EY İNSANLAR! RAMAZAN GELDİ, KENDİNİZE YARDIM EDİN!

Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 29.04.2020

Hamdolsun bir ramazanı daha idrak etmekteyiz. Dünya Müslümanlarının kendilerini ve hayatlarını yeni baştan formatlaması-programlaması gereken bir aydayız.

Ramazan ayında dünya Müslümanları, Allah’ın Kur’an’la kendilerine farz kıldığı ‘savm’/oruç adı verilen bir ibadeti yerine getirirler. Oruç, bir fıkıh terimi olarak kişinin imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bilinçli olarak bazı eylemlerden uzak durması demektir. Bu ibadetin başladığı vakte ‘kendini tutmak” anlamına gelen ‘imsak’ denilmesi de bu yüzdendir.

İnsanların en önemli zayıflıkları, fiziksel ihtiyaçlarını giderememeleri durumunda ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal baskılar sonucu oluşur. Kişinin ruhsal ihtiyaçlarını giderememesi de bu zayıflığı artırır. Bu zayıflıkların kökleri bedenle birlikte ruhtadır ve ruhun hissettiği baskı da en az bedenin hissettiği kadar güçlüdür. Bu nedenle hastalanmış bedenin tedavisi gibi hastalanmış ve zayıf düşmüş ruhun da tedavisi gerekmektedir. Bedenin bağışıklık sisteminin güçlü olması, kişinin sağlığı açısından ne kadar önemliyse ruhun bağışıklık sisteminin güçlü olması da insanın maddi ve manevi sağlığı açısından o kadar önemlidir. Ramazanın en önemli amacı da bedenin dinlenmesi sürecinde ruhun fabrika ayarlarına dönmesini sağlamaktır.

Ramazan, ruhun itikâf ayıdır. Bu ayın, beklenen işlevi yapabilmesi için ‘aklın, ruhun, kalbin, gönlün, vicdanın’ da bilinçli bir şekilde itikâfı gerekir. Ruh bu ayda, bedenin dinlenmeye girmesiyle birlikte, kendisini yaratanla olabildiği kadar çok bağ kurarak kendini şarj etmelidir. Bunun yöntemi; anlayarak Kur’an okumak, kimin karşısında durduğunu ve ne yaptığını bilerek namaz kılmak, ne söylediğini bilerek dua etmektir. Bu dönemde yoğunlaşan, ‘Kur’an okuma, namaz kılma ve dua etme’ eylemlerinin ana amacı, yılın 12 ayındaki fiili duanın temellerini daha sağlam atmaktır. Ancak bilindiği gibi üstüne bina yapılmamış temel, boşuna bir emektir. Bunu unuttuğumuz anda, bu ay bizim için yalnızca birkaç fiziksel ihtiyacımızı, günün belli saatlerinden sonraya ertelediğimiz bir süreç olur. Bu yaklaşım ise ramazan ayının kişinin maddi ve manevi yapısında gerçekleştirmesi beklenen sağalmayı, iyileşmeyi, onarılmayı sağlayamaz.

Kitabımızda 11 ayette söz edilen oruç, ramazanda ruhun girdiği itikâf sürecinin en önemli silahıdır. Oruç, insanın kendisini riyazete sokması, her zaman yaptığı işlerden bu süre zarfında elini eteğini biraz daha çekmesi anlamına gelir. Esasında 11 ay boyunca ruha bulaşmış kir; ‘yakmak, temizlemek, keskinleştirmek’ anlamlarına da sahip olan ramazan potasına konularak yakılarak temizlenir, arıtılır, saflaştırılır. Bu potada; gurur, kibir, haset, bencillik, fitnecilik, yalancılık, çökkünlük, umutsuzluk, yılgınlık, yorgunluk, cehalet gibi insanın ne kadar hastalığı varsa tedaviye sunulur.

İşte bunun için ramazan işe kişinin kendisinden başlar.

Neden? Çünkü kim, kişiye kendisi kadar zarar verebilir ki?

Yaşı kırkı aşanlar, geçmişlerine döndüklerinde bir sürü pişmanlık, bir sürü ‘keşke’ görebilirler. Bu pişmanlıkları fark eden ve sebeplerini anlayan çoğu kişi, hayat yolunda bu konularda o kadar mesafe almışlardır ki geri dönülmesi ya da yeniden başlanması neredeyse imkânsızdır.

‘Ah keşke şimdiki aklım olsaydı!’ diyerek başlayan sesli ve sessiz cümleleri kim kurmamıştır ki? Peki, insana bu pişmanlık cümlelerini kim kurdurur; ‘Ah keşke şimdiki aklım olsaydı!’ dediği acı yüklü sözlerle ifade ettiği veya edemediği pişmanlıkları kim yaşatır?

Kişi, hayatına baktığında bunlar için bir sürü farklı etken bulabilse de sonuçta denilebilir ki iradesi olduğu ve bu iradeyi kullanıp-kullanmama hakkı da kendisine ait olduğu için bu cümlelerin sebebi kendisidir. Bazen efkârlı vakitlerde kişinin: ‘Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç/ Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!’ diyesi gelse de hayatın akışı, bir sürü konuda kişiye görev ve sorumluluklarını hatırlatır durur.

Doğrusu, kimse kendi hayatına ‘Nasıl geçersen geç!’ dememelidir. Çünkü bu cümle, kendi hayatı için aktif bir özne olması ve toplumun hayatına aktif bir özne olarak katılması gereken kişinin ‘erken emeklilik’ kararı olur. Ancak devam eden hayat, onun bu kararını onaylamaz ve ona, eylemsiz hayatın ödülünü vermez. Bir ödül vermek yerine, kendini çürümeye bırakın kişinin ‘yaşayan ölü’ olduğunu, bu ölüye salasını da kendince okuyarak ilan eder.

İnsan hala yaşıyorsa demek ki hala bu dünyada yerine getirmesi gereken görev ve sorumlulukları vardır. Bugünkü bu bilinç kişiyi, yarınlarda da ‘Keşke! Ah, şimdiki aklım olsaydı!’ diye başlayan cümlelerden koruyacaktır. Ve en önemlisi:

Yapılması gerekli görev ve sorumluluklarının farkında olma bilinci kişiyi kendisine zararlı olmaktan korur. Görev ve sorumluluklarını elinden geldiğince yerine getirmeye çalışmak, insana huzur verir. Bu konudaki bilinç, insanı, kendisine verilen ‘sevgi, şefkat, akıl, idrak’ başta olmak üzere varlık sermayesini gerektiği gibi değerlendirememekten de korur.

Korona salgınıyla birlikte 2020 yılının ramazanını idrak ettiğimiz bugünlerde ben neden böyle bir konuya girdim. Bizim geleneğimizdir; ramazan ayı boyunca milletimiz yoksulları, borçluları, sıkıntı yaşayanları arar bulur; milletimizin böyle kimselere yaptığı yardımlar bu aylarda tavan yapar hamdolsun. Bu yardımlarla toplumsal hayatımızda az-çok dengelenme de oluşur.

Dünyanın pek çok yerinde, kimin elinde ve ülkesinde ne varsa alarak, çalarak, onları açlıktan öldürme pahasına çaldıklarını biriktirerek mutlu yaşayacağını sanan Doğulu ve Batılı emperyalist toplum ve devletlerin aksine biz, vererek ve dağıtarak insan kalabileceğimize inanıyoruz. Çalarak ve açlıktan öldürerek kendini ‘gelişmiş ve medeni’ sayanların yalanlarının aksine biz ‘paylaşarak ve mazlumun elinden tutarak’ ‘üstün bir toplum ve ayakta-yıkılmamış-üstün bir medeniyetin’ mensupları olduğumuzu, en yakınımızdan başlayarak ilan ediyor ve fiilen gösteriyoruz. Çünkü biz yaptığımız iyi ve güzel her eylemimizle esasında kendimize yardım ettiğimizi biliyoruz.

Almadan vermek Allah’a mahsustur. Yardım etmeyi inancının yüklediği bir görev olarak yapan milletimizin fertleri, bu yardımlarını da vesile kılarak gönül gözlerini Yaratıcılarına çevirip sessizce şöyle niyaz ederler:

-Rabbim, her var sana aittir. Sen bana verdin, ben vermeyi senden öğrendim. Hamd'ım ve şükrüm sanadır. Senden sevgini ve hoşnutluğunu diliyorum. Bana yardımlarını artır ve beni başkalarına olduğu gibi kendime de yardım edecek duruma getir. Bana iyiliklerini artır ve beni başkalarına olduğu gibi kendime de iyilik edecek duruma getir. Beni cin ve insan şeytanlarının kötülüklerinden koru ve beni cin ve insan şeytanlarının kötülüklerinden koruduğun gibi kendi kötülüklerimden de koru.

Bundan sonraki hayatımda: ‘Ah, keşke şimdiki aklım olsaydı!’ dememe sebep olacak yanlışlardan ve bu yanlışlar sonucu ortaya çıkan acı ve pişmanlıklardan sana sığınırım Allah’ım. Başka varlıkların kötülüğünden ve kendi kötülüğümden de sana sığınırım Allah’ım. Beni mutsuz eden durumlardan ve gönlümü kavuran acılar yaşamaktan da sana sığınırım Allah’ım! Sen, koruyan, kendisine güvenilen ve kullarına rahmetle davranansın… Bu ayı ve bundan sonraki yıllarımızı bizim için rahmetinin üstümüze bereketli yağmurlar gibi yağdığı huzur ve mutluluk dolu yıllar kıl Allah’ım! Âmin.