Sizin ‘aydınlanma’nız karartırken dünyayı
Kirlendi insanlık, yağsın yağmurlar
Kamçılayan taneleri olursa olsun
Özü de bir vezni de ‘çiçek ve çocuk’
Neden her şeyden böyle çok korkuyorlar
Yürekten başlamazsa, bastırılır isyanlar
Örselenen duyguları sağaltan bir hekimsen
Bilirsin buralarda her an her şey olabilir
İçin yanarsa bir aşkın acısından, bir türkü yak
Herkesin sabretmeyi öğrendiği dünyadan
Sen hiçbir şey öğrenmeden mi gideceksin
Sonra bir de ağıt yak, kederi unutanlar inlesin
Ey okyanuslara dur diyen kayalıklar!
'Sevdamı özgür bırakmasam, öfkemi de
Ne diyorsan peki!’ desem anlaşabilir miyiz?
Bilginin insana tahakkümü hangi cins kölelik
Beşerin bitpazarı, bu insan çöplüğünde
Her şeye bir izah var, ama buna kalp ne der?
Ben okununca anlaşılmayan yazılar yazmam
Memleket renginde çay olmadan konuşmam
Çek git şifacı, ‘Kelin merhemi olsa’ demezler mi?
Bırak yaralı yanlarımı, ne kalacak ardımda
Esen yel yakar insanı, çöken bulut, soğuyan hava
Sürdüm kendimi içimin gurbetinden, içimin sılasına
Hepsi kendisine sarılan bu insanlar
Hevanın kuluyken, hangi tanrıya tapıyorlar
Üstelik ‘Dost yumruğu çetin olur.’ diyorlar
‘Dikenlerden muzdaribim’ diyenler münafıktır
Bu çağ bizim çağımız; kirli, aşksız ve sefil
Bu çağın günahını hangi peçe örtebilir?
Kaçan kelimelerle, saklanmamış sözlerle
Sınırları yâr elinde emek emek çizilmiş
Gasp edilmemiş gönlün bilinmez zirvesinde
Herkes hak edemez ebedi bir hayatı
Bir hayal ki bin canımı birer birer verirdim
Yaşarken de kefenimi çıkartmayın üstümden
Hakikatin tahtında, sözde gerçekler
Yakaladım sanınca sonsuzluğun sonunu
İnsansı tavırlarla, kravatlı vampirler
Neden hayatı bana engelli koşu eder?
Dağla yaralarımı, her şeye bir sebep lazım
Gözlerimi sil ama hüznüme dokunma sakın
Sen söyle, az şey midir, çocuklara babalarını
Örnek gösteremeyen annelerin acısı
Ölüm olsa derlerdi ki: ‘Cennet mekânın,
Ruhuna el-fatiha’ Zorluyor seni kanatların
Kıvranırken gözlerinde örneksizlik acısı
Uçamayan kuşlarım, ruhunuza el-fatiha
Kıskançlıktan çatlayıp geberen, fakat
Birbirine yağ çekmekten geri kalmayan,
Hayran söz ve hayran bakış kölesi,
Bu sürekli oyunculara, bu rol hırsızlarına
Öfkeliyim evet, bana mı soruyorsun şimdi
‘Ben niye surat asıyorum?’ Bilmiyor musun?
Bir şey yaptıktan sonra övünerek anlatan
Bu kıyamet alametleri, nerden-nasıl zuhur etti
Hümanistmiş bunlar, evrensel düşünüyorlarmış
Bunlar çoktan aşmışlar, o eski teraneleri
Sen bari yaşamadığın duyguları anlatma
Bırak beni kitabıma, yüreğim daralıyor
Var olmak kavgası ya da kendini ispat davası
Nereye kadar, ne getirir ve neden
Bu yalakalar ordusu, bu sahibinin sesi neye yarar
Bir çocuk kesse yolumu, küçük elleriyle tutsa elimden
‘Nereye gitmek istiyorsun evlat?’ desem
‘Cennet’e’ der de beni sevindirir mi acep?
Yatıp da sırt üstü tepinen karınca vardı
Ya da hani ıbrahim’e ağzında su taşıyan
Anlatmadılar yaptıklarını, ama anlatıldılar
Sense kahve içerken seyrettin yakılan ateşleri
Ağlamışsan, kendi ateşin sönsün diye ağladın
Bense hâlâ hayran olacak hiç kimse bulamadım.
Gönlümün emek verdiği, irfan sofralarında
Kalbimin inkılâbı, kendisiyle yüzleşti
Mazlumlar arasında yer ararken kendime
Güçsüzlüğün dayanılmaz acısı, sordu bir daha:
‘Uğruna yaşanacak, ölünecek ne kaldı?
Olmak ya da ölmek, başka mesele var mı?
İki çift laf edelim, duymadığım şeyler söyle
Yankılanmasın sende düşüncelerim, ancak de ki:
Her ayrılık bitecek, her giden geri dönecek
Kem göze kurban giden İsmail değil, aşktır aşk
Panzehirdir her şeye, evet ‘Önce aşk vardı.’
Yalnızca "Yar" deseydin, "Yar" elbette duyardı.