Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 20.07.2021
Kurban Bayramının dördüncü günü, köyde bulunan birkaç aile büyüğünü ziyarete gidecektik. Hazırlandık, çıktık; köye geldik. Çoğu çok yaşlı olan epece kişiyi ziyaret ettik. Oğulları, kızları evlenmiş gitmiş, kimi başka kentlerde kimi başka ülkelerde yaşıyorlarmış.
Bunlardan kurban kesen de olmuştu, kesmeyen de. Kimi yoksulluktan kimi de etle uğraşacak gücü olmadığından kesmemiş, kurbanını bildiği yoksul bir aileye bağışlamıştı. Bilmediğim kişilerin evlerine girip çıkmaktan, hep aynı sözleri tekrar etmekten yorulmuştum. Kendim için bu ziyaretleri hiç de anlamlı bulmuyordum.
Sonuncu ev dediler bir eve daha girerken. Dokunsan yıkılacakmış gibi duran bahçe duvarına dayanmış iğreti tahta kapıyı kenara çekti en önde gidenlerden biri. Duvarın ilerisinde duran yüksek, siyah rengi güneşte ışıldayan bir araba da dikkatleri hemen çekmişti. Aileden biri: ‘Hasan mı gelmiş ki?’ dedi. Bir başkası: ‘Bilmem ki!’ diye cevap verdi.
Evine geldiğimiz yaşlı teyzenin tüm öyküsünü, bahçe kapısının önünden bahçenin en gerisinde duran eski odaya varana dek öğrenmiştim. Esme teyze, iki kız bir erkek çocukla dul kalmış. Kocasını vurmuşlar ancak katili bulunamamış. Eşinden kısa süre sonra kaynana ve kayınbabası da ölmüşler.
Yetişen kızlarını, tarlada bağda başlarına bir hal gelir diye korkusundan hemen uygun birileriyle evlendirmiş. En küçük çocuğu olan oğlu Hasan’la kalmışlar. “Ne sıkıntılarla büyüttü onu da yazık. ‘Kurban olurum oğlum sana Hasan’ım!’ demeden ona söyleyeceğini söylemezdi. Bin sıkıntıyla Hasan’ı okuttu, Hasan devlet memuru oldu, şimdi Ankara’da oturuyorlar.”
Bu öykünün geri kalanını ziyaret sonrası öğrendim. Hasan, uzaktan bir akrabanın kızıyla evlenmiş. Ancak karısı, annesiyle hiç uyuşamamış. Hasan’ın isteği, evlendikten sonra annesinin kendi yanında kalması imiş ama olmamış. ‘Hiç olmazsa kışları bizim yanımızda kal’ diye annesini götürmüş ama on gün geçmeden ‘Ben bunalıyorum oğlum, gideceğim.’ demiş Esme teyze. Diyememiş ki: ‘Sizin evinizde ve hayatınızda bana ait bir yer yok; ben bu yaştan sonra gelin azarı yiyerek yaşayamam. Üç çocuktan sonra da sana diyememiş ki: ‘Karın edepsizin birisi oğlum, onunla konuş, beni azarlamasın, bana kızmasın.’ Böyle dese oğluyla gelininin arasında sorun çıkacağını anlamış ve susmuş.
Hasan da annesini her yıl daha az ziyarete gelerek yılları geçirmeye başlamış. Biz oraya vardığımızda, çoğu zaman da tek başına olarak artık neredeyse iki yılda bir gelir olmuş. Çünkü eşi de çocuklar da köye gelmek istemiyorlarmış. Sebep çokmuş tabi…
Neyse Esme teyzenin odasına yaklaşırken sesimize biri kapıyı açtı, oğlu Hasan’mış. Karısı ve üç çocuğu da orada idiler. Hepsinin üzerindeki giyeceklerden zenginlik akıyordu, Esme teyze hariç. Kapıdaki araba da tahmin edildiği gibi onundu. Oturduk, Esme teyze dolaptan hangi bayramdan kaldığı belli olmayan bayram şekeri çıkararak herkese tutacakken oğlu, kızına seslendi: ‘Ceylin, şekeri tut kızım.’ Yüzünden can sıkıntısı belli olan 16, 17 yaşlarındaki bir genç kız şeker tabağını aldı, tuttu.
Odada bulunanların çoğu birbirini çok eskiden beri tanıdığı için sohbet koyulaştı. Benimle gelenler Esme teyzenin hatırını, hastalıklarını sordular. Bunlar zaman zaman bu teyzeye para yardımı da yapıyorlarmış. Esme teyze, köyden isteyenlerin günlük ücret karşılığı bağ bahçe işlerine de gidiyormuş. Ücreti yüksek tutmadığından, uyumlu, sessiz bir kadın olduğundan herkes de onu işine çağırıyormuş. Bunu da sonradan öğrendim.
Hasan, gelenlerin annesine yaptığı yardımları ve gittiği bağ bahçe işlerini bildiğinden olsa gerek, kendini bir anda evin erkeği olarak ortaya koymak istercesine: ‘Ya Hacı abi, bak dün bayramın üçüncü günü, sabah köye geldik, anam erkenden Hacı Ömer’in bağına gitmiş, bağ çubuğu toplamaya, eve girdik (belki de çalınacak bir şey olmadığı için Esme teyze gündüzleri kapıyı kilitlemiyormuş) bekledik ki anam gelsin. ‘Gitme ana, diyorum ya gitme onun bunun işine, (anası mahcup boynunu büktü) senin ne masrafın varsa söyle bana, ben gönderirim, diyorum ama gidiyor işte…’
Esme teyze diliyle dişi arasında belki biraz da oğlunu rahatlatmak istercesine: ‘Senin de geçindirilecek evin var, çoluk çocuğun var, senin de kendine göre masrafın var!’
Esme teyzenin ziyaretine gelen misafirlerle ve oğluyla konuşmasını, büyük bir dikkatle takip ettim. Sevecen bir kadındı ve hitapları şöyleydi: ‘Mehmet kuzum, kurban olurum Hatice’m, İsmail Efendi, kadalarını alırım Aydan kızım…’ Bekledim ki oğlu Hasan’a da eskiden olduğunu söyledikleri gibi: ‘Kurban olurum oğlum sana Hasan’ım!’ desin. Hayır, demedi. Ne ‘kurban olurum’, ne ‘oğlum’ ne de ‘Hasan’ım!’ dedi. Acaba bu hitap farkını oraya ilk defa gelen ben fark ediyordum da Hasan fark etmiyor muydu, yoksa bilmezden mi geliyordu? Oradan ayrıldıktan sonra merak ettiğim cevap geldi: ‘Bilmez olur mu bilir tabi eşek değil a! Esme ablanın oğluna da kızlarına da gönlü kırıldı, bu konuyu da sessizce içine attı kimseyle konuşmaz. Kızları da Almanya’da, onlar da birkaç seneye bir gelirler, sanki bu kadın onları da canını dişine takıp büyütmedi. Yabancı gibi gelince analarını bir kere ziyaret eder giderler. Hâlbuki en azından kadının oturduğu evi bir araya gelip biraz tamir ettirebilir, biraz daha düzgün, yaşanabilir bir yer haline getirebilirler. Yani görmüyorlar mı kendilerine yeni lüks evler yaptırırken analarının yıkık dökük evini. Kadıncağız bu şartlarda yapayalnız yaşıyor ve ağzını açıp çocuklarının hiçbirinden tek kelime şikâyet etmez.! Çoğu bayramları da yalnız geçirir zaten.’
Bu olay yaşandığında oradakilerden yaşça en küçük olan bendim, onca büyük arasında -bizim aldığımız terbiyeye göre- söz bana düşmezdi. Ancak o gün içimde kalan, yüreğimde isyan olarak senelerdir büyüyen şu sözleri de demediğim için hep pişmanlık duydum:
‘Hasan Bey, demek anan sana, benim şu kadar masrafım oldu, bana para gönder, deyince para göndereceksin öyle mi? Neden annen senden hiçbir şey istemeden her ay eşine, çocuklarına yaptığın gibi ona da gelirinden belli bir miktarını ayırıp göndermiyorsun? O istemeden her ay ona yetecek miktarda para gönder bakalım, yaşına ve hastalıklarına hiç de uygun olmayan o işlere yine de gidecek mi? Sen bugün ziyarete gelenler yanında, annene karşı görevini yerine getirmeme suçunun üstünü örttüğünü; durumu doğru olduğunu sandığın birkaç cümleyle kendince açıkladığını; kendini de kendinin ve herkesin gözünde akladığını düşünüyorsun öyle mi? Düşün bakalım, bir gün sen de göreceksin böyle aklanılamayacağını herkes de görecek!’
Bizim toplumumuzda ortalama değerlere sahip ailelerin büyük çoğunluğunda, anne-babalar, gönüllü olarak evlatlarına adanmış/kurban olmuş bir hayat yaşar, bunu doğru bulur ve bundan asla şikâyetçi olmazlar. Çünkü insanımız bilir ki hayatın belli dönemlerinde çocuklar, anne-babalarına birer emanet olduğu gibi; belli bir dönemden sonra da anne-babalar evlatlarına birer emanettir. Evlatların, anne-babalarının yıllar süren fedakârlığını, kendileri uğruna gönüllü kurban oluşlarını unutmamaları gerekir, diye düşünmekteyim.
İslam dünyası olarak girmiş bulunduğumuz Kurban Bayramımızı kutlar, bugünlerin tüm insanlığa iyilikler, güzellikler getirmesini Yüce Yaratıcımızdan dilerim.