebep olmuştur. Ehline malum olduğu gibi, bu çabadan belli kişilerin, ailelerin, aşiretlerin, ırkların, milletlerin, şehirlerin üstünlüğünü konu alan ‘mevzu hadis’ birikimi de hissedar olmuştur.
Bu sorunların yaşandığı dönemde İslam toplumu ‘Arap, Türk, Fars, Berberi ve Siyahi’ unsurlardan oluşmaktaydı. Bunlardan ‘Arap, Türk ve Fars’ toplumları İslam Milleti’nin ana omurgasıydı. Diğer toplumları, Arapların üstün olduğunu kabule zorlayan yanlış uygulamalar, Arapların ve buna karşı bir tavır olarak Farisilerin kendi milletlerinin yüceliğini ortaya koymaya çalıştıkları kitaplar yazmalarına da neden olmuştur.
O dönemde, bu yönelişten bu üç büyük kavimden bir teki uzak kaldı: Türkler. Türkler; Maturidi, Buhari, Farabi, İbn Sina, Zemahşeri, Harizmi, Biruni gibi eserleri İslam medeniyetinin köşe taşları olmuş önemli bilginler yetiştirmelerine rağmen kendi kavimlerini övecek hiçbir eser yazmamış, yazdırmamışlardır. Ancak ilginç bir durumdur ki kavimlerin kendi üstünlüklerini iddia ve ispata çalıştıkları o dönemde, meşhur Arap bilgini Câhız (ö. 255/869), Türk Milleti’nin ahlâk ve değerlerini ortaya koyan ‘Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri’ adlı bir kitap yazmıştır. (Câhız, Türklerin Faziletleri-Fezailu’l-Etrak, Haz. ve Terc. Ramazan Şeşen, İSAR Yay., İstanbul.)
Türkler o dönemde, İslam coğrafyalarının yaşadığı sürekli saldırılar karşısında, milli karakterleri sebebiyle kendilerini, Hindistan’dan, Afrika’dan İspanya’ya kadar hep cihat meydanlarında bulmuşlardır. ‘Kızılelma’ adını verdikleri ‘İlayı kelimetullah’ davasını omuzlanmış ve bin yıl bu davanın bayraktarlığını üstlenmişlerdir. Zamanın şartlarına göre zulme engel olmaya, adaleti ikameye ve İslam’ı yeni coğrafyalara taşımaya çalışmışlardır. Bu kutlu davaya adanmaları nedeniyle Doğu’da ve Batı’da Müslüman olanlara uzun dönem ‘Türk’ denilmiştir. İşte bu nedenle Bosna’dan Hindistan’a, Doğulu ve Batılı Müslüman kavimler Türk Milleti’ne özel bir sevgi beslerler. Tarih göstermektedir ki: ‘Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü’ dizesi, Türk milletinin bilincinde yalnızca bir Yunus şiiri değil, bu milletin varlığa bakışını ortaya koyan temel ilkedir. Tespit ve ilan ediyoruz ki bugünkü hastalık arızidir.
Evet, “Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn 269). Kim ki Allah’ın davasını omuzlanır işte o yükselir, kim ki bu davayı terk eder o da alçalır. Tarih bunun şahididir.
Ayrıca tarih şu gerçeğin de şahididir: ‘Eğer siz dönerseniz, Allah sizin yerinize başka bir toplum getirir, onlar sizin gibi olmazlar.’ (Muhammed 47/38)
‘Eğer sırt çevirirseniz bilin ki size ulaştırmakla görevli olduğum şeyi size bildirdim. Rabbim yerinize başka bir kavmi getirebilir. Siz O’na hiçbir engel çıkaramazsınız. Şüphesiz Rabbim her şeyi gözetendir." (Hud 11/57)
‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.’ (Maide 5/54)
Müfessirlerin bazıları, yukarıdaki ayetlere, vahyi Müslümanların sonraki tarihiyle paralel okuyarak, ilginç ve anlamlı yorumlar yapmışlardır. Bizim üzerinde durmak istediğimiz asıl konu ise bundan sonra bu konudaki Sünnetullahın nasıl tecelli edeceğidir. Çünkü sünnetullahı ortaya koyan ve bir kısmını yukarıya aldığımız bu ayetlere göre, sünnetullah şöyle tecelli eder:
Allah, İslam için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyen ve dininin yüklediği görevleri ihmal edenlerin yerine yeni bir kavim getirir ve İslam’ın bayraktarlığını onlara verir. Allah’ın seçtiği bu yeni kavmin tanımı da tarihin her döneminde şöyledir: ‘Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar.’. Bu niteliklere sahip olan kişilerden oluşan toplumlar, önümüzdeki dönemlerin bayraktarı olacaklardır. Çünkü Allah ırkçı değildir, hiçbir zaman seçilmiş ve üstün kılınmış bir kavmi yoktur, liyakat kesp edene görevi bir şeref olarak verir. Bu davayı omuzlanarak yükseltmeye çalışanı, Allah da yükselterek ödüllendirir.
Evet, bin yıllık geçmişimize bakıldığında, doğrusuyla-eğrisiyle bu bayraktarlık bizim milletimizdeydi. Peki, ya bundan sonra nasıl olacak?
Bundan sonrasının nasıl olacağına da sünnetullahı doğru okuyarak bu millet karar verecek ve elbette gerekeni yapacaktır.
Câhız’a gelince evet, Câhız gerçekten de doğru söylemiştir.