Arkadaşım Pembegül’ün babası Ahmet Amca anlatıyor:
Elimden geldiği ve dilimin döndüğünce gerçekleri eğip bükmeden, sebep uydurmadan anlatacağım. Ancak okuyucu benim anlattıklarımı değerlendirirken, beni yetiştirildiğim şartlar içinde değerlendirmelidir. Yoksa, benim yaptıklarımı kendi şartlarında değerlendirirse, doğru değerlendirmeler yapamaz. O zaman, ben onlara göre, her gün yeniden öldürülmesi gereken suçlu durumundan asla çıkamam.
Ülkemizin ortası sayılacak bir şehrin bir ilçesinde, beş çocuktan üçüncüsü ve tek erkek çocuk olarak doğup büyüdüm. Bir ailede tek erkek çocuk olmak ne demektir, bunu bizim büyüdüğümüz şartlarda büyüyenler iyi bilir. Ailenin devamını sağlayacaktır, tüm aileden sorumludur, koruyacaktır, çalışıp kazanarak ailesini daha iyi duruma getirecektir vs. En önemlisi ailenin yani kız kardeşlerin namus bekçisidir. Oğlu olmayan bir aile, kendisini, yalnızlığa ve nesilsiz kalmaya mahkum hissederdi.
- Kızlar kendi namuslarını koruyamazlar mı?
- O güne göre mi cevap istersin, bu güne göre mi?
- Cevap istemiyorum, sadece soruyorum.
- Devam edeyim mi anlatmaya?
- Ha bir de neden kızların çocukları nesil yani torun olarak kabul edilmiyor?
- Vaktin varsa anlatırım.
- Kısa mı sürer uzun mu?
- Uzun sürer.
- Öyleyse onu anlatmayı başka zamana bırakın, asıl konumuza devam edelim.
- Peki, daha boyum çıkmadan, babam ve annem o günün şartlarına göre sorumluluklarımı belirlediler. “ Oğlum, sen bu ailenin erkeğisin, oğlum, bu kızlardan sen sorumlusun, oğlum, bu kızların yanlış yaptığını görürsem seni cezalandırırım.”gibi.
Sen şimdi yine, “ Kızlar neden kendilerinden sorumlu değiller?” veya “ Sen onların ikisinden yaşça da küçük olduğun halde, onların yanlışlarını ne bileceksin?”gibi şeyler söyleyebilirsin. Benim bunlara verilecek cevabım yok. O gün şartlar öyleydi.
Ben bu yetkiyi, onları dövebilme yetkisi olarak anladım ve öyle kullandım. ıtiraz eden yoktu, demek ki gerçekten öyleydi. ışin ilginç yanı annem ve babam bu duruma hiç itiraz etmediler, hatta gizli gizli hoşlarına bile gittiğini hissediyordum. Allah oğul vermiş de(!) o da aileye sahip çıkıyormuş(!) bu ne mutluluk verici bir şeydi.
Sizi güldüren bu cümleler, onların düşünceleriydi, dikkat edin benim değil.
- Siz farklı mı düşünüyordunuz?
- Doğrusu hayır, bedensel olarak büyüdükçe ve güçlendikçe, onlarla aynı düşündüğümü bol bol ispat imkanı buldum. Mesela, bir düğüne falan gitseler de sürmelendiklerini görsem, kim için süsleniyorsunuz, yahut kapı önünde veya balkonda uzun süre dursalar, kime bakıyorsunuz, gittikleri yerden benim istediğim vakitte gelmeseler, bu vakte kadar neredeydiniz, diyerek bulduğum her sebeple dövüyordum onları. Neyse..
Yaşları gelince ablalarım evlendi.
- Onların evlilikleri yani eşleri nasıldı?
- Evlilikleri, bekarlıklarının bir devamıydı. Eşleri de tıpkı benim gibi. Zaman zaman koca dayağından bıkan ablalarım durumlarını anneme şikayet ederlerdi. Annem de teselli ederdi onları.
- Nasıl?
- “Kocandır kızım, ne yapalım döver de sever de. Ben de az dayak yemedim babanızdan, ne yapaydım, gidip sizi anasız mı bırakaydım.” İşte teselli bu.
- Müthiş bir teselliymiş yani. Sadece, dayak ye ve sesini kes, deniyor öyle mi?
- Öyle.
- Eeee
- Sonra ben evlendim, uzaktan bir akrabamın kızıydı, babası ölmüştü. Üç kız kardeşlerdi. ılk ikisi evlenmişti, üçüncüsüyle ben evlendim. Benim eşimin evliliğinden sonra, eşimin amcaları, annesini evden gitmeye mecbur ettiler. O da bir süre sonra, bir başka adamla evlendi.
Karım ve iki kız kardeşim vardı evde. Evin kralı olan ben, artık kız kardeşlerimden sonra karımı da sıraya sokmuştum. Eşimin ilgilenen kimsesinin olmaması da beni iyice pervasız yapıyordu. Birine öfkelensem yahut başka bir şeye sinirlensem üçünden birden öfkemi çıkarıyordum. Beni öfkelenmiş görünce kaçacak, saklanacak delik ararlardı.
- Annen hiç mi bir şey demezdi?
- Derdi bazen tabi
- Ne derdi?
- Dur oğlum, böyle insan mı dövülür? Dövmenin de bir yakışığı olur, derdi.
- Nasıl oluyormuş dövmenin yakışığı?
Güldük hepimiz.
- Ben o zaman onlara kudurmuş bir köpek gibi saldırıyordum. Hayvan gibiydim.
- Kendinizi anlattığınızı unutmadınız değil mi?
- Hayır. Karım benim o zamanki kudurmuşluğumun sonucunda iki kere düşük yaptı. İkincisinde hayatı tehlikeye girdi. Karımın üçüncü hamileliğinde annem kesin talimat verdi: “Doğuma kadar elini çek bundan.”
- Sonra devam edeceksin yani.
Yine güldü kızlar.
- Edecektim tabi, ben erkektim çünkü
- Sonra?
- Sonra ilk çocuğum dünyaya geldi, sarı saçlı, tatlı, dünya güzeli bir kız, yani senin arkadaş. Ardından ikinci çocuğum dünyaya geldi, esmer, simsiyah gözlü bana benzer bir kız. Daha sonra üçüncü kızım oldu, o tam bir dilli dibek. Hâlâ da öyle görüyorsun.
Onların doğumundan sonra, onların geleceklerini düşünmeye başladım. Çocuklarımın yani kızlarımın, anneleri ve benim annem gibi bir hayat yaşamalarını istemiyordum. Sevmeye, öpmeye kıyamadığım kızlarım bir gün evlenecekler ve eşleri onlara el kaldıracak, her kızdığında öfkelerini onlardan çıkartacaktı öyle mi? Benim kızlarım benim için çok sevgili ve değerliydi. Peki eşim anne ve babasının sevgilisi değil miydi? Tanıyanlar biliyordu ki öyleydi.
Dördüncü çocuğum erkek oldu. Fakat onu ne şımarttım, ne kızlarımın üstüne saldım, ne ona çok özel bir evlat muamelesi yaptım, ne de kızlarıma bir tek olsun tokat vurdum. Hepsi burada sorabilirsin kendilerine. Hepsi benim yavrularımdı ve hepsi benim için aynıydı, sadece lisanen değil gerçekten ta yürekten söylüyorum, aynılar benim için.
Ezilmelerine asla izin vermedim. Bu sebeple onları daha dikkatli yetiştirmeye çalıştım.
Vaktiyle olan azgınlığımın temelinde Allah korkusunun azlığı, ona verilecek hesapta bilinçsizliğim, kız kardeşlerimi ve eşimi Âlemlerin Rabb’inin özenerek yarattığı bir insan olarak görmememin, yani tamamen cehaletimin yattığını şimdi biliyorum.
İşte böyle kızım, ben arka arkaya doğan kızlarımın geleceklerini düşünürken, karımı dövmekten vazgeçtim.
- Allah’tan ki arka arkaya kızlar olmuş, ya tüm çocuklarınız erkek olsaydı o zaman ne yapacaktı zavallı karınız.
Güldük, tekrar tekrar güldük, ama arkadaşımın annesi hiç gülmedi. Dışarısı soğuk, kar yağıyor, biz çaylarımızın tadına vararak yudumluyoruz.