Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 10.09.2023
Bilinmektedir ki söz yüreğin özüdür, herkesle paylaşıp yüreğimizin özünü israf etmemeliyiz. Bu yanlışı deneyimleyerek öğrenmek zorunda değiliz çünkü yanlışı deneyimleyerek öğrenmek acı çektiren kötü bir yoldur. Bazı kişilerle konuşmak anlamsız, gereksiz, yorucu ve zararlıdır. Böyle kimseleri, sözlerimizin muhatabı kılarak kendimize zulmetmemeliyiz.
Edep-terbiye bilmeyen, büyük-küçük tanımayan kimselerden uzak durmalıyız. Onlar, ringe çıkmış ahmak çocuklar gibidirler; dövsek bize ayıp olur, dokunmasak o bizi tekmeler.
Kendilerini dünyanın merkezi sanıp çevrelerindeki herkesin kendilerine göre konumlanmasını isteyenlerden uzak durmalıyız. Onlar, başkalarının bireysel yaşamına saygı duymayan yoksul ruhlulardır, üstelik yoksulluklarını bilmeden herkesi sofralarına davet edip aç bırakan ev sahibi gibidirler.
Kendilerini sorgulamak yerine başkalarını sorgulamayı alışkanlık edinenlerden uzak durmalıyız. Onlar, farkında oldukları kendi büyük yanlış ve suçlarının yüreklerindeki karasını örtmek için bu yöntemi tercih eder ve çoğu kere de bunun farkında bile olmazlar.
İki kişi bir araya gelince olmayan üçüncünün dedikodusunu etmeyi alışkanlık edinenlerden uzak durmalıyız. Çünkü onlar, bizim olmadığımız yerlerde de bizim dedikodumuzu edeceklerdir.
Çevresindekileri alttan alta doldurup kendi adlarına kullananlardan uzak durmalıyız. Böyleleri bizi de aynı şekilde kullanmak isterler. Böyle kimseler, intikam için kiralık adam tutup sonra gelip ‘Geçmiş olsun’ diyecek kadar kendilerini gizlemeyi beceren kötülerdir. Oysa düşmanın bile merdi namerdinden iyidir.
Söyleyemediği sözleri, çevresindekilerin ağzıyla söyleyen ve söyletenlerden uzak durmalıyız. Onlar kendi düşünce ve görüşlerinin bedelini ödemeye yanaşmayan omurgasız kişilerdir. Omurgasızlık bulaşıcı bir hastalıktır, bize bulaşmamasına dikkat etmeliyiz.
Kendilerinin bir yeteneği, niteliği, özelliği olmadığı için ancak başkalarını eleştirme yoluyla kendilerini iyi hissederek kişilik yırtıklarını yamayan kimselerden uzak durmalıyız. Onların bir iyiliğe ‘iyi’, bir güzelliğe ‘güzel’, bir doğruya ‘doğru’ demeleri neredeyse imkansızdır. Çünkü bu durumda kendilerinde olmayanı, dolaylı olarak da bir başkasını beğenmiş olacaklardır. Bu da böyle kişiler için çok zordur.
Hem her durumda öne çıkmaya çalışıp hem de ‘Kimse sorumluluğunu yerine getirmiyor, her işi ben yapıyorum.’ edalarına bürünüp isteyerek oluşturduğu durumdan yakınanlardan uzak durmalıyız. Çünkü onlar böylece hem birilerinin gözünde ‘kahraman’ olmak ve bunun getirilerinden yararlanmak ister hem de başkalarını aynı nedenle suçlayıp bundan da dolaylı ve anlamsız bir tatmin yaşarlar.
Kendileriyle konuştuğumuz özel durumları, çok geçmeden başka ağızlardan duymuşsak bir daha o kişilerden uzak durmalıyız. Çünkü onlar kendilerine verilen inciyi bir avuç yemle değişen horoz gibidirler, sözün emanetlerin en önemlisi olduğunun bilincinde değildirler. Bundan korunmak için biz, horoza inci verilmeyeceğini bilmeliyiz.
Birlikte olduğumuz her seferde hep kendilerini ve kendileriyle ilgili aynı konuları gündeme getirenlerden uzak durmalıyız. Onların kendilerinden başka kaygıları yoktur. Kendinden başka kaygıları olmayanlarla ise ortak bir düzlemde buluşmak mümkün değildir.
Sözlerine yalanlar katıp kendilerine göre soyut-somut çıkarlar elde etmeye çalışanlardan uzak durmalıyız. Onlar, balı pislikle yemeyi alışkanlık etmiş kişilerdir; onların sofrasında ‘doğruluk’ ilkesini bireysel erdemine temel kılmış kişilerin karnı doymaz.
Hangi düşünce ve görüşten olursa olsun fanatiklerden uzak durmalıyız. Çünkü onların algı ve düşünceleri kapalıdır. Fanatik oldukları konularda düşünmeyi ve değerlendirmeyi beceremediklerinden böyle kimselerle bir görüş üzerinde konuşmak, bir konunun değerlendirmesini yapmak ve ortak bir noktada buluşabilmek olası değildir.
Büyüklenmeyi alışkanlık edinenlerden uzak durmalıyız. Çünkü onlar, görüş-düşünce-doğrular açısından kendi bulundukları düzlemin dışında hiçbir yeri beğenmezler. Büyüklenme alışkanlığı olan kişilerin konuşması, tek kişilik bir konuşmadır, muhatap yoktur. Oysa insan ancak yeni görüş ve düşüncelerle kendi görüşlerini yeniden değerlendirdikçe yani başkalarını da dinleyip anladıkça daha doğruya yürüyebilir.
Konuşma esnasında karşıdaki kişinin yarık kaşını yumruklarına hedef kılanlardan da uzak durmalıyız. Çünkü böylelerinin temel amacı konuşup anlaşmak değil yarayı büyütmektir. Böyle kişilerle birliktelik ancak var olan yaraların/sorunların büyümesine neden olur.
Para ve makam gücü, eleştirilmekten hoşlanmayan bir kişiliğin oluşmasına yardımcı olur. Bu nedenle böyle kişilerin çevresinde çoğu kere bir ‘yalaka ordusu’ bulunur. Gerçekte bu, çift taraflı bir ‘al gülüm ver gülüm’ ilişkisidir. Gerçekleri duymaktan hoşlanmayan kişilerden uzak durmalıyız çünkü orada doğru konuşmak zordur.
Kimileri kendilerini ‘Dünyayı düzeltecek adam’ olarak görürler. Oysa hiç kimsenin buna gücü yetmez. Çünkü dünyanın düzeltilmesi ancak bireylerde başlayacak bir değişimle bu da ancak her kişinin kendisinde yapacağı değişimlerle olasıdır. Bu nedenle her konuşmayı, kendi söylevlerini atacakları ortam kılanlardan da uzak durmalıyız.
Bireysel, ailevi, toplumsal sorunlar tarihin her döneminde herkes için vardır. Ancak bu sorunların her birinin konuşulacağı kişi ve ortamlar ayrıdır. Özellikle bireysel ve ailevi sorunlar için temel ilke ‘Karnının doymayacağı yere açlığını bildirme’ olmalıdır. Dahası bu tür sorunlar genellikle tek kişinin bakış açısına göre dinlendiğinden, eğer en az iki kişiyi ilgilendiren bir sorundan söz ediliyorsa iki tarafı da dinlemeden değerlendirmelerde bulunmak yanlıştır. Bizi, kendisinin anlattıkları için haklılığını onaylayan bir ağız olarak kullanmak isteyenlerden uzak durmalıyız. Çünkü böyle konuşmalar ancak kendilerini olumlayan bir ‘yankı’ beklerler. Bunun adı da ‘konuşmak’ değildir çünkü ‘konuşmak’ işteş bir eylemdir.
Bizim hayatımızdaki güzel bir durum için sevinmeyen, mutluluk duymayan kişilerle bunları paylaşmamalı ve böyle kişilerden uzak durmalıyız. Başkalarının başlarına gelen iyi olay ve durumlar için en küçük bir olumlu tavır göstermeyen kişiler, gerçekte bencillik ve kıskançlığın pençesindedirler. Çünkü böyleleri, kendileri için olmayan hiçbir iyi ve güzel durumdan hoşnut olmazlar. Bu da onları, güzel durumlar yaşayan başkaları için dost olmaktan uzak tutar, kimi zaman da örtük bir düşman durumuna getirebilir.
Bizimle yalnızca birtakım çıkarları için bağ kurmaya, yakınlık oluşturmaya çalışan kişilerden uzak durmalıyız. Çünkü böyle kişiler çıkarları kadar ve çıkarları sürdükçe ‘yakın ve iyi’ olabilir, çıkarları bittiğinde dil kılıcını bize karşı da acımasızca çekmekte hiçbir sakınca görmezler.
Dünyada hiç kimse için tek düze bir yaşam yoktur. Sevinçler de üzüntüler de dünya hayatının cilveleridir. Üzüntülerin insanı olgunlaştıran bir yanı da bulunmakla birlikte sürekli üzüntü nedeni olan birliktelikler, bir süre sonra çevresindekileri ruhsal ve bedensel olarak hasta edebilir. Böyle bir musibete uğramamak için kimlerle yakın ilişki içinde bulunabileceğimizi iyi bilmeliyiz. Yılan ve akrep sokar, koç ve boğa boynuzlar, at ve eşek tekmeler; her varlık kendi fıtratına uygun davranır. Biz de bunun bilincinde olarak ilişkilerimizi yönetmeliyiz. Yoksa ‘zehir, boynuz, tekme’ karşısında sürekli üzüntü, bizi güçsüz, yorgun, mutsuz, umutsuz kılabilir. Bu da elbette kendimiz için de başkaları için de isteyebileceğimiz bir durum değildir.