Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 02.11.2022
ANNEM OLSAYDI!
Beş arkadaş konferans çıkışı, daveti üzerine oranın yakınındaki Pınar’ın evine gitmişlerdi. Evde özenle yapılmış el işi dantelleri gören Belgin dedi ki:
- Çok güzelmiş bunlar, çok beğendim biraz da kıskandım galiba. Belki benim de annem olsaydı o da bana böyle güzel şeyler yapardı. Hiçbir anım yok onunla ilgili, hiçbir şey hatırlamıyorum. Gitmiş bir daha da gelmemiş.
Pınar cevap verdi:
- Kıskanma! Benim annem vardı ama bunların hepsini ben yaptım. Annemin yalnızca iki oğlu vardı. Annem bana bir şey yapmadığı gibi, çalışacak iş beğenmeyen ağabeyim evlenirken de ona alınan bir sürü eşyayı, benim hesabıma taksitlendirdi. Yıllarca onun taksitlerini ödedim durdum, çalışıp kazanıyordum ya! Esasında biz, üçü kız beş kardeştik ama annemin yalnızca iki oğlu vardı.
Ayla araya girerek dedi ki:
- Herkes az ya da çok ailesinin yanlış ve eksiklerinin bedelini ödüyor.
İpek, Ayla’ya dönerek:
- Senin için kıskanılacak bir şey yok. Sen, annenin seni hafız etmek için nasıl çabaladığını, yemene içmene nasıl dikkat ettiğini anlatırken de ben kıskançlıktan çatlayacaktım. Ben, anneme, bir hafızlık kursuna kaydolmak istediğimi söylediğim gün, annem evde kıyameti koparmış ‘O kadar iş var, o kadar gelip giden var, sana kim diyor hafız ol diye, kime sordun, kimden izin aldın, geç içeri geç, yobaz mı olacaksın başıma, kapat bu lafı, bir daha da sakın açma!’ diye bağırmıştı, rahmetli.
Nurbanu gittikçe kısılan bir sesle:
- Üniversite okumama karşı çıktı benim annem çünkü okursam onlara masraf ettirecek, okul bitip işe başlayınca da evlenecektim. Böyle olunca da okumamın onlara bir faydası olmayacaktı. ‘Kesinlikle hayır!’ dedi annem okumama, benim hayalim de öğretmen olmaktı. Erkek olsaymışım kazanıp onlara bakarmışım ama kızmışım, okutup ne yapacaklarmış beni. Tek oğulları vardı, ağabeyim; okudu, bir mesleği oldu, para da kazandı ama bir gün bile onlara bakmadı. Hatta ikisini de hep suçladı, kendisine yeterince(!) maddi destek vermiyorlar, diye. Ben yıllar sonra kendi kendimi okuttum. Bugün onlara bakan yine benim. Bunu Allah için yapıyorum ama iki de bir bana hiç unutmadığım geçmişi unutturmak ister gibi ‘Kız evlat öz evlatmış’ demiyorlar mı, inanın çok sinirleniyorum. ‘Öyle mi, siz benim sizin öz evladınız olduğumu, benim bakımıma muhtaç olunca mı hatırladınız?’ diyesim geliyor ama demiyorum. İnanın yalnızca Allah için susuyorum, Meryem gibi…
MODANIN ALTINDA YOK OLANLAR
Bilinen bir marka yeni bir çanta üretmişti. Esasında çirkin ve kullanışsızdı, küçültülmüş bir bavul gibiydi. Ancak marka sahipleri, marka adını en görünür yerlerine yerleştirdikleri bu ürünü yeni moda diyerek ederinin on katına piyasaya sürmüşlerdi. Kısa süre sonra öğretmenler odasında aynı çantadan dört tane görüldü. Çanta sahipleri çantalarını görünür kılmak için ne gerekiyorsa yapıyor, çantalarından söz etmek için fırsat kolluyorlardı. Çantalarını, bu ünlü markanın hangi mağazasından kaça, ne zaman aldıklarını herkesin duymasını istediklerinden, daha yükselttikleri bir sesle anlatıyorlardı birbirlerine, soranlara ve duymasını istedikleri sormayanlara. O gün sormayanlardan birkaçı şöyle bir baktı, a o da ne, çantalar görünüyor fakat sahipleri hiç görünmüyordu.
KOŞTURULAN ÇOCUKLAR
Sabah: Bebek yarı uykulu babanın kucağında, ondan iki yaş büyük olanın elinden de anne tutmuş koşuyorlardı. Annenin diğer elinde hem kendi çantası hem de çocuklar için hazırladığı iki ayrı çanta vardı. Anne, babanın hızına yetişmekte zorlanıyordu. Küçüğü bakıcıya büyüğü kreşe bırakıp işe yetişeceklerdi. Vakit çok erkendi, banka kredisiyle aldıkları lüks arabalarına doğru hepsi birden arkalarına bakmadan koşuyorlardı. (Ankara)
Öğle: Bombalar patlıyor, silah sesleri duyuluyordu. Genç bir adam koltukaltına aldığı iki çocuk, yanında yaşlı bir kadınla birlikte arkalarına bakmadan koşuyorlardı. Çok kalabalık bir aileydiler, ailenin gerisi yoktu. (Filistin)
İkindi: Kadın hayatta kalan iki çocuğunun ellerinden tutarak çıkmıştı yıkıntıların arasından dışarı. Eşi ve diğer çocukları yıkılan evin altında kalmışlardı. Yan taraftaki evden de biri, bir çocuğun elinden tutarak çıkmıştı. Hepsi birlikte arkalarına bakmadan koşuyorlardı. (Suriye)
Akşam: Kadın, küçük çocuğu arabasına koydu, ilkokula gideni o gün daha kalın giydirdi, yaşlı annesini de yanına aldı. Babası geride kalacaktı, kocası da. Yola çıktı tam olarak nereye gittiğini bilmeden arkalarına bakmadan koşuyorlardı. (Ukrayna)
Gece: Ütopyanın evrenini dolaşan bir gönle ait ruhlar birbirlerine dediler ki: ‘Bu gece ne gösterelim sahibimize mutluluk mu, acı mı, özlem mi, yürek yangını mı? Bunu o mu seçecek biz mi seçeceğiz? Bu suçsuz mahkûmun zindan hayatı daha ne kadar sürecek? Bitmeli artık. ’ Hiçbir cevap gelmedi. Ruhlardan biri okuduğu yazının etkisiyle ağlıyordu, bu satırlarda ne kadar da derin bir acı vardı: ‘Fay hattı evet, sen kalbimde bir fay hattı oluşturdun. Ben onu toparlayıp dikmeye çalıştıkça sen onu uzun kırıklar halinde uzattıkça uzattın, enine boyuna açıldı durdu. Ben bu koca fay hattında asfaltmış gibi yürümeye çalışıyorum. Yürüyebiliyor muyum, hayır!’ Ruhlardan biri önceki cümleyi tekrarladı: ‘Bu suçsuz mahkûmun zindan hayatı daha ne kadar sürecek? Bitmeli artık.’ Ruhların başkanı cevap verdi: ‘Tamam, bitsin artık bu suçsuz mahkûmun zindan hayatı, özgürlüğünü verin suçsuz mahkûma!’ O gece suçsuz mahkûm yılların deneyimini, çektiği acıları ve özlemlerini de yanına aldı; hepsi birden arkalarına bakmadan koşuyorlardı. (Senin zindanın)
Sabah: Ezan okunuyordu, telefon çaldı uzun uzun. Zaten çok geç uyumuştu, zorlanarak gözünü açtı, can sıkıntısıyla ‘Bu saatte kim bu lüzumsuz’ diye homurdanarak elini uzattı telefona: - Babanız rahmet-i rahmana kavuştu… Kalktı; eşini, çocuklarını uyandırdı. Hızla çocukları hazırlayıp evden çıktılar, arkalarına bakmadan koşuyorlardı. (Sizin ev)