Kutsal Dil Sorunu ve Kur’an’ın Çevirisi Üzerine Bir Değerlendirme

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 18.11.2023

1. Vahyin Anlaşılmak Amacı

Tüm insanlığın yaratıcısı olan Allah, Kur’an’da, yarattığı insanlara ilahî bilgiyi göndermesiyle ilgili bize şu dört ayetle dört önemli açıklama yapmaktadır: 

1. ‘Biz elçi göndermedik hiçbir toplum bırakmadık.’ (Fatır 35/24)

2. ‘Biz her elçiyi kendi toplumunun diliyle gönderdik.’ (İbrahim 14/4)

3. ‘Rabbin, başkentlerine ayetlerimizi okuyacak bir elçi göndermedikçe, onları helâk etmiş değildir.’ (Kasas 28/59)

4. ‘Eğer biz bu Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik onlar kesinlikle, “Ayetlerinin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi?” diyeceklerdi.’ (Fussilet 41/44)

Bu ayetlerden anlıyoruz ki tarihin her döneminde bugün ortadan kalkmış toplumlar da dâhil olmak üzere her topluma ilahî bilgi, aralarından seçilen bir elçi aracılığıyla onların kendi dilinde gelmiştir. Ayetlerde açıklanan insanlığın konuştuğu her dil ile vahiy gelmesi, ‘tüm dillerin Allah’ın vahyini aktarmaya uygun ve yeterli olduğu’ sonucuna da tartışmasız bir kesinlikle ulaştırır. Kur’an’ın tanıklığıyla doğru olan durum bu olduğu halde Kur’an çevirisinin yapılıp yapılamayacağı, yapılırsa aslın yerini tutup tutamayacağı, bunun bir ‘tercüme’ mi yoksa yaklaşık anlamlandırma olan bir ‘meal’ mi olacağı tartışılıp durulmuştur. 

Oysa sonvahyin ilk muhatabı Araplar olduğu için Kur’an kendi dili hakkındaki açıklamayı ‘Biz, anlayasınız diye onu Arapça bir Kur'ân kıldık.’ (Zuhruf 43/3),‘Eğer biz bu Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik onlar kesinlikle, “Ayetlerinin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi?” diyeceklerdi.’ (Fussilet 41/44) ayetleriyle yapıyor.

Bu ayetlerde açıklandığı gibi Arapça vahyi elbette Türkler, Farslar, Hindular yani Arapça konuşmayan milletler anlayamayacaklardır. Zaten ‘tercüme, meal, tefsir’ çalışmaları Kur’an’ın anlaşılmasını sağlama çabasının bir ürünüdür. Ancak ne hikmetse bu alanda verilen eğitimlerin içeriğine bakıldığında sanki ‘anlaşılması’ yerine ‘anlaşılmaması’ çabası daha fazla gibidir. Hatta ‘Tefsirsiz meal okumak haramdır.’ gibi Kur’an’da olmayan ‘yeni sürüm’ haramlar da üretilmektedir. Acaba Kur’an vahyedildiğinde kendi dilinde olduğu için sahabe ne söylendiğini anladı mı yoksa tefsir edilmesini mi bekledi?
 

2. Vahyin Anlaşılma Amacı Önündeki En Büyük Engel - Dil Sorunu 

Kur’an’ın çevirisi hakkında yüzyıllar boyu söz konusu olmuş bu tartışmaların temeldeki sebebi nedir? Bu sebep anlaşıldığında, geçmiş ve bugün daha sağlıklı değerlendirilebilecektir. İlk Müslüman Araplar, Arap yarımadasından çıkıp sosyal-siyasal anlamda gelişmiş Bizans ve Fars kültürleriyle karşılaştıklarında ellerinde yalnızca Kur’an vardı. Kur’an’ın en belirgin özelliğiyse Arapça oluşuydu.

Onlar da bu iki büyük kültür karşısında, Kur’an dilinin verebileceği imkânları kendi üstünlüklerinin göstergesi sayarak ve sanarak kullanma yoluna gittiler. Esasında ‘vahyin dili’,yazının başındaki ayetlerde açıklandığı gibi, her topluma gönderilen tüm vahiyler için doğal bir durum olduğu halde Emevilerde başlayıp Abbasilerde devam eden ve sonraki yüz yıllarda da öyle kabul edilerek sürdürülen bir yanlışın temellerinin oluşumuna neden olmuştur. Bu ilk yanlış, sonraki yüzyıllarda ‘vahyi anlaşılmak amacından saptıran yeni yanlışların’ kaynağı da olmuştur. 

Arap ırkçılığının biçimlendirdiği ve İslam dünyasına dayattığı ‘kutsal dil Arapça’ anlayışı, İslam dünyasının geleceğini de derinden etkilemiştir. Bu takıntılı anlayış, Hıristiyan din adamlarının bir dönem ‘İlmin ve kilisenin dili Latincedir’ diyerek ölmüş bir dili, farklı ülkelerin çocuklarına zorunlu kılarak yıllarca kök söktürmelerine benzer.

Bu anlamsızlığa ilk büyük tepkiyi Martin Luther göstererek her toplumun İncil’i kendi dilinde okuması gerektiği görüşüyle öne çıkmıştır. Kilisenin otoritesini yok eden bu yöneliş, kilise tarafından ‘Protestanlık’ olarak adlandırılmıştır. 

Pers ve Bizans karşısında, bir üstünlük aracı olarak kullanılan Kur’an’ın dili konusunda şu iddialar ortaya atıldı: ‘Kur’an’ın başka bir dile çevrilmesi mümkün değildir.’, ‘Arapça çok güçlü hatta dünyanın en güçlü dili olduğu için Allah Kur’an’ı Arapçayla gönderdi.’, ‘Diğer dillerin Kur’an’daki mecaz ve meaniyi ifadesi mümkün değildir.’, ‘Arapça çok güçlü bir dil olduğu için Kur’an ve İslam’la ilgili tüm eserler Arapça telif edilmelidir.’, ‘Kur’an Arapça değil Rabçadır. Bu dil, Allah’ın dilidir.’, ‘Cennetin dili de Arapçadır. Öyleyse bu dile ona göre önem verilmelidir.’, ‘Hz. Peygamber ‘İmam, Kureyş’tendir’ buyurmuştur, herkesin yöneticisinin dilini bilmesi gereklidir.’, ‘Kur’an, Hz. Peygamber’in eşlerinin Müslümanların anneleri olduğunu söylüyor.

Annelerimizin dili Arapça olduğuna göre ‘anadilimiz’ olan Arapçaya ona göre önem verilmelidir.’ (Oysa Hz. Nebi’nin eşlerinden farklı dilleri konuşanlar da vardı. Mısırlı Mariye ve bir Yahudi kızı olan Cüveyriye gibi. Emevi ve Abbasiler döneminde, (İslamî ilimler dışında) farklı ilimlerde ve özellikle edebiyatta Arapça kullanılmasını dayatmanın temelinde de tüm bölgede etkili olan güçlü Fars edebiyatının etkisini kırma amacı vardı. Bu dayatma, büyük sorunlara kaynaklık eden yanlış uygulamalara neden olmuştur. Bu yanlışların temelinde o dönemde devleti yönetenlerce ‘sosyal ve siyasal’ olarak desteklenen Arap ırkçılığı bulunmaktaydı. O kadar ki bu yönelişin destekçileri, pek çok konuda uydurma rivayetlerin üretilmesine alt yapı hazırlamışlar hatta İbn Abbas adına ‘Kur’an’ı anlamak için cahiliye şiiri ile istişhad etmenin gerekli’ olduğunu söyleyecek kadar kendilerini kaybetmişlerdir. Oysa yine İbn Abbas’tan Kur’an’ı anlamak için hem gayrimüslimlerin kitaplarına hem de Kur’an dışında başka bir yardımcıya ihtiyaç olmadığını ifade eden sözler de nakledilmiştir. Hatta Hz. Nebi’nin Hz. Ömer’e bu yüzden kızdığını ifade eden hadisin ravisi de İbn Abbas’tır. Süreç ve koşulların sonucu olarak o günkü Araplar, sosyal, siyasal ve kültürel düzeyleri yüksek iki devlet karşısında, Arapçayı kutsayarak kendilerine de medeniyet dünyasında bir konum sağlamaya çalıştılar. Müslüman olan herkesin, Kur’an’ı anlayabilmek için Arapçayı öğrenmeye mecbur ve mahkûm olduğunu herkese kabul ettirdiler. 

Bu yanlışlar, günümüz Müslüman ilahiyatçıları tarafından yakından bilindiği halde mevcut duruma itirazın bedeli ağır olduğu için bunları sorgulamaya-eleştirmeye çoğunluk itibariyle yanaşmamaktadırlar. Marazlı geçmişi sorgulamak yerine, tarihin bir döneminde yazılmış kitaplarıArapçasından okumayı ‘bilimsel çalışma’ saymaktadırlar(?)! Oysa yabancı dildeki kitaplar uygun bir tercüme heyeti tarafından çevrilebilir ve herkes tarafından kolayca okunabilir. Tüm öğrencileri ya da Müslümanları buna zorlamanın anlamı yoktur. Dahası yabancı dilde yapılan bir eğitim, o kişi ve toplumu o konuda her zaman geride bırakacaktır. Çünkü insan ancak kendi dilinde, düşüncesiyle aynı anda konuşmak imkanına sahiptir. Bu da bilimsel çalışmalar için çok önemlidir. (O. Sinanoğlu: Eğitim ve öğretimde hiçbir yabancı dilde, kişi birinci olamaz.)
 

3. Kur’an’ın Sözcük Dağırcığı ve Çevirisi Hakkında

M.F. Abdülbaki’nin Mu’cem’ül Müfehres adlı eserinin çevirisi olan Kur’an Kelimelerinin Anahtarı isimli Kur’an sözlüğünde, 1710 tür kök kelime, 66 adet kişi ve yer adı gibi özel ad bulunmaktadır. Bu 1710 kökten 54.565 adet kelime türetilmiştir. Zamir, edat, zarf türünde de 83 kökten 23.235 adet kullanılmıştır. Kur’an’ın toplam sözcük sayısı 77.800’dür. Bunların bir kısmı da başka toplumların dillerinden o günkü Arapçaya girmiş sözcüklerdir . Kur’an sözlüğünün verdiği bilgiye göre Kur’an’da ‘kök, edat, zamir, zarf, ad’ olarak 2000 civarında sözcük bulunmaktadır (1980 denilmektedir.) Bu kadar sözcük ise dünyanın tüm dillerinde vardır. Buradan ulaşmaya ve anlaşılır kılmaya çalıştığımız sonuç ise Kur’an’ın tüm dünya dillerine çevrilebilir olduğu gerçeğidir. Bunun mümkün olup olmadığına dair tartışma, tarihteki Arap ırkçılığının yansımalarının bugüne düşen tezidir. Çünkü Müslüman olmak isteyen veya Kur’an’ın içeriğini bilmek isteyen herkesin Kur’an Arapçasını öğrenmesi mümkün değildir. Kur’an’ın her dile çevirisi ise yalnızca mümkün değil, son vahyin iletilebilmesi açısından bir zorunluluktur.

Günümüzde Kur’an’ın Rusça çevirisi ile Müslüman olan Ruslar, Almanca çevirisiyle Müslüman olan Almanlar, Fransızca çevirisiyle Müslüman olan Fransızlar, bize, vahyin iletilmesinde asıl olanın ‘kelimeler’ değil, ‘anlam’ olduğunu göstermektedir. Bir anlamı dünyanın her diline çevirmek mümkündür. Hele de söz konusu olan son ilahi mesaj ise. Örnek: Bir ağaç resmini, dilleri farklı 20 kişiye göstersek hepsi bunun ‘ağaç’ olduğunu, kendi dillerindeki ‘adını’  söyleyerek bilirler. Vahyin anlaşılması da böyledir. 
 

4. Allah Katındaki Din Nedir ve İlkeleri Nelerdir?

Kur’an’ın İslam’ı tanımlayan ayetlerinden bir kısmı şöyledir: ‘Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrâhim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlara, İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Dâvûd’a da Zebur’u verdik.’ (Nisa 4/163). ‘Allah Nuh'a, sana, İbrâhim'e, Mûsâ'ya ve İsa'ya, “Dine dosdoğru uyunuz, dinde ayrılığa düşmeyiniz” diye vasiyet ettiğimiz dini size yasallaştırdı. Senin kendilerini çağırdığın bu esas, müşriklere ağır geldi. Allah dileyenleri kendine seçer, kendisine yönelenleri de doğru yola iletir.’ (Şura 42/13). ‘Allah, nebilerden şöyle söz almış ve “Bakın size kitap ve hikmet verdim, şimdi yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde ona mutlaka inanacak ve yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” demişti. Onlar da “Kabul ettik” dediler. “O halde tanık olunuz, ben de sizinle tanık olanlardanım” dedi.’ (Âl-i İmran 3/81). ‘De ki: “Ben peygamberler arasında türedi biri değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9). ‘Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki, Allah'ın hesabı çok çabuktur.’ (Âl-i İmran 3/19). ‘Kur'ân, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.’ (Şuara 26/196)

Yukarıdaki ayetlerde söz edilen bu elçilerin her biri farklı bir zamanda ve farklı toplumlarda yaşadığına, her birine farklı bir dilde vahiy geldiğine göre, ‘kutsal’ olan Allah’ın vahyettiği ilkeler midir yoksa vahyin dili midir? Bugüne geldiğimizde dil konusunda şu sorular sorulmalıdır: ‘Allah katındaki din olan ve insanlık tarihi boyunca tüm milletlere tüm diller aracılığıyla gönderilen İslam, Arapçaya mecbur ve mahkûm mudur, değil midir? Öğrenilmesi gereken din, Allah’ın tüm milletlere gönderdiğini bildirdiği din olan İslam mıdır yoksa Arap kavminin gelenekleriyle yeniden biçimlenmiş bir Arap dini midir? Kutsal olan Allah’ın tüm kullarının dillerinde vahyettiğini bildirdiği ilkeler midir yoksa son vahyin dili olan Arapça mıdır? Arapça, başka dile çevirisi mümkün olmayan ‘kutsal’ bir Tanrı dili midir?

Dil konusundaki soruya verilecek yanıt Müslümanların bundan sonraki yaşamları açısından son derece önemlidir. Bu soruya, bu konuda ne denilmek istenildiğini bilenler ya ‘Evet, Arapça kutsaldır.’ ya da ‘Hayır, kutsal dil yoktur.’ demek ve Müslümanların Kur’an’a yaklaşımlarını ona göre belirlemek zorundadırlar. 

Kur’an’ın bizi ulaştırdığı sonuç şöyle: Allah’ın sözü Arap diline mecbur ve mahkûm değildir. İslamî bilimler de öyle. Kur’an’ın Almancasını okuyarak Müslüman olan bir Alman Müslüman’ın Kur’an dilini öğrenmek üzere Arapça konuşulan Mısır’a gidince yaşadığı hayal kırıklığı da dilin esas olmadığını, Müslüman olmanın ‘anlamak, inanmak, yaşamak’ olduğunu ortaya koymaktadır. Yusuf İslam’ın da Müslümanlarla ilgili görüşü ilginçtir. Benzer görüş ve açıklamalar, Arapçanın sanıldığı kadar önemli olmadığını, günümüz Araplarının genel olarak İslam’dan uzaklıkları da ortaya koymaktadır. Ancak ne yazık ki ülkemizde ve genel olarak İslam dünyasında vahyin Arapçaya mecbur ve mahkûm olduğu hatta vahyin anlaşılabilmek için Arap’ın cahiliye şiirini bilmeye, Arap’ın cahiliye döneminin yaşamını, Arap toplumunun yapısını yani özetle Araplara ait her şeyi bilmeyi zorunlu kıldığı şeklinde bir görüş bulunmakta ve bu görüşe göre eğitim verilmektedir. İslam dinine girip Müslüman olmaya karar verdiği için Kur’an’ı anlamak isteyen bir kişi, neden o bölgedeki cahiliye Araplarının ve sonraki Arapların gerekli gereksiz her şeylerini öğrenmek zorundadır. 
 

5. Kur’an’ın Vahyin Tebliğinde Dil Konusuna Yaklaşımı

‘Eğer biz bu Kur'an'ı yabancı bir dilde indirseydik onlar kesinlikle “Ayetlerinin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi?” diyeceklerdi.’ (Fussilet 41/44). Kur’an, Arapların konuştukları dilde vah yedildiğinden Araplar tarafından anlaşıldı. Kur’an’ın vahyedildiği dil, Ebucehil, Ebuleheb, As b. Vail, Velid b. Mugire gibi Hz. Nebi döneminin müşriklerinin ve büyük çoğunluğu okur-yazar olmayan sahabenin de duyduğunda-okuduğunda anladığı, hepsinin Müslüman olmadan önce de kullandığı Arapçadır. Bazı sözcüklerin Kur’an’la birlikte kavramlaşarak yeni anlamlar yüklenmesi ise vahiy sürecini yaşayan ashabın zaten anladığı bir konudur. Zaten vahyin temel amacı da ilkelerinin anlaşılması, bu yolla temiz bir hayat yaşanmasıdır. Oysa Müslüman olan başka milletlerden herkesin Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça öğrenmesi imkân dışı bir durumdur. Olması gereken gereksiz tartışmaları kenara bırakarak Kur’an’ın tüm insanların diline hakkıyla çevrilmesidir. Arap ırkçılığının sonucu olan Arapçanın kutsanması yanlışından ‘Âdem’in dili Aramicedir, cennetin dili Aramicedir’ diyen Yahudilere karşı ‘Âdem’in dili Arapçaydı, cennetin dili Arapçadır.’ gibi sözler uydurmaktan vazgeçilmelidir. Çünkü Rabbimiz vahyi için: ‘Kur’an şüphesiz öncekilerin kitaplarında da vardır.’ (Şuara 26/196) demektedir.  Öncekilerin kitaplarında olan Kur’an’ın o kitaplardaki dili ne idi. Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın konuştukları dil ve kendilerine vahyin geldiği dil ne idi? Toplumlarının dili değil miydi? 

Türk Milleti de tıpkı Arapça konuşmayan diğer toplumlar gibi yüzyıllar boyunca çoğunluk olarak okusalar bile anlamını bilmedikleri bir Kitabın mümini olmuşlardır. Cumhuriyet dönemine kadar camilerde hutbe dâhil olmak üzere ne yapılıyorsa hepsi Arapçaydı, oysa bu toplumda Arapça bilen yoktu. Dahası nağmeli okumayı öğrenen hafızlar da çoğunlukla okudukları Kur’an’ın anlamını bilmemekte veya ancak kolay bazı ayetleri anlamıyla ezberlemekteydiler. Bunun sonucu olarak Kur’an dinleyenler, hayızdan, zinadan, faizden söz eden ayetlerin nağmeli okunmasından mistik bir haz duyarak göz yaşı dökmüşlerdir. Ne dediği o kadar da önemli olmamıştır. Bugün belli oranda aşılsa bile yüzyıllar süren ve derin korkulara neden olan bu yanlış, bidat, hurafe, sapkınlıklarla dopdolu, şirkin çeşitlerinin en iyi Müslümanlık sanıldığı, Kur’an’da olmayan algı anlayış, inanışların İslam olarak yaygınlaşmasına neden olmuştur. Oysa Kur’an içindeki sözlerinin anlaşılabilmesi için düşünülmesini  ister. Düşünebilmek içinse önce Kitap’ta ne söylendiği okunup anlaşılmalıdır. 

Kur’an’ın çevirisi konusunda, yaşadığımız teknoloji çağında ve daha büyük teknolojilerin arifesinde, tutunulan yanlış geleneksel yorumlar, yarardan çok zarara neden olmakta, bunlar günümüz sorularına yanıt, günümüz yaralarına merhem olamamaktadır. Arapçayla ilgili temelsiz kutsama düşüncesinin ve Kur’an’ın başka bir dile çevirisinin mümkün olmadığına dair görüşlerin bir temeli bulunmamaktadır. Kur’an’a göre vahyin temel amacı, Kur’an’ın muhatapları tarafından anlaşılmasıdır. Çünkü ancak anlaşılma ile kişinin ‘iman-küfür’ seçimi anlamlı olabilecektir. Yoksa anlaşılmayan hatta ne yapılırsa yapılsın ‘yeterince anlaşılamayacağı ya da yeterince doğru anlaşılamayacağı’ iddia edilip duran, seslendirilmesinden sevap umuluna bir kitabın okunup durması, anlama amacına ulaştırabilir mi?

Kur’an’ın amacı tüm muhatapları tarafından anlaşılmaktır. Bu amaca ulaşılabilecek yollar tutulması, vahyin anlaşılması ve inananlarınca yaşanabilmesi için bir zorunluluktur. Çünkü ancak Kur’an’ın doğru anlaşılmasıyla ‘birbirine kenetlenmiş tuğlalar’ gibi bir ve beraber olarak ayağa kalkabilecek, Müslümanlar olarak kendimizle ve tüm insanlıkla ilgili gereken kararları alabilecek ve uygulayabileceğiz inşallah.  

VİDEOLAR


Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı 2013 (Aile İçi İletişimde Söz)
Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı 2013 (Aile İçi İletişimde Söz)
Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 2)
Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 2)

Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 1)
Nevşehir Programı 2013 (Sen Hangisisin? 1)
Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 2)
Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 2)

Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 1)
Dost TV 2013 (Bayram ve İnsan 1)
Dost Tv 2014 (Hz Fatıma, çocukları ve Kerbela)
Dost Tv 2014 (Hz Fatıma, çocukları ve Kerbela)

Dost Tv 2013 (Gençleri Kazanmanın Yolları)
Dost Tv 2013 (Gençleri Kazanmanın Yolları)
Dost TV 2013 (Çocuklarda Sorumluluk Duygusu)
Dost TV 2013 (Çocuklarda Sorumluluk Duygusu)

Dost TV 2009 (Aile İçi İletişim)
Dost TV 2009 (Aile İçi İletişim)
Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 2)
Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 2)

Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 1)
Genç Birikim Dergisi 2011 (Aile Eğitimi 1)
Sun TV 2007 (Kitap Okuma Alışkanlığı)
Sun TV 2007 (Kitap Okuma Alışkanlığı)

TV 5 Yüzleşme 2006 (Ergenlik Dönemi)
TV 5 Yüzleşme 2006 (Ergenlik Dönemi)
TV 5 Bir Tatlı Huzur 2006 (Ergenlik Dönemi)
TV 5 Bir Tatlı Huzur 2006 (Ergenlik Dönemi)

Kon TV 2006 (Ailemiz)
Kon TV 2006 (Ailemiz)
Kon TV 2006 (Evlilik Öncesi)
Kon TV 2006 (Evlilik Öncesi)
Joomla templates by Joomlashine