Kur'anî Hayat Dergisi (sayı 2013/29)
Duyduğun tek ses vardı, bu zıtlar korosunda Işığın tek rengini arayan kör olmadan ‘Ezelî hakikati’, gönlünün kaosunda Çok aradın, bul artık saçlarını yolmadan.İnsanın, hayatı ve olayları doğru değerlendirebilmesi için doğru ve dengeli bir ölçüler bütününe ihtiyacı vardır. Bu olmadığı zaman;
‘Bir’e ‘Bir’ diyemiyor, ‘Tek’i çift gören şaşı’ mısraında ifadesini bulduğu ve ‘… gözlerini ters çeviririz’ (Enam 6/110) ayetinde somutlaştırıldığı şekliyle; bakışın/görüşün açısı bozulmuşsa görülenin düzgün ve dengede olması, doğru değerlendirme için kâfi değildir.
Bu yanlış, sıfır noktasındayken gideceği yönü milimlik bir sapmayla da olsa yanlış tespit eden kişinin o milimlik sapmasının, zaman içerisinde sıratı müstakimden kilometrelerce uzaklaşmasına sebep olur.
İnsanoğlu ‘Neden ben?’ ya da ‘Neden ben değilim?’ sorusunu sormaya başladığı zaman, duracağı bir yer yoktur. Her durum, nesne ve istek için bu soruyu sorabilir. Fakat bu soruyu belirli bir şekilde sormak kişiyi ‘isyana ve şikâyetlere’ yöneltirken; diğer şekilde sormak ‘sabra, sekînete ve rızaya’ sevk eder.
Yaşanan Örnekler Üzerinde Tefekküre Davet
Düşününüz: Bir arkadaşınızın oğlunun beyninde tümör tespit edilmiş. Çocuk tam da fakülteyi bitirmiş, askerliği yapmış, işe girmiş artık evlilik planları yapıyormuş.
Düşününüz: Bir dostunuzun iki kızı var, eşi ve kendisinin ailesi bir de erkek çocuk istiyorlar. Esasında bunu onlar da istiyor. Olacak üçüncü çocuğun cinsiyetini -Allah’tan başka- kimse tespit edemez ama üçüncüyü özellikle erkek istiyorlar, arzular o yönde… Kendisi diyor ki: Hac nasip oldu. Gittiğimde Beytullah’ın etrafında hep ‘Bir erkek çocuk’ diye dua ettim. Duamı bitirdiğim her seferde önümden, yanımdan bir özürlü çocuk geçti. O anda bunun üzerinde hiç düşünmedim, bunun hiç farkında olamadım. Kızlarımdan yıllar sonra, Hac dönüşü yeniden hamile oldum. Önce cinsiyeti tespit edildi, çocuk erkekti; hemen ardından da down sendromu olduğu da tespit edildi. Kürtajı önerdiler ama hiç düşünmedim. Şu anda bu çocuğum beş yaşında, daha özel bir eğitim alarak kendi kendine yetmesini sağlamaya çalışıyoruz.
Düşününüz: Baba, emri vaki yaparak yeğeniyle kızını evlendiriyor. Üç erkek çocuk dünyaya geliyor bu evlilikten: İlk çocuk bedensel olarak sağlıklı; ikincinin bir elinde ve bir ayağında özür var, zihinsel olarak sağlıklı; üçüncü ise bedenen ve zihnen özürlü. Aynı şekilde bir başka evlilikteyse üç kız çocuk var: İlk çocuk tekerlekli sandalyede, sadece gözleri normal, sonraki iki kız sağlıklı fakat tüm aile bireyleri, oturacakları evin şartlarından başlamak üzere tüm hayatlarını en büyük kız çocuğa göre ayarlıyorlar.
Düşününüz: Bir yakınınızın o seneye kadar ‘normal’ bildiğiniz çocuğu, önce duygu bozukluğu, sonra davranış bozukluğu, daha sonra şizofreni teşhisiyle tedavi görmeye başlıyor.
Düşününüz: Mesela öğretmensiniz, sınıfınıza yeni bir öğrenci gelmiş. ‘Ben Sivas’tan geldim.’ diyerek söze başlıyor çocuk. Yaşça diğer çocuklardan en az üç, dört yaş büyük görünüyor. Siz ona gereken ilgiyi gösterdikten sonra, ‘Çocuklar defterlerinizi çıkarın.’ diyorsunuz. Yeni öğrenciniz diyor ki: ‘Hocam, ben yazmıyorum biliyorsunuz, sizi dinleyeceğim. Sınav için de daha sonra beni ayrı bir yere alıp soruları siz okursunuz ben cevap veririm, siz işaretlersiniz.’ Siz, ‘Tabi oğlum kaygılanma, gereken neyse yaparız.’ diyorsunuz çünkü yeni öğrencinizin gözleri görmüyor.
Düşününüz: En yakınınız, en sevdiğiniz iki aile yıllardır ‘bir evlat’ hasretiyle, gitmedik sağlık kurumu, görmedik tedavi, dökmedik para bırakmamışlar. Bu ailelerden birinde yaş otuzun, diğerinde ellinin üstü… Hep aynı şeyi duymuşlar: ‘Sizin çocuğunuzun olmaması için bir sebep yok.’ Ama yine de ameliyatlar, tedaviler, tüp bebek denemeleri vs. fakat sonuç yok.
İyilik ve Kötülük Nedir?
İnsanoğlunun duygusal ve düşünsel olarak yaşadığı açgözlülüğü giderebilecek bir şey yok. Çünkü bu hastalığa müptela olmuş kişi, güzel olduğunu düşündüğü ne varsa onun için ‘Neden benim değil?’; yine içinde bulunduğu şartlara ve hayatına göre kötü olduğunu düşündüğü ne varsa onlar için de ‘Neden ben/bende?’ sorularını zihin gündeminde tutar. Bu yöntemle kendisini huzursuz ve mutsuz eder. Çünkü hiçbir insan kendisi için hangi şartların ve hangi ortamın gerçek hayır ve iyilik olduğunu bilemez.
Yukarıdaki örnekler, ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etmek’ için verilmiş değil şüphesiz. Çünkü Kitabımızda Rabbimiz dahi insanlığa bir şeyi anlatırken pek çok örnek vererek anlatmayı bir yöntem olarak kullanmıştır. ‘ Ant olsun ki bu Kuran’da insan için her örneği verdik. Fakat insanın en çok yaptığı şey tartışmadır.’ (Kehf, 18/54) buyurarak insanın isyan yollarını kesmiş, onu karşısında çaresiz kaldığı, cüzi iradenin kullanımının söz konusu olmadığı yerlerde teslimiyete davet etmiş ve Rabbiyle, kendi kendisiyle, başka insanlarla tartışıp durmaktan alıkoymak istemiştir.
İnsana verilen Kur’anî eğitimde, yalnızca istediklerinin verilmemesinin değil, bazen istediklerinin/sevdiklerinin alınmasının da -bilgisizliği sebebiyle- künhüne vâkıf olamasa da farklı bir hayır olduğu öğretilir. Bu eğitimden geçen insan ‘… Allah, kesinlikle kötülüğü emretmez.’ (A’raf, 7/28) ayetini idrak ettiği oranda, gönül sırtını yaslayacağı yeri bilir.
Mesela; Musa as ile onun görüşmek istediği, Kitabımızın ‘Kendisine ilim verilmiş kul’ olarak vasıflandırdığı kişinin karşılaşmasını ele alalım. Bu kıssanın anlatıldığı Kehf, 18/60-82 ayetleri arasında, insana, gördüklerinin, bir durumun hakikatini anlaması için yeterli olmadığı öğretilir. ‘Gemiyi tahrip etme, bir genç çocuğu sebepsiz yere öldürme ve kendilerine yiyecek vermeyen, misafir de etmek istemeyen bir kasabada, yıkılmak üzere olan bir duvarın tamiri’ olmak üzere anlaşılmayan üç durumla Musa as karşılaşır. İşin başından itibaren en sonuna kadar, yol arkadaşının ‘…Sen benimle olmaya sabredemezsin. Gerçek yönünü bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin?’ sözlerindeki durum ortaya çıkar. Yani Musa as ‘hakikatini bilmediği’ durumlara itiraz eder. Hepimiz gibi… Hepimiz bilmeliyiz ki biz henüz yaşanmakta olan hiçbir durumun hakikatine vâkıf değiliz. Bu sebeple bizim yaptığımız, tek rakamla işlem yapmaya benziyor. Hâlbuki her matematik işlemi için en az iki rakama ihtiyaç vardır. İnsanlar yani hepimiz, yalnızca dünya rakamıyla tüm işlemi tamamlayıp hesabı kitabı bitirmek istiyoruz; bu mümkün değil, bu olmaz çünkü bu doğru da değil, en azından ‘Allah, ahiret, hesap günü’ inancına sahip olanlar için. Bu kıssada, gönülleri burkan çocuk ölümüne verilen cevaba dikkat edilmelidir: ‘Gence gelince, onun anne ve babası mümin idi. Gencin onları azdırıp küfre sürüklemesinden korktuk. Rablerinin ondan daha temiz ve daha merhamete yakın, hayırlı bir evlat vermesini istedik.’ (80,81) Yani insan ancak bu izahtan sonra anlıyor ki bu iş hakikatinde doğru bir işmiş ve Allah her neyi alırsa yerine daha iyisini vermek üzere alırmış.
Şükredilmeyen Nimetler Öldürücü/Yok Edicidir. (Hş)
İnsanoğlu bazen bir lütuf olarak kendisine verilen şeylerin şükrü için gereken eylemleri, nimetin cinsinden yapmaz. Verilen ne varsa tıpkı Karun gibi ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.’ (Kasas, 28/78) diyebiliyor. İnsanlara hangi nimet verilmişse doğru şükretmedikleri zaman, nimetler -ilahi yasa/Sünnetullah gereği- bela/sınav ve musibet haline gelebilir. Kitabımızda Kalem Suresi 17-32 ayetleri arasında anlatılan ‘Bahçe Sahipleri’ kıssasında da akıl sahipleri için ibretler vardır. Öyle bir bahçe ki sahipleri zenginlerden sayılıyor. Hasat günü geliyor; ‘Mahsulü toplayacaksanız, erkenden yola çıkın, diye gizlice konuşarak yola düştüler. Sakın bugün hiçbir yoksul oraya girmesin, diyerek… Varlıklı oldukları halde (muhtaçları) engellemek için erken yola çıktılar.’ (Kalem, 68/22-25) Şükürsüzlükleri sebebiyle, yani yoksulların haklarını gasp etmeleri sebebiyle bahçe onların tanıyamayacakları kadar darmadağın oluyor. Görünce şaşırıyorlar ve durum tahlili yapıyorlar. Fakat bunlar, tahlili doğru yapıyorlar: ‘Biz mahrum bırakıldık(27) Ben size (Allah’ı) tespih etmemiz (yani mülkün sahibinin O olduğunu, bu sebeple yoksulların hakkını unutmamamız) gerekmez mi, dememiş miydim?(28) Akılları başlarına geldi. Rabbimizin şanı yücedir. Biz zalimlerden olduk, dediler.(29) Yazıklar olsun bize, azgınlardan olduk, dediler.’(31) Durumun farkına vardıklarında sözlü bir tövbeyi bu şekilde yapıyor ve bir hakikati tespit ediyorlar: ‘Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir. Biz, ancak Rabbimizden dilemekteyiz.’(32)
Rıza Makamı
Evet, Allah vermeyi dilerse verir, vermemeyi dilerse belli ki o şeyin verilmemesi insan için hayırdır. Almayı dilerse alır ama O kendi şanı gereği neyi alırsa -kulunun, Zatından gelene karşı rızasını sevdiğinden- onun yerine daha iyisini verir; buna kimse engel olamaz çünkü bu O’nun kendisine koyduğu yasasıdır.
Peki, Haktan gelenden insan her zaman hoşnut olur mu?
Maalesef hayır. Ya der ki ‘Neden ben?’ ya da der ki ‘Neden ben değilim?’ İnsan önce duygu ve düşüncelerini dengeye getirmeli, burasının geçici bir güzergâh olduğunu hatırlamalı, sık sık hatırlamalı, unutmamaya çalışmalıdır. Yoksa belli ki dünya hayatı yani burada olan, yaşanan, başa gelen pek çok şey, pek çok insana ağır gelmekte, insan bu ağırlığın altında ezilmektedir. ‘… Olabilir ki sizin hoşlanmadığınız bir şey, sizin için hayırlıdır ve ihtimal ki sizin hoşlandığınız/sevdiğiniz bir şey de sizin için kötüdür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.’ (Bakara, 2/216) ‘… Umulur ki sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah pek çok hayır takdir eder.’ (Nisa,4/19) Belki bu ayetleri bilmek, üzerinde düşünmek, Kitabının elinden tutmaya çalışarak yaşadığı hayatı tanımlamaya ve tamamlamaya çalışanlar için daha hayırlı bir hayata sebep olabilir. Kim bilir belki ‘Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir.’ (Enfal, 8/28) uyarısı, insanın sahip olduklarına ya da ol(a)madıklarına bakışını değiştirebilir.
İnsanoğlu, ey her güzelliğe meftun, belki şükrünü edemeyeceği için başına bela/sınanma olacak hallere talip, ey cahil, ey gafil, ey aceleci insanoğlu!
Senin için ne hayırlı?
Senin için neyin ‘hayır’ olduğunu, ezeli ve ebedi külli ilmin sahibi, seni yoktan yaratan yaratıcın Allah’tan başka kim bilebilir?
Neden hayra dua eder gibi şerre de dua ediyorsun?
Olan da hayır vardır fakat olmayanda da hayır vardır, bilmez misin?
Sana düşen nedir?
Öyle bir hayat yaşa ki hedefin ‘Allah’ı kendinden razı ve hoşnut etmek’ olsun. Fakat ey insanoğlu! Bu şekilde bir hayatın ilk merhalesi, unutma ki kulun, takdir eden Rabbinin takdirinden razı olmasıdır.
Ey insan sen Rabbinden razı mısın?
Değilsen ve ‘isyan ve şikâyetlerin bitmiyorsa, halinle yutkunmaların ve kendince güzel bulduğun şeyler karşısında ‘Neden benim değil?’ itirazların gönlünde yankılanıp duruyorsa, bunları bir de örneklediğimiz durumlar için söylemeyi ya da düşünmeyi dene.
Yoksa sen, ‘Razı olmuş ve razı olunmuş olarak’ (Maide, 5/119; Tevbe, 9/100; Fetih, 48/18; Mücadele, 58/22) konumuna başka türlü mü ulaşacağını;
‘Ey iç huzuruna ermiş insanoğlu! Razı olarak ve razı edilerek dön Rabbine! Gir kullarımın arasına! Gir cennetime!’ (Fecr, 89/27-30) hitabına başka türlü mü mazhar olacağını sanıyorsun?
Selam ve dua ile.