Kur'ani Hayat Dergisi (Mayıs 2011 sayı:18)
Ahlâk, insanın davranışlarını belirleyen değerler bütünüdür. Her insanın ahlâkı, ‘genetik, din, gelenek, içinde yaşanılan ortam, eğitim ve bunların hepsini kuşatan irade’ ile oluşur ve gelişir. Ortaya çıkan ve ahlâk adı verilen bu değerler manzumesi, her insanın ömrü süresince güzelleşir, çirkinleşir, sıradanlaşır; beden ve ruhun hayatına ve ölümüne bağlı olarak, yaşar veya ölür.
Kavram olarak ‘ahlâk’ yalnızca güzel nitelikler için kullanılır. ‘Ahlâklılık’ kavramının zıddı olarak ‘kötü ahlâklılık’ yerine, ‘ahlâksızlık’ kelimesinin kullanımı daha doğrudur. Çünkü bu kelime kökünü Allah’ın ‘Yaratıcılık’ vasfından alır. (Hâlık: Halk eden, yaratan; Hallâk: Sürekli olarak yaratan) Allah’ın sıfatlarının, insandaki tecellisi ise özünde güzeldir. İnsanlar iradelerine göre kendilerine lütfedilen vasıfları ya bu vasıfların var ediliş ve veriliş gayesine uygun olarak kullanırlar ya da kullanamazlar.
İnsan, kendisine verilen vasıfları doğru kullanamadığı zaman atıl bırakmaz; onu en yanlış ve aykırı biçimde kullanmanın bir yolunu da illa ki bulur.
‘Ben güzel ahlâkı kemale erdirmek için gönderildim.’şeklindeki meşhur hadis-i şerif de kemale ermenin, yani ahlâken en olgun hale gelmenin merhaleleri olduğuna işaret eder. İnsan ahlâkının her bir cüzü için ayrı bir olgunlaşma süreci söz konusudur. Bu olgunlaşma sürecinde insan, kendisinde bulunan vasıfları doğru kullanabilmeyi bir süreç içerisinde öğrenir.
Mesela; insanda ‘öfke’ vardır, yok edilmesi de mümkün değildir. Bu husustaki olgunlaşma, bu niteliğin doğru yer, zaman ve miktarda kullanılmasıdır. İnsan da sevgi vardır, nefret vardır, şefkat vardır, merhamet vardır; hepsinin olgunlaşması, yerinde, zamanında, gerekli olduğu kadar kullanılmasının öğrenilmesi ile mümkündür.
Her hususta olduğu gibi, insanın ahlâkî olarak şekillenmesinde de ‘doğru bilgi, doğru eylemin olmazsa olmaz şartıdır.’ Her bilginin davranışa dönüşmesi mümkün olmadığı gibi, davranışa dönüşebilecek bir bilginin de uygun bir süreci gerektirdiği unutulmamalıdır. Davranış haline gelebilmiş bir bilginin ise alışkanlık haline gelebilmesi yine belli bir süreç gerektirir. Hiç kimse bu anlamda kendisinden veya başkalarından, bu süreci ihmal ederek oluşabilecek değişimler ve dönüşümler beklememelidir. Bu, fıtrata aykırıdır. İnsanın olgunlaşması da her mevsimin diğer mevsime geçişi gibi zaman dilimlerine muhtaçtır. Yani ‘gel-git’lerin yaşandığı ‘ara zamanlara.’ Bu zamanlarda kişi kendisini değerlendirirken iki gözü ve iki kulağını dikkatlice açmalı, başkalarını değerlendirirken ise bir göz ve bir kulağını dikkatlice kapatmalı, onların hataları üzerine odaklanmamalıdır. Çünkü tohum çatlamak, güneş doğmak, çiçek açmak, meyve olmak, insan ise olgunlaşmak için zamana ihtiyaç hisseder.
Zamanın, insanların kullandığı kelimeler ve kavramlar üzerinde etkisi olduğu gibi, bunlarla kastedilen anlamlar ve algılar üzerinde de etkisi vardır. Ahlâk kavramı da elbette bu değişimden nasibini almıştır. Temelde söylenen şey aynı olsa da zamanla tavır ve davranış olarak daha farklı şeyler kastedilebilmektedir. Hatta bu durum, bir kelime ve kavramın yaşayabilmesi için gereklidir.
Mesela; ‘yoldan çalı-çırpı gibi ulaşıma zarar veren bir şeyi temizlemek’ şeklindeki iyilikten, sadakadan yani güzel ahlâktan bir şube olan bu eylem; bugünün şartlarında daha farklı algılanabilir. Bu tavsiyeyi bugünün şartlarına taşırsak; trafik kurallarına uymak, yaya yollarını işgal etmemek, yollarda başkalarını sıkıntıya sokacak davranış ve engellemelerden uzak durmak, ses kirliliği yaratmamak… şeklinde algılamak mümkündür.
Apartmanlarda oturanların komşularını, gürültüyle veya davranışla rahatsız etmemeleri, komşuluk hakkının günümüzdeki birinci basamağı olacağı gibi, aynı dış kapıyı kullanan apartman mensuplarının birbirlerinin tüm haklarına saygı göstermeleri de güzel ahlâkın şubelerindendir. Karşılaştıkça selamlaşmak, tebessüm etmek, hatır sormak hem güzel ilişkiler başlatabilmenin ilk basamağı hem de güzel ahlâkın ilk merhalesidir.
İnsanın nerede olursa olsun, uygun herhangi bir durumda, muhatabını kendisine tercih edip ‘Siz buyurun.’diyebilmesi ise, ‘kendi kovasından onun kovasına boşaltması’ mesabesindedir. Bir kapıdan içeri girerken veya çıkarken, bir taşıta binerken veya inerken, bir alışveriş merkezinde ödeme için beklerken ya da bunlara göre daha önemli sayılacak tüm durumlarda bu husus göz önünde bulundurulabilir.
İnsanların, yeşillendirilmiş, çiçeklendirilmiş alanlardan, oralara zarar vermeden, hatta oraları severek ve koruyarak faydalanması, oralarda başkalarının hakkının olduğunun bilincinde olması da güzel ahlâktandır. Yaratılmışları Yaratan’dan ötürü sevmek, bizim kültür ve medeniyetimizin mensuplarının yabancı olmadıkları bir bilinç seviyesidir.
Sivil toplum kuruluşlarının gerekli ve anlamlı eylemlerinde, katılanların, kaldırım taşlarına, çöp varillerine, ağaçlara, sokaklara, çevredeki iş yerlerine, park halindeki araçlara vs.ye zarar vermemesi ve çevreyi kirletmemesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Şehir hayatının getirdiği ve gerektirdiği, eski geniş aile ilişkilerini aynı şekilde devam ettirmeyi zorlaştıran yaşam tarzı sebebiyle akraba, dost ve arkadaş çevresi ile ziyaretleşmelerin ve diğer ilişkilerin de yeniden şekillendirilmesi gereklidir. Ziyaret adabı ve ahlâkı mevcut sosyal şartlar göz önünde tutularak yeniden tanımlanmalıdır. ‘Gayeye uygun, yeterli, haberli, davetli’ kelimeleri bu tür ilişkilerde bir kez daha hatırlanmalıdır. Zaruret hali ve gerekli durumlar elbette istisna olarak kabul edilmeli ve gereği yapılmalıdır.
‘İftara geldik, sahura da kalalım.’
‘Bir gün için geldik, bir hafta kalalım.’
‘Üç gün için geldik ama her zaman gelemiyoruz, on beş gün kalalım.’
‘Çoluk çocuk tatile çıkmıştık da size de sürpriz yapalım dedik.’ gibi, muhatapları düşünmeden şekillenen davranışlar, insanları sıkıntıya sokan durumlara sebep olur.
Sosyal hayat baştan aşağı değiştiği ve neredeyse her evde tüm ev halkının kendisine göre meşgalelerinin tüm zamanı doldurduğu bir yaşam biçimi içerisinde ‘emrivaki’ sayılabilecek ziyaretler, ziyaret edilen yere memnuniyet değil sıkıntı yaşatır. Hâlbuki bir ziyaret, muhatapları sevindirmelidir.
Kişilerin özel işleri veya tatil amacıyla muhatapların durumunu nazarı dikkate almadan yapılan ziyaretler (ki bu durumlarda “ziyaret” sözü asıl amacı örten bir kisvedir) ister akraba, ister dost, arkadaş, tanıdık, kim olursa olsun sıkıntılara sebep olabilir. Bazen bir kişinin veya ailenin, ziyaretlerde bulunmak için en uygun zamanı, ziyaret edeceği kişi veya ailenin en yoğun meşguliyet dönemi olabilir. Herkes muhatabını da düşünerek hareket etmelidir. Ziyaret adı altında başkalarını zorlayarak tatil yapmak ziyaret ahlâkı ile bağdaşmaz.
‘Davetsiz varan, döşeksiz kalır.’der atalarımız. İnsanlar ziyaretlerinin her türünü, gayeye uygun olarak yapmalıdırlar. ‘Ziyaretin faziletlisi, kısa olanıdır.’hadisini, insanların misafirken de hatırlamasında fayda vardır.
Evlerin mimarî tarzının çekirdek aileye göre şekillendiği, ekonomik ve sosyal şartların tamamen değiştiği, meşgalelerin büsbütün farklılaştığı görmezden gelinmemelidir. Ziyaretçi, ‘ağır misafir’ olmayı şeref sayar ve özellikle ev sahibini maddi ve manevi anlamda yoracak bu telakkisine uygun beklentiler içinde olursa, bu beklenti uzun vadede devam etmesi gereken ilişkilerin de kopmasına sebep olur. Hâlbuki akrabalık, dostluk ve arkadaşlık ilişkileri, insanların muhtaç oldukları ilişkilerdir. Bu sebeple bu ilişkilerin sağlıklı bir şekilde devamı için doğru tavır ve davranışlar içinde olunmalıdır. Bugün bu ilişkilerin en aza indirilmeye çalışılması veya kopma noktasına kadar getirilmesi çalışılmasının temelinde, doğru yapılmayan ziyaretleşmeler vardır. ‘Yükü hafif misafir’ olmanın tavsiye edildiği bir daha hatırlanmalı ve ziyaret ahlakımız yeniden gözden geçirilmelidir. Nerede ‘Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.’diyenler.
Büyük şehirlerde, yerleşim alanının genişliği sebebiyle yaşanan ulaşım sorununun getirdiği bir başka sorun, randevulara zamanında gelememektir. ‘Söz verdiği zaman sözünde durmak’ kişinin inancının sağlamlığının bir nişanesi olduğundan, verilen sözlere riayet için her türlü tedbirin alınması ve ona göre davranılması da güzel ahlâkın önemli bir göstergesi sayılabilir.
İnsanın kendi ağzını güzel söze, hayır duaya alıştırması da güzel ahlâkın en önemli merhalesidir. Halkımız ‘Dilim, başıma giydirir kilim.’der; dünyanın da ahiretin de cennet ve cehennemine vesile olan bu organımız için. İnsanın, başkalarının söylediği gereksiz ve zararlı sözlere olduğu kadar, kendi dilindeki söylenmemesi gereken sözleri söylememesine sabır da az bir erdem midir? ‘Sabır ve şükür, iki deve farz edilse, hangisine binsem aldırmazdım.’diyor Hz. Ömer. Bizlere ise sanki sabır bineği daha zor gibi geliyor. Acaba bu sözü, üç dört adım daha yürütüp ‘Sabır ve şükür, cennetin iki kapısı farz edilse, hangisinden girsem aldırmazdım.’ haline getirsek yanlış mı yapmış oluruz? Çünkü ancak böyle düşünülünce sabra, dayanmaya, tahammül göstermeye sebep olan hususlara bakış açısı, biçilen değer ve yüklenen anlam değişebiliyor. İnsanın yaşadığı her şey onun yüklediği anlam ile ‘kolaylaşır, zorlaşır, güzelleşir veya çirkinleşir.’
İnsanın, ‘insanı, olayları, varlığı’ algılaması olgunlaştığı anda –ki bu ancak sağlam bir ahiret inancıyla mümkündür- her şeyi algılaması değişecektir. Bu algı ile her şeye bakışı da değişecek, bakış değişince ise tüm hayata ve hayat sonrasına yüklenen anlam değişecektir. Kimi, bir budakta çiçeklerin efendisi güle bakacak, kimi budaktaki dikene bakacaktır. İşte her insana verilen şu dünya hayatı, esasında ‘kimin, neye, nasıl bakıp, neresini göreceğine karar verdiği’ bir zaman diliminden başka bir şey değildir. Güzel ahlâkın kemali ise, baktığı her şeye güzel bir noktadan da bakabilmeyi ve baktığı her şeyde güzel ya da anlamlı bir şeyler görebilmeyi becerebilmekten ibarettir, vesselam.