‘Vardım, ulaştım ve yükseldim!’
Dediğin her ne varsa
Gördün evvelkilerin geçip gittiği yerler.
Gelmişken, ‘Gitme!’ de sen yine de bana
Kalabilir miyim bilemem çünkü buralı değilim
Çocuklarına babalık etmeyen şu adamlar
Kararlılar hem ülkeyi hem dünyayı kurtarmaya.
Bir çatı altında yabancılar
Evet, cevizin gölgesinde bir şey yetişmez
Ama ceviz değilsen böyle de olmamalısın.
Öğrendim artık ağzınızdaki sözler kime ait
Hangi eda-tavır kime, hangi efelenmeler kime
Hiçliğinizi görmek zor bir yıkım oldu ama
Benim aklım da başıma başka türlü gelmezdi
Bilirim kendimi.
Benim son ölüm dansıma benziyor
Dargın sulardaki kırgın esinti
Bilmez misin elması kurşun keser
Bölünür dilim dilim kemale ermiş güzellik
Gerçeğin parçalarını toplasan gerçek etmez.
Hayalin bir keman sesiyle gönlüme eser
İyilik şifa verir iyiye
Doğrudur, ancak yine de
Her genellemenin birkaç istisnası oluyor
Ağızlar konuşuyor, göz susuyor, gönül ağlıyor.
İlk engelde geri dönen, ilk gölgeye kıvrılan
Yürüyebilir mi yayla uçsuzluğunda
Her şeyi ancak kendinden büyük olan kapsar
Aşkı da daha büyük bir aşk sarmadan
Sızlayan hiçbir yara durmaz.
Mihnet ile yaptığı iyiliği öldüren
Kem sözüyle kurulmuş köprüyü yıkan
Tüm cihadı söylenmekten ibaret
Söylediği şeyleri kulakları duymayan
Kişilerin peşinde hidayet var sanan
Samimi, gözü yaşlı, gönlü kırık
Ey fedakârlıkta sınır tanımamış zirve
Alenza! Geldiğini görmedi kimse.
Tayyı mekân dursun, tayyı zaman dursun
Tayyı hâl için bir yol bulunsun
Nevaî ve Fuzuli’nin gittiği yoldan yürü
Belki de böyle yaşar uhdende saklı sevda.
Yürekleri üryan gelip yine üryan gidenler
Bilmezler sakladığın hazinenin değerini
Sen tenin için ruhunu kurban etmedin…
Ben sevdiğimde gerçekten sevdim
Özlemekten bıkmadığım sevgili için
Yorulmadığım hicranları yaşadım
Duymamaya kararlı olduğum haykırışlar
‘Aşk olsun’ demedi hiç, aşkı yok sayar…
Beni de yok saydınız, ama varım
Kâinat korosunun içinden
Arada bir tizleşen akortsuz sesinizi
Bakışlarınızda gizlenen öfkenizi duyarım.
Bu sebeple melâlimi anlamaz herkes,
Herkes yaşadığım hicranlara katlanamaz
Kucaklayamazlar, yar gibi saramazlar
Servetleri gibi saklayamazlar Alenza
Benim sakladığım bir servetim yok
Varsa bir şeyim, onu da çabuk harcarım
Ama dokunmam aşktan yana
Korkunç güzellikte bir heyelan
Gelirse üzerime korkmam, kalmam altında
Ben korkmadım hiç kimseden
Kendimden korktuğum kadar
O zaman sığınırım, inandığım Allah’a
Titrerim, haşyetten ağlarım, biliyorsun Alenza
Yoksa her şeyi yakmak arzumu tutamam
Kırmak ve parçalamak isteğimi bastıramam.
Saçının aklarına dokunma Süleyman Emmi,
Bu, yaşayan herkes için kaderdir
Öyle derin derin aynaya bakıp
Çevirme başını gençlik resmine
Ellerinle ovma dizlerini, Süleyman Emmi,
Dizlerin de yorulmuştur, yüreğin gibi
Güçsüzlüğü her zerrende hissedip,
‘Ah!’ çekip kahırlanma, hayat böyledir
Evde tek kalmışsan ahir ömründe
Köroğlunu erkenden öteye göndermişsen
Ne yapalım, sözleşmesi yok hayatın
Herkesin sende yeri var, nerdeydi senin yerin
Dostların birer birer gittiyse Süleyman Emmi,
Yalnızlık yapıştıysa yakana, kalabalıklarda
Kırk yıl hatırlı kahveyi, içmek için dost yoksa
Belki artık ölsen iyi olur, ne dersin
Dedin ki: “Varsa verirken, yoksa bulurken
Ne de çoktu etrafımda insanlar
Herkesin bir şekilde yaşadığı dünyada
Yalnızlıktan büyük bir illet olmaz.
Eşsiz yuva ev değilmiş, körmüş duvarlar
İnsan ağlarken ‘Ağlama’ diyen olmaz
Bayılsan ya da ölsen, en yakınların
Eller duyup haber vermeden duymaz.”
-Erkeksin-, ağlama yine de Süleyman Emmi,
Bak, iş-güç sahibi oldu çocukların,
Bak, bir sürü torunların oldu
Hâlbuki bir zaman sen tek bir kişiydin
Tamam, Süleyman Emmi, en azından son bayramda
Çocukların, torunların gelmemişse yanına
Herkesin işi gücü boylarından fazlaysa
Komşuların da çalmamışsa kapını, istediğin kadar ağla.
Ey gece!
Bugün Recep’in ilk Cuma gecesi
Regaip yani, istediğimiz şey belli
Hilâl tüm umutlarımıza ad olan müstear
Gündüzalp ve Karahan’ın ellerinde geldi
Atıldı temel, dikildi sütun, çatıldı kemer, örtüldü kubbe
Konuldu üstüne alem
Ve elbette alem: Hilâl
Kitabeyi boş bıraktık şimdilik
Yürek terlerimizle, iyi yazılsın diye
Aşkın rengiyle taşa kazılsın adımız
Buluşur orada belki bizimle ecdadımız.
Şu gezinen toy delikanlılar mangal yürekli
Şu genç kızlarda cesurları utandıran cesaret
Onların güçsüz omuzları kaldırdı her şeyi
Çağ kapayıp, çağ açtılar
Yiğitlik meydanına alın teri saçtılar
İşte öğrendik, hangi ninniyle büyürse bebek
O nağmenin alemdarı oluyor…
Nerede o esamisi diyar diyar savrulan
Adları kendilerinden büyük yazılan
Tek adamlar, tek kadınlar
Kendilerini vazgeçilmez sandılar
Asırlarca hüküm süreceklerine inandılar
Olmadı. Olmaz. Kader var kader
Kaderin bazısını şehitlerin duası belirler
Üstelik ölüm var,
Sonra teklik ne demek
‘Teklik Allah’a yakışır.’
Geri kalanda tek olan sıfırla çarpılır.
Evet, gördünüz sizden geçtik
Ve sizin her şeyinizden vazgeçtik…
Temel benim, sütun benim, kemer benim, kubbe benim
Öyleyse ben burayı kendi değerlerimle döşeyeceğim.
Hiç kimse bana devşirilmiş laflar etmesin
Biz geldik, söyle iklime, mevsim değişsin
Bize her gece Regaip, ne istediğimiz belli
Hilâl tüm umutlarımıza ad olan müstear
Gündüzalp ve Karahan’ın ellerinde geldi
Ve konuldu yere düşmüş bir Kitabın altına…
Şayna’yla Elfeyna,
Dün gece evcilik oynuyorlardı
Evlerini hazırladılar, yemek yediler
Çay içtiler, misafir ağırladılar
Hayal kurdular sonra
Ve büyüdüler…
Ben bir türkü tutturmuşsam, iyiyim demektir,
Türküyle ağlıyorsam, kavrulmaktayım
İşte o zaman beni bırakın kendi halime
Belki de gözyaşlarım ateşimi söndürecektir.
Şayna’yla Elfeyna,
Dün gece bize geldiler
Oturduk sabaha kadar
Sohbet ettik, dua ettik, ağladık
Çıkmazları döktük bir bir ortaya
Bir yol aradık…
Ben kitapların arasına saklıyorsam kendimi
Kendimle körebe oynayıp, bulamıyorsam
Herkese teselli verip, kendimi avutamıyorsam
Dualar edin, belki bir ağzı dualı, görecektir yerimi.
Şayna’yla Elfeyna,
Bu sabah bizden gittiler
Arkalarından su döktüm, hurafe olsun diye
Su gibi gidin, su gibi olun, dedim
Umutlarımızı paylaştık cömertçe, sonuna kadar
Güzel bir gelecek beklentimiz var
Birbirimizin ellerini yıkadık
Ayaklarını da…
Benim yolum ayaklarıma uygun değilse
Ayaklarım suçlu değil
Kafam ve gönlüm ayrı telden çalıyorsa
Ben suçlu değilim… şu güneş yüzünü gösterse
Şayna’yla Elfeyna,
Çok uzaklara gitmişler
Çünkü buralarda boğazlarına sarılmış eller
Gittikleri yerde bir hudayinabit
Bir gül gibi yetişmişler…
Onlar kaç kuşaktır edilen duaydılar
Belli ki kabul edilmişler
Onlar kaç kuşaktır yükselen sedaydılar
Belli ki yükselmişler…
Güneş doğmadan uyandık ve ayıldık
Evimizdeymişler.
Zinciri zincir eden her bir halkadır Şayna
Sen uçları birleştiren büyük halkasın
Seni seçkin kılan herkes gibiliğindir
Biriktirdiğin kül, yaktığın ateştendir tekliğin
Susuzsan, içtiğin de suysa, kâsenin ne önemi var
Altın, gümüş, bakır, demir, toprak yahut bir avuç
Sunulan şey gibi sunana da iyi bak
Yeryüzü tanrıları sunmadıkça al ve iç.
Esir ettiklerine, esir olmadın Şayna
Soylusun, yükseldin, omuzlarına bastı ayakların
Bütün dereleri kendinde toplayan ırmaksın
Denizdeki zerre gibi parça ve bütün
Damlaya kıydığın zaman biter her şey gördün
Gök kuşağını boyadı az önce senin fırçan
Hakikat süs itemez, açık ve yalın söyle
Duvara konulacak son eksik taş adına.
Taşını kaybetmiş bir gerdanlık değilsin Şayna
Aşkın elinden tutarsa tutsun ölüm
Şu elbiseleri dik tutan omurgaların ruhu
Yorgundur, ölüdür, bazıları gömülmemiştir
Yolları mezarlıklarla biten bir kentte
Kaybolmak mümkün değil dön, gel
Büyüsü kaybolmadan sözlerin
Kuşluk vakti dağılan sisle beraber
Yoksulluğumu anlattım zenginlere Şayna
Tüketene kadar aldılar neyim varsa
Bir gölge aradım, yandığım zaman
Güneş bende gölgelendi
Hararetten kavrulup koştuğum pınar
İçti beni ciğeri soğuyuncaya kadar
Kutup yıldızına baktım en karanlık gecede
Dedi ki: Neredesin, yönümü bulacağım.
Ben ne yapacağım, biliyorsan söyle Şayna
İlim dediğim şeyler avuçlarımdan süzüldü
Hikmeti avlamak için gerdim yayı
Attığım ok bana döndü
Karanlığa bir ışık yakayım dedim
Yaktığım mum beni yaktı
Kanar düşüncelerimin yarası, derin ve sessiz
Şunlar sevdamın külleri, şunlar bende kalan iz
Ey gece!
Yani biz şimdi Akdeniz’in ortasında
Nokta mı koyduk, virgül mü,
Yoksa satır başıyla yeni bir başlangıç mı yaptık…
Türkülerimi, dualarımı, selamımı yüklendin,
Araya ne girdi, neden yolundan kaldın,
Ne olacak yolunu gözleyen çocuklar,
Hüzün yüklü kadınlar, umut dolu bakışlarıyla gençler,
Hiç olmazsa bir selam bekler
Senin yerine rüzgârlar mı götürecekler
Kimden kardeşlik dilenecekler?
Zalimlerden mi, işbirlikçilerden mi?
Ey gece!
Temizlik için biri gelecek
Hem bu tam bir bahar temizliği olacak
Bel ağrıları, diz ve bacak ağrıları gidecek
Tüm çıbanlar patlayacak
Göz ve gönül ağrıları ve depresyon denilen illet
Kara bulutlar gibi yurdumu terk edecek
Umutsuzluk, sıkıntı, stres… Evet hepsi
Yani bu tam bir bahar temizliği olacak
İçeriden ve dışarıdan
Tatlı rüzgârlar esecek
Ne yana dönsem yelkenime dolacak
Ne yana dönsem yollarım açılacak
Ne yol yoracak beni ne yürüyüşüm