Deizm Neden Yükselmektedir?

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 13.12.2022

Deizm, tarihin her döneminde var olan bir olgu olmakla birlikte son yıllarda ülkemizde hızla artış gösterdiği artık çoğu kimsenin kabul ettiği bir gerçektir. Çoğu kimse de bu durumu ancak bıçak kemiğe dayandıktan sonra yüksek sesle dillendirmeye başlamıştır. Ancak nedense herkes bu durumu başka evlerde, başka aileler yaşıyor gibi anlatmakta; kimse bu durumun kendi evinde, yakınlarında ortaya çıkabileceğine ihtimal vermeye yanaşmamaktadır. Neden böyledir? Çünkü pek çok kişinin ‘deist’ olduğunu aileleri başkalarından sonra öğrenmektedir. Deizme yönelenler farklı nedenlerle inanç değişimlerini aileleriyle paylaşmak istememektedirler.  

Deizm nedir: Deizm Latincede ‘tanrı’ anlamına gelen ‘deus’ kelimesinden türetilmiş olup Grekçede yine “Tanrı” anlamındaki ‘theos’tan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Deizm’in iki esası vardır: 1. Tanrı vardır ancak varlığı ve hayatı yarattıktan sonra hiçbir şeye karışmaz. 2. Akıl ve bilim insan için yeterlidir. Bu nedenle deizm, ‘elçi, melek, kitap, sevap, günah, ibadet, dua, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret, kader’ gibi kavramların hiçbirini kabul etmemektedir. Tanrıyı kabul eden aklı dinidir, denilebilir. Ancak her inanç ve inançsızlıkta olduğu gibi deizmin de farklı seviyeleri ve kategorileri bulunmaktadır.

Hatta her deistin kendine göre bir tanrı telakkisi vardır, demek mümkündür. Deistler; yaşamın bir yaratıcı eliyle ortaya çıktığını ancak bunun nasıl ve ne amaçla olduğunu bilmenin mümkün olmadığını; insanın yetenekleri ve aklının, tanrının yaratmasının amacını anlamaya güç yetiremeyeceğini söylemektedirler. Bu nedenle her deist aynı zamanda biraz da agnostiktir / bilinmezcidir.

Deizmin kökeni: Tarihin her döneminde deizm vardır. Son dönemdeki deizm ise Hristiyanlık içindeki bir tartışma ve ayrılmadır; Batının Tevrat ve İncillere itirazları sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Batı düşüncesindeki deizm Hristiyanlığın temel inançlarındaki sapmalara ve kilisenin dünya işlerine yönelik hırs ve politikalarına tepkiye dayanır. Türkiye’deki ve Batı Avrupa’daki deizmin etkenleri aynı değildir. Hıristiyanlıktaki deizm, Hristiyanlığı bilmekten; İslam’daki deizm ise İslam’ı bilmemekten kaynaklanır.

Bunun dışında deizme yakın görüşler Hinduizm gibi Doğu dinlerinin bazılarında da vardır. Bu dinin mensupları, Yaratanın belli bir dilde belli bir yere kitap gönderip dünyanın geri kalan kısmının Tanrı bilgisinden mahrum olmasını, Yaratıcının adaletine uygun görmeyerek Yaratıcının her insana verdiği aklın ve fıtratın onu yaratıcısıyla irtibata geçirip olgunlaştıracağı görüşüne sahiptirler. Hinduizm’de de bu nedenle kutsal kitap ve peygamber inancı yoktur.

Deizm neden artmaktadır: Deizmin artmasını yalnızca gençler üzerinden ele almak doğru değildir. Çünkü deizm farklı yaştaki insanlar arasında da artmaktadır. Farklı yaştan insanlar, farklı nedenlerle üstü örtük bir değişim geçirerek adı konulmamış deist yaşam tarzına (pasif deizm) yönelmektedirler. Bu yazımızda, insanların deizme (ardından nihilizm ve ateizme) yöneliş sebeplerinden bazılarına işaret edeceğiz.

İslam nedir tanımındaki farklılıklar: ‘İslam nedir? Din kime aittir? Dinde irade kimindir? Din, bireyin iradesine bırakılan bir alan mıdır?’ sorularının birbirinden farklı pek çok cevabının olması, İslam’ın ne olduğuyla ve nasıl yaşanacağıyla ilgili insanların zihninde bir kaos yaşanmasına ‘yaşanamayacak bir din’ algısına, bu da deizme yönelişe neden olmaktadır.

İslam’ın öğrenileceği kaynak sorunu: ‘İslam, hangi kaynak/lardan öğrenilecektir?’ Yeni Müslüman olmuş bir kişi, İslam’ı öğrenmek ve yaşamak istediğinde neyi okumak öğrenmek durumundadır. Müslüman’ın İslam’ı öğrenmesi, temel kaynaklar denilen binlerce yılın birikiminin okunmasıyla mı mümkün olacak yoksa Kur’an’ın okuyup öğrenmesi yeterli olacak mıdır? Diğer bir deyişle ‘Din tarihi birikime dönülerek mi, bu birikimden koparak mı öğrenilecektir ve hangisi ne kadar mümkündür? Eğer birikim denilirse buna kaç Müslüman güç yetirebilecektir; yok eğer Kur’an yeter denilirse Arapça oluşu nedeniyle bu ne kadar mümkün olacaktır? Bu konudaki kaos ‘öğrenilmesi mümkün olmayan bir din’ algısına bu da deizme yönelişe neden olmaktadır.

Kur’an’ın anlaşılmadan okunması: Asırlardır, anlamadan Kur’an okumayı ‘sevabın ticaret kapısı’ olarak öğreten ve sürdürenlerin, Kur’an’ı anlaşılmayan ve yaşanmayan bir kitap haline getirdikten sonra ‘dirilere değil’ ölülere okumaları şaşırılacak bir durum değildir. Kur’an’ın anlaşılarak okunmaması, ‘Kur’an’da olmadığı halde adı İslam olan bir din’ oluşmasına neden olmuştur. Oysa insanlar, inandıkları kitabı anladıkları dilden okumalı; okuduktan sonra da bilerek kabul veya reddetmelidirler. İslam düşmanları, sert eleştirilerine ‘ilkeleri Kur’an kaynaklı olmayan’ bu cehalet dininden bolca malzeme bularak bunlardan yararlanmayı çok iyi bilmektedirler. Kitabını bilmedikleri bir din hakkında yapılan bu sert eleştirilerin etkisiyle pek çok kişi İslam’dan uzaklaşmakta ancak yaratılışı inkâr edemediklerinden deizme yönelmektedirler.  

Dindeki hurafeler: İslam ülkelerindeki deizm problemi, ağırlıklı olarak din adına uydurulan kabullerden ve bazı Müslümanların ‘hurafe’ denilebilecek mesnetsiz uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Pek çok kimse, dini hizmetlerle görevli kişilerin ve genelde toplumun din adına yaptığı birçok rutinin hurafe olduğunu düşünmektedir ki bu doğrudur. Din adına yaşanan ve anlatılan bu birikim, bazen çevreden, bazen internetten, bazen de kitaplardan öğrenilmekte ve insanlar ‘Eğer din bu ise ben bu dini kabul etmiyorum’ demektedirler. Din adına naslaştırılarak vahiy ilkelerinin önüne geçirilip yaygınlaştırılan ‘tahrifata’ tepki olarak deizm ortaya çıkmakta; Kur’an’a dayanmayan bu dindeki kabul gören dogmaların dayatmalarına karşı durabilmek için insanlar deizme yönelmektedirler.

Çelişkili yorumların İslam sayılması ve mezheplerin fırkalaşması: İnsanlar, hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları geçmişte yaşamış bazı kişilerin görüşlerini, din adına kabul etmenin doğru olmadığını düşünmektedirler. Kur’an’ın, bazı mezheplerin meşrulaştırılma ve savunma kitabı gibi görülmesi ve hatta Kur’an’ın mezhep anlayışını onaylayan ikincil kaynak durumuna düşürülmesi, ortaya çıkan yorumların dinleşmesine neden olmuştur. Böylece Kur’an’da hakkında ‘helal-haram’ gibi bir ilke konulmayan ‘müzik, resim, heykel, şiir vb. sanat dalları’ ve pek çok yiyecek bu kimseler tarafından ‘haram’ kılınmıştır. Üstelik bunu yapan kişiler ‘Allah birdir’ sözü dışında, kendi aralarında tek konuda bile ortak görüşe sahip değildirler. Bu toplulukların her birinin, yalnızca kendilerini doğru yolda başkalarını yanlış yolda varsaymaları da temelsiz bu iddianın sorgulanması sonucunda dinden uzaklaşmaya neden olmaktadır. Vahye dayandırmaya çalıştıkları bireysel görüşlerini İslam adına sunanların birbirine zıt bir sürü görüşleri karşısında insanlar, bu manzumenin ‘Allah’a ait bir din’ olamayacağını düşünerek deizme yönelmektedirler.

Atalar dininin İslam olarak sunulup savunulması: Her insan inançlarını az ya da çok içinde yaşadığı toplumdan ve aileden alır. İnsanların çoğu, içinde yaşadığı toplum Müslüman olduğu için bu dini yaşamaktadır. Oysa bu bir tercih değil, taklittir ve dinde taklit istenilen bir durum değildir. Bu nedenle her kişi, kendisine aktarılan kültürün bir parçası olan inançlarını, önemi nedeniyle yeniden ele alıp değerlendirmelidir. Bunu yapmadığında, İslam/Kur’an’da olmadığı halde cemaatlerin kendilerine özgü ritüellerini, ezoterik/ batınî/keyfi yorumlarını İslam sanmak durumunda kalacaktır. Atalar dininde, İslam’ın bazı alametleri yanında, sürekli bir ‘mucize-keramet’ anlatımı ve ‘sadık rüya’ denilerek yaygınlaştırılan ‘öznel’ değerlendirmeler çoktur. Oysa İslam, insan aklına ve düşüncesine hitap ettiğinden ‘nesnel’ verilerle sunulmalıdır. Yine bu dini anlayışta Hz. İsa gibi tanrılaştırılarak Allah’tan çok sevilen kişiler ya da Hz. Hüseyin gibi elçiden çok sevilen kişilerin bulunması da mümkündür. Sevgi ve ilgide dengesizleşerek sırayı bozmak, şirke açılan ilk kapıdır. İnsanlar, görevi açısından Hz. Nebi’ye ve işlevi açısından Kur’an’a şirk koşarak Allah’a şirk koşarlar; yoksa hiçbir Müslüman, Allah ikidir, üçtür, demez. Bazı kimselerin kendilerince çeşitli adlar ve konumlar verdikleri kişileri, İslam adına tanrılaştırmasıyla oluşan ‘atalar dini’ karşısında, akleden kimseler bu durumdan yüz çevirmekte ve deizme yönelmektedirler.

Akıl ve fıtrata aykırı İslam anlayışları: İslam, insanı ve aklını yaratan ona fıtratını veren Allah tarafından gönderildiği için akıl, fıtrat ve din arasında çelişki bulunması mümkün değildir. Böyle olduğu halde kendisine ‘sürü’ toplamak isteyen ‘dini anlayışlar?’ ‘çağırdıkları yolda akılla yürünemeyeceğini, bu yola girenin aklını kapıda bırakarak kendisine üstat olana, onu hiçbir konuda sorgulamadan tıpkı bir ölü gibi teslim olması gerektiği’ görüşlerini baştan kabul ettirerek daha sonraki ‘akla ve fıtrata aykırı’ eylemlerini kabul ettirmektedirler. Oysa Kur’an’da Allah’ı dahi sorgulayan bir insan aklından söz edilmekte ve insan sürekli olarak ‘aklını kullanmaya’ davet edilmektedir. İslam adına, akıl ve vahyin, ayrı tutulması din adına sapmaların giriş kapısı olmaktadır. Akılsız vahyin insanlığı getirdiği acınılası durum için dünyanın geneline, vahiysiz aklın insanlığı getirdiği durum için de teknolojik gücü ele geçiren Batı’ya bakılabilir. İslam coğrafyalarında yaygın olarak anlaşılan ve yaşanmaya çalışılan dine bakıldığında, dini insan aklına ve yaratılışına uygun bir sistem olarak değerlendirmek çok zordur. Aklı ve fıtratı göz ardı eden dini anlayışlar karşısında insanlar, aklın insan için yeterli olduğu ve insanın başka bir şeye gerek duymayacağı iddiasıyla aklı tanrılaştırarak deizme yönelmektedirler.

Bu çağda İslam nasıl yaşanabilir sorusu: Bir insan hem Müslüman kalıp hem de içinde yaşadığı çağa ayak uydurabilir mi? Her konuda hızına yetişilemeyen bir değişimin yaşandığı bir dünyanın ürettiği yeni soru ve sorunlar bulunmaktadır. Bunlara cevap ve çözüm üretme ihtiyacı karşısında insanlar, hayatın gerekleriyle tarihsel kaynaklardan gelen normlar arasında bir uçurum gördükleri için ne yapacaklarını bilememektedirler. Çünkü dönülmesi istenen tarihsel kaynaklar, içinde bulunulan dijital çağın insanına yaşam biçimi önerememektedir. Yeni bir dünya ile karşılaşmanın ürettiği yeni sorulara yeni cevaplar üretme ihtiyacı karşısında sessiz kalmak ise ‘İslam’ açısından doğru değildir. Dijital çağın getirileri karşısında ne yapacağını bilememe, gereksiz üretim ve tüketim ile ekolojik dengenin bozulması, çevre sorunları, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, ailevi sorunlar gibi güncel olay ve durumlarla ilgili önerisizlik Müslümanların bu dünya hayatına yönelik sözleri olmadığı anlamına alınmaktadır. Bu dünyaya söyleyeceği sözü olmayan bir inanç sistemi de dünyada yaşayanların ilgisini çekmemektedir. Çok büyük bir hızla ilerleyen zamana ve değişen dünyaya rağmen, çağın sorunlarına, sıkıntılarına, açmazlarına yeterli cevap üretemeyen, asırlar öncesinin yorumlarını nakletmekten öte aklını kullanmayan dogmatik din adamlarına ek olarak Müslüman aydın ve düşünür yetersizliği de dijital çağda ‘çıkmaz sokak’ haline gelen mevcut yorumları terk ederek deizme yönelmeye neden olmaktadır.

Öte dünya dini İslam: Müslümanların çoğunluğunun dünyayla ilgili genel kanıları şöyledir: ‘İslam’ın önemli bulduğu dünya, öbür dünyadır; burası geçicidir. Dünya mutluğu ikinci plandadır, asıl mutluluk ertelenmiş mutluluktur.’ Oysa bu amaca ulaşılabilecek süreç dünyada yaşanmaktadır. Gözünü ahirete dikip kalan bir anlayış, insanları bu dünyadaki sorumlulukları karşısında gayrete getirmez. Dünya sürecinin sonsuz hayat için önemini kavramayanlar da dünyada yaşanan olay ve durumlara ait öneri, tez ve hedefler oluşturamazlar. Böyle düşünenler, sanki harammış gibi ‘dünyadaki mutluluk’ peşinde de olmazlar. Din, devlet, toplum, aile ve birey, ‘insanın dünya mutluluğu’ amacını görmezden geldiğinde, esasında tüm insanlığa zarar verir. Sürekli zirvede olan öte dünya telakkisi insanları, zorba bir krala benzeyen tanrının ‘korku dini’ karşısında eylemlerini ancak ‘öbür dünyada çekilecek ceza veya alınacak ödül’ için yapmaya yöneltir. Bu algı eğer yanına bir de ‘cebriyeci kader’ anlayışını alırsa kahpe feleğin kontrolündeki ‘kör talih’ karşısında insanlar anlamlı şekilde çabalamaktan vaz geçerler. Dünyanın genelindeki gelişme ve ilerlemeyi, böyle bir din anlayışıyla karşılaştırabilen kişiler, bu anlayışın ‘Allah’ın dini’ olamayacağını düşünerek deizme yönelmektedirler.

Müslüman ahlâkındaki sorunlar: Bazı kimseler, Müslümanlığı kimseye vermedikleri gibi, kendileri de İslam’ın yasakladığı her işi yapmalarının onların İslamlığına zarar vermeyeceği görüşüne sahiplerdir. Tarihin bir döneminde, zalim sultanların halka zarar vermemesi için önemli kişilerce bu konuda serdedilen görüşlerin, o zamana için yapılmış bir içtihat kabul edilmesi gerektiği halde, bunların her zamanda geçerli olduğu görüşündedirler. Bu görüşlerin bir kısmı, insanları, yaşamadıkları İslam’a inandıklarını söyleyerek mümin sayılacakları gibi bir kanıya götürmüştür. Oysa bu Kur’an’a göre yanlıştır. İkrarı yeterli gören iman anlayışı ameli ve ahlakı önemsizleştirmiş, sorumluluklara önem verilmemesine neden olmuştur. Bu anlayış nedeniyle insanlar, ‘inandık’ demelerinin yeterli olduğu görüşüne sahip olmuşlardır. Müslümanların önemli bir kısmı ise ibadeti ahlaktan saymaktadırlar. Oysa iman ilkelerinin ahlakla ilgisi bulunmakla birlikte ahlâk ayrı bir olgudur. Bu nedenle ibadet edenler ahlâksız olabildiği gibi, inanmayanlar da ahlâklı olabilmektedirler. Kitap, inandığını iddia edenlerin eylemlerine yansımıyorsa onun sözlerinin anlamı nerede ortaya çıkacaktır? Kitapla dindar olarak kendini ifade eden insanların sözleri, yaşam biçimleri ve davranışlarının çelişkileri karşısında insanlar ya umursamazlığa sürüklenmekte ya da deizme yönelmektedirler.

Devlet işlerinin aile bireyleri, akrabalar, güçlü örgütler ve çıkar ilişkisi bulunanlara verilmesiyle oluşan ‘Çıkar Dini’: İşlerin ehline değil, güç sahiplerinin ehline verildiği görüldükçe geçmişte İslam adına öne sürülen tüm iddiaların, bu iddiaları en çok dillendirenler tarafından, bireysel ve cemaat hırsları doğrultusunda nasıl yok edildiği de görülmektedir. Bunlar, İslam’ın en önemli iddiası olan ‘hak ve adalet’ kavramlarının tahribine neden olmuşlardır. Oysa fıtrata uygun iddiası olmayan bir din, hiç kimseyi kendisine cezbedemez. Yaşanmakta olan ‘çıkar dini’ nedeniyle insanlar: *Kendini örnek Müslüman olarak tanımlayan kimselerin, dini, çıkarları için kullanmaları karşısında dinden uzaklaşmaktadırlar. *Tarikat, cemaat ve partilerin dini, çıkarları için kullanmaları karşısında dinden uzaklaşmaktadırlar. * Pek çok kişinin güç ve imkânı eline geçirdiğinde hepsini yakın akrabalarına peşkeş çekmesi de dinden uzaklaşmaya neden olmaktadır. *Dini kurumlar gibi gözüken vakıf, örgüt, dernek, kurs, okul gibi yerlerde yaşanan hırsızlık, ahlaksızlık, hatta cinsel sapkınlıkların örtülerek buraların, İslam’ı çıkarları için kullanmaları karşısında dinden uzaklaşmaktadırlar. *Ticari şirket ve siyasal aparatlar haline gelen cemaat ve tarikatların, 15 Temmuzla birlikte korkulan yapılar haline gelmesi de dinden uzaklaşmaya neden olmaktadır. *Güçlü bazı yapılanmaların devletin bazı kurumlarında gücü ele geçirmeleri sonucunda, Müslümanların en önemli iddiası olan ‘hak ve adalet’ kavramlarını yerle bir ederek kendilerinden önceki azgın güç ve iktidar sahipleriyle aynılaşmaları da insanları dinden uzaklaştırmaktadır. * İçi boş muhafazakâr tiplerin son yirmi yılda sürü psikolojisiyle göstermelik olarak dine yakın gözüküp ‘makam veya ihale’ için dini rahatlıkla ve açıkça kullanmaları da dinden uzaklaşmaya neden olmaktadır *Siyasi çıkar kaygılarıyla dini maddi ve manevi sömürü aracına dönüştürmek de dinden uzaklaşmaya ve deizme yol açmaktadır.  (E ailesi, K ailesi, Y ailesi gibi)

Ailenin yeterli ve doğru İslamî eğitim vermemesi: Aileler, kendilerine daha önceden öğretilenler nedeniyle çok uzun zamandır, ‘dil ile Müslüman olduğunu söylemenin’ kişinin Müslüman olması için yeteceği; ‘kalbinde hardal tanesi kadar imanın kişiyi ebedi cehennemden kurtaracağı’ görüşleriyle çocukları ve gençleri doğru ve yeterli bir İslamî eğitimden geçirmeden yetiştirdi. Hâlbuki her insan hayatını kuşatan ve kucaklayan bir inanç sistemine muhtaçtır. Verilen eğitim bunu sağlamadı, inanç konusunda kişiyi, inançsızlardan ve yanlış inanç sahiplerinden ayırt edecek hiçbir şey öğretilmedi. Bu yanlış sonucunda, inanç konusunda ortaya çıkan boşluk elbette boş kalacak değildi. İnsanlar, yaşadıkları boşluğun sonucunda, batıl ve hurafe dolu telakkilerden tahrif edilmiş dinlere kadar her yere savruldular. Deizm de bunlardan birisidir.  

Eğitim kurumlarının gerekli, doğru ve yeterli eğitimi vermemesi: Eğitim kurumlarının müfredatı, gençlerin zihnini, kalbini ve gönlünü doldurma amacından ve eyleminden son derece uzaktır. Esasında ‘millî’ adını taşıyan MEB’in eğitimi de hiçbir şekilde millî değildir; evrensel olmayı da becerememektedir. Bülbüle öykünen karga misali ne bülbül olabilmiş ne de karga kalabilmiştir. İçeriği boşaltılmış gerçekçi amaçlardan uzak -belki de bilerek uzaklaştırılmış- yöntemlerle verilen eğitimin sonucunda, insanların aile ve milletlerinin istemediği yollara yönelmeleri şaşırılacak bir durum değildir. Dini, tabii, beşeri bilimlerin uyumlu bir şekilde okutulmaması da bir süre sonra ‘dinin, bilime karşı olduğu’ gibi bir düşünceyi beraberinde getirmektedir. Özellikle edebiyat ve tarih sahasında çok yetersiz ve yanlış bir müfredatın uygulanması, insanları köksüzleştirmekte bu da ilerleyen dönemde sekülerizmin yeni sömürge mottosu olan ‘dünya vatandaşı olmak’ gibi içi boş sözlerle ‘mankurtlaşmaya’ ve beraberinde deizme neden olmaktadır.

İnsanların örnek alacağı kişilerle iletişimlerinin olmayışı: İnsanlar, din konusunda her zaman emek verip okuyup öğrenmezler. Bir inanca mensup olmanın sebebi çoğu kere bir dine mensup iyi insanların tanınması, örnek alınmasıdır. Kötüler örneklik makamını doldurduğunda, din de gerçek altın yerine sahte altının sunulması gibi zarar eder. Bu durumun yaygınlaşması insanların İslam’ın aydın yüzünü görmemelerine neden olmaktadır. Karanlık yüzlerin İslam’ı temsili, aydınlığı az çok bilenleri ve aklını kullananları cezbetmemekte ve böyle kimseler dinden yüz çevirerek deizme yönelmektedirler.

Müslümanların ve insanların çoğunun sekülerleşmesi: İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanacaklardır. Toplumsal hayat incelendiğinde Müslümanların ciddi oranda sekülerleştiği bir iddia olmaktan öteye geçmiş durumdadır. Din, hem insanın doğru ve dengeli yaşama ilkesi hem de insanın bu amaç doğrultusunda adandığı bir davadır. Böyle olduğu halde yaşanmakta olan sekülerleşmeyle birlikte din bu konumunu Müslümanların dünyasında epeyce kaybetmiştir. Bundan sonra ise din, hiç rahatsız olunmadan dünyevi amaçlar için kullanılmaya başlandı. Kendisini İslam’a nispet ederek toplumsal hayat içinde yer edinenlerin Allah ve din adına, bireysel isteklerini kutsal hale getirmeleri, bu durumu fark edecek kadar İslam’ı bilenlerle birlikte bilmeyenlerde de tiksintiye neden olmakta ve İslam’ı bilmeyenlerde dinden uzaklaşmaya neden olmaktadır. Bu süreçte servete, şöhrete, makama, güce ulaşan Müslümanlardan bazıları da nefsani arzularına sınır koyan dine ve ahlakî değerlere karşı önce duyarsızlaşıyor daha sonra da bunlardan uzaklaşıyor ve yaşadıkları gibi inanmaya başlıyorlar. Bunlar için de deizm, kendilerini rahatlattıkları bir çıkış yolu olmaktadır.

Ekonomik, sosyal, siyasal, bilimsel ve teknolojik gerilik: Kişinin ve ülkenin maddi durumunun onun inancı ve Allah katındaki konumuyla ilgili olduğunun varsayılması, insanları, zengin ülkelerin insanlarının daha akıllı ve dini vahyeden Allah katında daha değerli olduğu yanılgısına götürmektedir. İslam dünyasının genelinin siyasi açıdan yetersizliği, güçlü devletlerin kuklası olan yönetimlerin iktidar olması, bu yönetimlerin Kur’an’ın emrettiği her şeyin zıddına bir siyaset izlemeleri, bunların gücü paylaştıkları kitlelerin İslam’dan uzak bir hayat sürmeleri de zihinlerde karmaşaya neden olmaktadır. Hayatın insan ve toplum eylemlerine bağlı olduğu unutulmuş, her anlamdaki ilerleme ‘dini bir üstünlük’ gibi algılanmıştır. Tahrif olmuş bir dinin müntesipleri olduklarının farkında olmayan Müslümanlar, sosyal şartları ve toplum gerçeklerini unutarak ne yaşarlarsa bunu dini bir olay-durum olarak görmüşlerdir. Bu nedenle çözümleri de dini referanslarda, orada bulamadıklarında da çoğu kısmı Arap geleneklerinin tezahürü olan nakiller içinde aşırı tevil yoluyla bulmaya çalışmışlardır. Bu doğru bir yöntem olmadığından hiçbir sonuç alınamamaktadır. Tekrarlanan bu yanlışların sonucu olan bilimsel ve teknolojik gerilik, pek çok kimse için bir utanç vesilesi sayılmakta; insanlar da bir utanç nedeni olduğunu varsaydıkları bu adrese kendilerini nispet etmek istememektedirler. Bu kimselere göre bu adres İslam’dır. İslam dünyayı ihmal ettiği için Müslümanlar geri kalmışlardır. Bunlara, insan hayatı gibi devletlerin hayatının da inançtan bağımsız ve çalışmalarıyla bağlantılı olarak inişli çıkışlı olduğu öğretilmediğinden, mevcut gerilikten sorumlu gördükleri İslam’dan uzaklaşmakta ve deizme yönelmektedirler.

 Dini kavramların içinin boşalması: Müslümanların din, dünya ve devlet tasavvuru, son 200 yılda yaşanan yıkım ve işgallerle büyük darbeler aldı ve ortaya derin bir hayal kırıklığı çıktı. Bu hayal kırıklığı Türkiye’de son dönemlerde daha da derinden yaşanmaktadır. Çünkü Türkiye’deki Müslümanlar, varsaydıkları bir ‘İslam ümmeti’ olmadığını acı bir şekilde gördüler. Arap ülkelerinin Türkiye karşıtlığı ve ülkeye gelen mülteci Arapların İslam’dan uzaklığı da bu hayal kırıklığını pekiştirmiştir. Kendilerini ‘ensar’ olmaya zorlayan yönetimin,  mültecilere pek çok kamu kurumunda bu ülke vatandaşlarından daha fazla hak verdiğini görmeleri ve yaşamaları da Müslümanların pek çok konuyu baştan sorgulamasına neden olmuştur. Irak ve Suriyeli mülteciler gelmeden önce ‘ümmet’ kavramı daha anlamlı bulunurken süreçte yapılan yanlışlar, topluma binen yük, bitmeyen misafirlik nedeniyle anlamını kaybetmiş görünmekte ve bu misafirliğin bitmesi istenmektedir. ‘Ümmet’ kavramı başta olmak üzere ‘hak ve adalet’ gibi İslami referansların iddia ettiği yeri dolduramaması da dinden uzaklaşmaya neden olmaktadır. Bunların en önemlisi olan ‘ümmet’ kavramı bu nedenle yerini hızla ‘yerli ve milli’ olana bırakmıştır. Ülkemizde, ‘Allah’ın tüm kulları için evrensel ilkeleri olan İslam’ yerine, asırlardır Arap gelenekleri ve tarihinin kutsandığı bir din öğretilmektedir. Bu öğretiye göre sanki İslam Allah katındaki din değil de Arap kültürüyle kodlanmış bir öğreti gibidir. ‘Açık kapı politikası’ sonucu başlayan sınırsız Arap göçüne karşı ortaya çıkan ‘Arap karşıtlığı’ ve insanları ‘Arap’ın dini de kendinin olsun, töresi de yeter artık gitsinler!’ noktasına getiren siyasal yanlışlar da İslam karşıtlığına dönüşerek deizmi tetikleyen bir unsur olmuştur.

Devletlerin dini kullanması: Tarihin her döneminde devletler, dini kendi çıkarları için kullanmak ister; dini, kendi tekellerinde tutmak için gerekenleri yaparlar. Din ise gerçekte ancak ‘Bu tebliğime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum’ diyen kitleler eliyle tam anlamda özgür olduğunda gerçek kimliğini ortaya koyabilir. Bu olmazsa hiç kimse kendisine maaş veren bir sistemin dişlisi olarak o sistemin yanlışlarına karşı çıkamaz. Amaçları birbiriyle örtüşmeyen din ve devletten, güçlü olan diğerini etkiler ve yönlendirir. Böylece göreceli bir uzlaşma olsa da devletin dini yönlendirmesi, dini kendi mecrasından çıkarır. Bu da Müslümanların devletçi’ olmasıyla mümkün olur. Müslümanlar, ‘devletçi’ olduklarında kutsanan unsur ‘inanç’ yerine ‘devlet’ olacağından, devlet için yapılması gerekenler ‘dine/kitaba uydurularak’ muhakkak yapılır. Devletlerin kontrolüne giren her din, kullanılır ve yapısından çok şey kaybeder. Devletin güçlü olması için ‘kan ve vitamin’ olarak kullanılan din, gerçek ilkelerindeki pek çok hususta susmak ve geri çekilmek zorunda kalır. Gönülleri huzura erdiren yapısı bozularak güçlüler tarafından kullanılan din ise insanları kendisine çeken yapısını kaybeder. Bu da insanların dinden uzaklaşarak deizme yönelmesine neden olmaktadır.

Din adına eleştirilme, ezilme, dışlanma, kullanılma: İnsanlar, inancına önem veren birisini, insan olması gereği bir yanlış yaptığında ‘Sen bir de Müslümansın?’ diyerek eleştirmeye başlarlar, sanki o yanlışı kendileri yapabilir ancak bir Müslüman yapamazmış gibi. Bu eleştiriler çoğu kere özellikle yakınlar tarafından bir baskı unsuru haline gelebilmektedir. Bu sorun nedeniyle insanlar, Müslüman olmanın ‘Allah için ezilmek’; sabretmenin ‘zulme uğrasa bile ses çıkarmamak’ şeklinde yanlış anlaşılan yorumu yerine, daha laik-seküler bir yaşam tarzını benimseyerek kendilerini eleştiri ve baskılardan korumak istiyorlar. Sanki zahirlerinde, dini ihsas ettiren hiçbir şey olmazsa ‘her şeyi yapabilme özgürlüğüne’ ulaşacaklarını düşünüyorlar. İyi insanlar, inandıkları Rablerine karşı takvalı olmaya çalıştıkları için din adına kullanılabiliyor, ezilebiliyorlar. Bulundukları ortamın ‘Sen nasıl Müslümansın?’ sorusuyla vurduğu bu yükü kaldıramayanlar, dinden uzaklaşıyor ve bu duruma bir ad aradıklarında da ‘deizm’ onlara bir çıkış yolu gibi geliyor.

Geleneksel din anlayışının kadın algısı: Mevcut dünyada en makul din anlayışı bile eril bir dile ve bakış açısına sahiptir. Eril dilin yorumları karşısında yaşanan ezilmek istemeyenlerin bir kısmı, dinimi yaşantıma karıştırmam, görüşünü tercih edebiliyor ve dinden veya dinin görünür unsurlarından uzak durmaya çalışıyorlar. Sosyal medyada, din adına konuşan ve arkalarında koca koca kitleler bulunan erkeklerin önemli bir kısmının ‘kadına karşı şiddeti, yasakları ve seksi’ Allah ve din adına gündeme getirmesi de dinden tiksintiye neden olmaktadır. Dinin tebliğcisi, âlimi olarak konuşan böyle kimselerin hayal ettikleri ülkenin omurgasını ‘sınırsız seks hayatı’ oluşturduğu gibi, gireceklerinden emin oldukları cennetlerde de ‘kadın’ olduğunu varsaydıkları sayısız hurinin seks yapmak üzere kendilerini beklediğine inanmaktadırlar. Bunların anlatımlarını dinleyen kız ve kadınlar, onların dünyasında kadının ancak bir ‘seks objesi’ olduğunu görürler. Bu da dinden tiksintiye neden olmaktadır. İslam(?) adına savaştığı görüşünde olan terörist grupların, gücü ele geçirdikleri yerlerde, onlar gelmeden özgür olan sayısı belirsiz kadın ve kızları, cinselliğinden yararlanacakları ‘esir cariyeler’ görmeleri, birbirlerine vermeleri, satışa çıkarmaları da ‘Allah’ın emrettiği din bu mu?’ sorusuna neden olmaktadır. Bu grupların mensupları da dünyada yaptıklarına karşılık ahirette de kendilerine, sayısı belirsiz cennet kadını/huri verileceğini bir ‘seks cennetinde’ yaşayacaklarını düşünmektedirler. Geleneksel kaynaklardaki kadını aşağılayan rivayetler, kadın hakkındaki olumsuz yorumlar, olumsuz fıkhi görüşler de öğrenenleri dinden uzaklaştırmaya yetip artacak miktardadır. Bunlarla hesaplaşmaya gücü yetmeyen kadınlar/kızlar ve erkekler ‘Ben Allah’a inanıyorum fakat bu dinin Allah’tan geldiğine inanmıyorum, öyleyse deistim’, noktasına gelmektedirler.

Marjinal grupların dini görüşleri: İslam adına ifrat ve tefrit içeren görüşleri savunan marjinal gruplar, Kur’an’ın ‘merhale, mevcut durum ve toplumsal koşullar’ gibi, bir hükmün uygulanması için gerekli olan üç durumu asla göz önüne almazlar. Sıhhati belirsiz rivayetlere eşliğinde yaptıkları yorum ve eylemlerini ‘Gerçek İslam’, ‘Doğru İslam’, ‘Kur’an’daki İslam’ diyerek savunmaktadırlar. Oysa Kur’an’a yaklaşımları, kendi görüş ve önyargılarını doğrulatmaya yöneliktir. Bu nedenle vahye, ayetleri bağlamından kopararak diledikleri anlamları vermektedirler. Bu nedenle de yaptıkları yorumların çoğu ‘akıl ve mantığa’ uygun değildir. Adını herkesin bildiği bu gruplar vahye lafızcı/literal bir metotla yaklaştıklarından, şiddeti ve yasakları öne çıkarmakta, kendilerinden farklı düşünen Müslümanları Müslüman kabul etmemekte, bunun sonucu olarak onların ‘can, mal, ırz’ başta olmak üzere tüm kutsallarını kendilerine helal saymaktadırlar. Başka düşüncelere özgürlük tanımayan bu kesimlerin en kötü şekilde içini boşalttıkları ve kirlettikleri kavram ise cihattır. Cihat, her Müslümanın, İslam yaşanması ve insanlığın iyiliği için son nefesine kadar çalışıp çabalamasıyken bu gruplar tarafından, insanların katledilmesi olarak anlaşılmıştır. Dahası nedense böyle grupların, topraklarını işgal edenlerle değil, kendilerinden farklı düşünen Müslümanlarla savaşmaları, bunları kimlerin kurdurup kullandığıyla ilgili ipucu vermektedir. Oysa bunların yaptıkları bu yanlışlara ve bu anlayışa bir tek ayet bile kapı aralamaz. Bunların, din adına hiçbir şey bilmeyen çocuklara çatışmacı bir ruh aşılayarak sürekli savaştırmaları, Allah’a inanan kişilerin Allah adına birbirlerini öldürmelerine neden olmakta ve hepsi de kendisini haklı görmektedir. Bu yaklaşımlar da insanları dinden uzaklaştırarak deizme yöneltmektedir.

Şöhret isteyen kişilerin dini kullanmaları: Bazı kişiler İslam adına konuşurken tartışma ve konuşma üslup ve adabını yok sayarak şöhrete ulaşma ve onu sürdürme adına her hangi bir konudaki uç fikirleri öne çıkarır ve dikkat çekmek isterler. Her zaman da bitli baklanın kör alıcısı olur. Bu nedenle böyle kişiler, ifrat ve tefrit olan dine dayandırdıkları düşüncelerini aşkla şevkle savunurlar. Bu tavırları onlara hem şöhret hem de taraftar kitlesi kazandırır. Yeterli bilgi ve donanıma sahip olmayanların din âlimi olarak kabul edilmesi de cehaletinin farkında olmayan böyle kimselerin din adına verdikleri fetvalar, zihinlerde dine dair kuşkulara neden olmaktadır. Din adına; Kur'an'a, aklıselime, fıtrata ve kanıtlanmış bilimsel gerçeklere aykırı söz ve uygulamalar dinin sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. İster geleneksel ister modern din anlayışından kaynaklansın insan aklına ve yaratılışına uyumlu olmayan görüş, düşünce ve yaşam tarzlarına tepki olarak insanlar deizme yönelebilmektedirler.

İslam’ın şekil dini olarak sunulması: Müslümanların bir kısmının aklına ‘İslam’ denildiğinde ‘moda desinatörü ve kuaför’ sandıkları bir Allah ve elçisinin, giyecekleri, saçı, sakalı ayrıntısıyla tarif ettiğini düşündükleri bir din gelmektedir. Okuyan, araştıran, akleden insanlar, yeme-içme, giyim-kuşam, adabımuaşeret gibi Arap töre ve geleneklerinin ‘İslam’dandır’ sanılmasının temelinde Emevi-Abbasi dönemlerinde, yönetimin otoritesini güçlendirmek, halkın itaatini pekiştirmek için Arap töre ve geleneklerinin İslam adına meşrulaştırılıp yaygınlaştırılması olduğunu anlarlar. Bunu anlayan kişiler, ‘Allah’ın dini’ adına kandırılmışlık duygusu yaşamaktadırlar. Çünkü yiyecek, giyecek insanların yaşadığı iklimin durumuyla ilgilidir. Hiç şüphesiz çöl sıcağında yaşayan bir bedeviyle buzların üstünde yaşayana bir Eskimo’nun giyeceği aynı olmayacaktır. Bu konuyu dillerinden düşürmeyenlerin ‘bıyık ve sakal’ konusunda farklı uygulamaları bulunmaktadır. İslam adına ‘giyecek, sakal, bıyık vb.’ önermelerinin dayanağı yoktur. Böyle olduğu halde bazı grupların din adına görsele yönelik, içinde bulunulan çağda sıkıntı ve sorunlara neden olan yönlendirmeleri de insanları İslam’dan uzaklaştırmaktadır. Bu yaklaşım nedeniyle İslam ‘çağın gerisinde kalan yaşanması imkânsız bir din’ sayılarak insanlar deizme yönelmektedirler

Bilimin kutsanması: Bilimin gelişmesiyle dinin yerini daha çok bilim almıştır. Bu anlayış sonucu bazen tahrif edilmiş dinler bilimle çatıştırılarak yenik ilan edilmiş bazen de bilim dinin yerine konularak din tamamen inkâr edilmiştir. Bu sürecin bir sonucu olarak aklı vahyin yerine koyan deistler, tahrif edilmiş vahyi reddettikleri gibi gerçek vahyi de reddederek kendilerini en önemli bilgi kaynağı olan vahiyden yoksun bırakmışlardır. İslam’ın bilimle çatıştığı, Müslümanların bilim ve teknolojide geri kalmasının nedeninin İslam’ın bilime karşı olduğu görüşünün ise hiçbir dayanağı yoktur. Bu görüşün etkisiyle Tanzimattan bu yana ülkemizdeki aydınların bir kısmı İslam âleminin ilerleyebilmesi için İslam'ın da tıpkı Hıristiyanlık gibi reforme edilmesi gerektiğini, dinin vicdanlarda kalan bir unsur olmasını, geriye kalan alanlarda deist bir din anlayışın hâkim kılınmasını istemişlerdir. Bu anlayışın etkili kimseler tarafından açık-örtük savunulması da insanların deizme yönelmesinde etkili olmaktadır.

Sonuç: Deizme yönelen kişiler, İslam’ın ve genelde dinlerin insana özgürlük tanımadığını ifade etmektedirler. Şu sorulmalıdır: Peki, sınırsız özgürlük getiren deizm, insanları mutlu etmekte midir? Bu soruya ‘Evet’ demek mümkün görünmemektedir. Çünkü insanlar, toplum içinde yaşamak zorundadırlar. Bu zorunluluk, bir şekilde kuralları, ilkeleri olan bir düzeni gerektirmektedir. Toplumsal düzeni oluşturan ilkelerin yok sayılması veya yok edilmesi kaos oluşturur. Her devletin ve toplumun uyulması gereken doğru kuralları olması gerektiği halde insanların ‘özgürlük’ gibi süslü bir kelimeyi kullanarak toplumsal düzeni bozması önce kendi zararlarınadır. İnsanın kurallara ve kural koyuculara itaati, tutsaklık değildir; yaşanabilecek toplumsal düzen için zorunluluktur. Ele alınması gereken konu, kural ve ilkelerin insan fıtratına ve hayatına uygun olup olmamasıdır. Tanrıyı kabul edip dinleri tamamen reddeden deistlerin, kimlerle evlenileceği konusunda bile ‘akıl’ yoluyla ulaşabilecekleri bir ilke yoktur. Deistlere, ‘can, ırz-namus, akıl, din’ korunması gereken dinin kutsallarıdır, demenin de nezdinde bir anlamı olmayacaktır? Çünkü bu ilkeler kutsal kitaplara aittir ve insan kendisi hakkında bile bu konularda dilediği gibi davranma hakkına sahip değildir. Evreni yaratıp ilgilenmeyen bir tanrı telakkisine sahip deistler, bu ve benzeri konularda akıl ile doğruyu bulmak imkânına sahip değillerdir. Yaşanarak görüldüğü ve bilindiği gibi tek yönlü olarak bilim ve teknoloji sürekli gelişme kaydetmesine rağmen insanlığın problemleri azalmamaktadır. İnsan, beden ve ruhtan oluşan bir varlık olduğundan, insanın ruhuna din, bedenine ise bilim hizmet vermelidir. Bu gerçekten kopuk bir yaşam tarzı, toplumu hızla dönüştüren dijital devrimin beraberinde getirdiği değersizlik, sığlık, içe kapanıklık, maddiyatçılık ve gerçek ötesi yeni bir yaşam tarzına doğru insanları sürüklemesi, genel anlamda insanın mutsuzluğuna neden olmaktadır. Bu yanlışa, insanlığı mutlu ve huzurlu edecek dengeli cevaplar ise henüz ne Batıda ne de Doğuda henüz ortaya konulabilmiş değildir.

Yaşam hiçbir zaman herkesin tüm umut ve düşlerini gerçekleştireceği bir süreç olmamıştır. Yaşadıkça insanların başına beklemedikleri olaylar ve durumlar da gelir. Böyle zor durumlar, insanın tanrı inancının kuvvetlendiği dönemlerdir çünkü insan her durumda bir güce sığınmak ihtiyacıyla yaratılmıştır. Deizmin, yarattıktan sonra âlemle ve insanla ilişkisi olmayan bir Tanrı anlayışı, insanın inanmak ihtiyacını tatmin edemez. Çünkü inanmak; güvenme, dayanma, bağlanma, teslim olma, dua etme, tövbe etme gibi bölümleri de olan bir bütündür. İnsan, deizmin kabul ettiği, kendisiyle veya evrenle ilgilenmeyen bir Tanrıya niçin dua etsin? Kendisiyle ilgilenmeyen, cevap vermeyen bir Tanrıya inanıp inanmamasının insan açısından bir anlamı olmadığı ortadadır.

Deizme yönelen insanların, dini sorgulama nedenlerinin hepsi anlamlı, önemli ve doğrudur. Bu sorgulamanı tek yanlışı şudur: Sorguladıkları din İslam değildir. Artık bunun daha yüksek sesle ve açık şekilde anlatımı gerekmektedir.

VİDEOLAR


Aile ve Toplumsal cinsiyet eşitliği (21.12.2024)
Aile ve Toplumsal cinsiyet eşitliği (21.12.2024)
israil Gerçeği-2-(Arz-ı Mev’ud - Yeşayanın Kehaneti) (06.12.2024)
israil Gerçeği-2-(Arz-ı Mev'ud - Yeşayanın Kehaneti) (06.12.2024)

İsrail Gerçeği-1 (29.11.2024)
İsrail Gerçeği-1 (29.11.2024)
Kur’an’da Önerilen Müslüman Ahlâkı (16.05.2024)
Kur'an'da Önerilen Müslüman Ahlâkı (16.05.2024)

Allah’ın Dostları-Veli/Evliya (23.05.2024)
Allah'ın Dostları-Veli/Evliya (23.05.2024)
Allah Neden Vardır? (02.05.2024)
Allah Neden Vardır? (02.05.2024)

Mutluluk Nedir? (25.04.2024)
Mutluluk Nedir? (25.04.2024)
Kur’an’a Şirk Koşmak.(07.03.2024)
Kur'an'a Şirk Koşmak.(07.03.2024)

Narsizm, Sekülerizm, Deizm. (02.03.2024)
Narsizm, Sekülerizm, Deizm. (02.03.2024)
Rasulullah’ın Kur’an’la İlişkisi (22.02.2024)
Rasulullah'ın Kur'an'la İlişkisi (22.02.2024)

Kur’an’a Göre ’insanların çoğu’ (15.02.2024)
Kur'an'a Göre 'insanların çoğu' (15.02.2024)
Kur’an’a Göre Din Tüccarlığı. (08.02.2024)
Kur'an'a Göre Din Tüccarlığı. (08.02.2024)

Yaşamın Amacı Anlamı. (19.01.2024)
Yaşamın Amacı Anlamı. (19.01.2024)
Kur’an’da İnsana Sorulan Sorular. (12.01.2024)
Kur'an'da İnsana Sorulan Sorular. (12.01.2024)

Sorumluluk Bilinci, Kur’an’a Göre İnsanın Sorumlulukları. (04.01.2024)
Sorumluluk Bilinci, Kur'an'a Göre İnsanın Sorumlulukları. (04.01.2024)
İnsanın Dünya Sınavının Konuları (28.12.2023)
İnsanın Dünya Sınavının Konuları (28.12.2023)

Kur’an’ın Aile Önerileri (21.12.2023)
Kur'an'ın Aile Önerileri (21.12.2023)
Cihad Nedir? (14.12.2023)
Cihad Nedir? (14.12.2023)

Allah’ın Orduları (07.12.2023)
Allah'ın Orduları (07.12.2023)
Lanet-Lanetlenme Nedir? (30.11.2023)
Lanet-Lanetlenme Nedir? (30.11.2023)

Siz Diyorsunuz ki - Kur’an Diyor ki (26.10.2023)
Siz Diyorsunuz ki - Kur'an Diyor ki (26.10.2023)
Sadaka ve Zekat Nedir? Kaç Çeşit Sadaka Vardır?(09.11.2023)
Sadaka ve Zekat Nedir? Kaç Çeşit Sadaka Vardır?(09.11.2023)

Kur’an’ın Anlaşılması Önündeki Engeller ’Çeviri Sorunu (02.11.2023)
Kur'an'ın Anlaşılması Önündeki Engeller 'Çeviri Sorunu (02.11.2023)
Ecel ve Ecel i Müsemma (19.10.2023)
Ecel ve Ecel i Müsemma (19.10.2023)

Kader Nedir? Kader Algımız Nedir? (12.10.2023)
Kader Nedir? Kader Algımız Nedir? (12.10.2023)
Kıyamet Çeşitleri (05.10.2023)
Kıyamet Çeşitleri (05.10.2023)

Kadın Çıkmazları (20.06.2021)
Kadın Çıkmazları (20.06.2021)
Ailevi Mutluluğun Temel İlkeleri  (23.04.2019)
Ailevi Mutluluğun Temel İlkeleri (23.04.2019)
Joomla templates by Joomlashine