- Zümrüdüanka, dedi onu sessizce dinleyen, yorgun olduğunun farkındayım. Bedenen ve ruhen yorgunluğun yüzüne de yansıyor. Bakışların belki her şeyden daha çok dinlenmeye muhtaç. Ama hayat da devam ediyor, biliyorsun. Sen de hayatın bir kenarından tutunarak, sen de bir kulptan yapışarak kaldığın yerden hayata devam etmelisin. Bunun bir başka yolu yok biliyorsun.
- Evet, dedi Zümrüdüanka, tabi biliyorum. Ama ben senin görmediğin yerler gördüm, senin bilmediğin şeyler biliyorum. İşte bunlardır ki beni, bulunduğum durum üzerinde hoşnut bir şekilde kalmaktan alıkoyuyor.
Zümrüdüanka, bunları söylerken bilgiçlik mi taslıyorum diye biraz sıkıldı, biraz utandı ama gerçek de buydu.
- Bir şey sormak istiyorum Zümrüdüanka eğer izin verirsen, dedi.
- Sor
- Sen nasıl yetiştin, yetiştirildin ki bu kadar farklı ve özelsin. Nasıl oldu da sen her şeye, herkesin baktığı yerden farklı bakacak ve her şeyi herkesin anladığı şekilden farklı anlayacak duruma geldin. Nasıl oldu da sen bizim sahip olmadığımız bir uzak görüşlülüğe sahip oldun.
- …
Yutkundu Zümrüdüanka, bir şey diyemedi. Ne desem, diye düşündü. Ne dese bu soruya net cevap vermiş olmazdı. Mesela:
- Babam benim eğitimim için çok özen gösterdi
- Annem, benim terbiyemle çok ilgilendi.
- Ben çok farklı bir aile ortamında yetiştim.
- Benim arkadaş çevrem çok farklıydı.
- Benim çok özel hocalarım oldu.
Ne diyebilirim ki, diye düşündü. Bu sorunun cevabını kendisi biliyor muydu sanki. Başkalarını imrendiren bu hususların her biri, bir doğum sancısından daha beter sancılara, ardı arkası gelmeyen beyin sancılarına sebep oluyordu. Peki, kendisi böyle olmamak ister miydi? Başka türlü olsaydı, kendisinden daha mı hoşnut olurdu? Hayır. O, başka türlü olmak istemezdi. Başka türlü olsaydım, o zaman ben, ben olmazdım, diye cevap verdi içinden yükselen sorulara. Hiçbir cevap vermeden düşünmeye devam etti.
Hatırlanmaya ve anlatılmaya değecek şeyler yaşamak istediğim bir gerçek. Uykum dahi bana işaretler veren rüyalar için olsun istiyorum. Ben biliyorum ki hayatta tesadüfe yer yok; yalnızca doğru veya yanlış kullandığımız veya kullanmadığımız irademizin kevni ve külli takdir içinde şekillenmesi vardır. Zümrüdüanka, bu derin düşüncelerden kafasını kaldırdığında şaşkınlıkla baktı. Saksı içinde bir ağaç vardı. Öyle ki neredeyse saksının içi tamamen kök olmuştu. Yeşermiş ve çift kanat boyu olmuş fidan, kök salamadığı için boy atamıyordu. Onun daralmalarını içinde duydu. Hatta biraz kendisine benzetti.
- Ben senin için bir şeyler yapabilirim, dedi
- Ne yapabilirsin?
- Seni bu saksıdan kurtarabilirim.
- Sonra
- Sonra sen özgürce kök salarsın
- Ya rüzgârlı, fırtınalı havalarda… Böyle havalarda beni bunlardan kim koruyacak. Bulunduğum yere rüzgâr, fırtına ulaşamıyor. Eğer toprakta olursam kırılır, ölürüm. Zaten bu daralmalara bunun için katlanıyorum.
- Hayır, dedi Zümrüdüanka, korkma, köklerin toprakta yol aldıkça gövden güçlenir, hiçbir rüzgâr seni kıramaz.
- Acaba gerçekten öyle mi? Bak benim çevreme herkes bir saksıda
- Ama ben önceden toprakta ağaçlar gördüm, kökleri derine indikçe kolları neredeyse bulutlara karışan ağaçlar…
- Ya ben onlar gibi değilsem, olamazsam?
- Bunu denemeden bilemezsin. Ne dersin seni saksından kurtarayım mı?
Düşündü küçük fidan ve korku dolu heyecanla:
- Evet, dedi.
Zümrüdüanka, kanatlarını saksının iki tarafına doladı, saksıyı hızla itelemeye başladı, saksıyı bir kayaya çarparak dağıttı. Etrafa bir miktar toprak dağıldı. Fakat daha o anda ağacın kökleri, yeni ve mis gibi toprakla buluşmanın etkisiyle yerin derinliklerine doğru yol almaya başladı. Yaprakların rengi birden bire sanki daha güzel olmaya başladı gibi geldi kendine. Küçük fidanı kayaya çarparken çok sert sarsılmıştı ama şimdi mutlulukla gülümsüyordu. Zümrüdüanka da gülümsedi ve dedi ki:
- Ya ben ne olacağım?