YANGINDA İLK KURTARILACAK!

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 07.08.2021

Ülkemizde her ne zaman önemli bir sorun ortaya çıksa bir anda insanlar anlaşılmaz bir biçimde ikiye ayrılıyor. Bir kısmı sadece o önemli sorunla ilgili yetersizliklerden söz ederken bir kısmı da eksikleri görmeyip sadece yapılanları anlatıyor. Bu neden böyledir? Böyle mi olmalıdır?

Hakkıyla vakıf olmadığı, aynel yakîn bilmediği durumlar için genel siyasi yönelişinin çıkarına uygun sözler söylemek şahsiyetli/erdemli insana yakışan durum değildir. Doğru soru doğru zamanda sorulur ve doğru sorun doğru biçimde gündeme getirilirse anlamlı olur. Yoksa sorunların ortasında, herkesin ciğeri yanarken allamelik taslayan kişiye, insan ancak ‘Bi sus ya, bi sus artık!’ diyebilir.

Uzun bir süredir ülkemizde; deprem, sel, yangın gibi doğal afet olarak nitelenen sorunlarla yüz yüze kaldık. Böyle büyük afetler, yerleşim yerlerinin yanlış seçilmesinden, sıcak bölgelere dikilen ağacın cinsinin -yangın riskine karşı- yanlışlığına ve altyapı çalışmalarının yetersizliğine kadar her durumu sorgulamayı da gerektirir. Ancak bu sorgulama iyi niyetle ve uygun zamanda yapılmalıdır. Elbette yaşamakta olduğumuz ve sorgulanması gereken tüm sorunlar, bundan sonrası için daha ciddi, daha etkili, yaptırımı olan tedbirler almaya ve en baştan itibaren planlı davranmaya da neden olmalıdır.

Sorgulamaya kişi önce kendinden başlamalıdır. Sel yoluna ev kurup her yağmurda ‘Nerde bu devlet?’ demenin anlamı nedir? Fay hattına yerleşim yeri oluşturup ‘Japonya’da bundan daha büyük depremlerde, bir tek ev bile yıkılmıyor, bir kişi bile ölmüyor!’ demenin anlamı nedir? Sıcak bölgelerde ağaçlandırma yaparken çıra gibi kolayca alev alacak türden fidanlar dikip ‘Çamlar çıra gibi kolayca yanıyor, kozalakları da yanınca sıçrıyor ve hemen bir başka yerde yangının başlamasına neden oluyor.’ demenin anlamı nedir?

Demek ki birtakım işler vaktiyle doğru yapılmamış. Şu anda da görülüyor ki dedenin yediği koruktan, torunun dişi kamaşıyor.

Bir Erdem Örneği: 28 Şubat darbesinin kasırgası ülkede eserken 17 Ağustos 1999’da 7.4 büyüklüğündeki merkez üssü Gölcük olan deprem olmuştu. Darbecilerin zulmüne uğramış arkadaşlarım ve iki yakınım, bölgede gönüllü çalışmak üzere hemen yola çıkmışlardı. Bir de karşı komşum; o, oturduğu evde kiracı idi. Kendisi sanayide kaporta tamircisi ve iş yeri de kiralık; üstelik bu darbenin mağduru olan kız kardeşi vardı ve işleri de pek iyi değilmiş. O ve bir arkadaşı, deprem bölgesine gönüllülerin gereken pek çok malzemeyi götürmesine rağmen su sıkıntısı yaşandığını öğrenmişler. Bir kamyon kiraladılar, tüm kasayı su ile doldurdular ve sabah erkenden yola çıktılar.

Ben o gün, ‘Yaşanmakta olan bu durumda ben ne yapabilirim? Bana düşen nedir?’ diyerek Allah karşısında ‘hazır ol’da yaşamanın ne demek olduğuna tanık oldum. O gün komşum, ‘Darbecilerin, doku uyuşmazlığına sahip üç partiyi bir araya getirerek oluşturduğu hükümetin beceriksizliği ortaya çıksın.’ demedi; kalktı ve koştu.  Tıpkı Yasin suresinde, toplumun isyan ettiği üç elçiye destek olmak için tüm gücünü kullanmak amacıyla ‘uzaklardan koşup gelen o erdemli kişi’ gibi. Evet, doğru söylemek yetmez; doğru sözü gerekli zamanda, gerektiği gibi söylemektir önemli olan.

Su götüren komşumun yaptığı işin, kendisini bu ülkede yaşanan acı bir durumda sorumlu görmesinin bir sonucu olduğunu anlıyordum. Biliyordum ki o: ‘Allah onu, bu felakete uğrayanlar için sorgularsa!’ diye düşünerek esasında kendini kurtarmak için koşup gitmişti. Her felaket karşısında ve bugün, geleceğe ve sonsuz yaşama dair umutları olan

HERKES, ÜLKEMİZDE DEVAM EDEN YANGINLARDA İLK OLARAK KENDİNİ KURTARMALIDIR.