Ayten DURMUŞ, hertaraf.com 25.05.2022
ORTAÇAĞ KARANLIĞI
Tarih öğretmeni Aylin yine heyecanla anlatıyordu: ‘Çocuklar! Ortaçağ karanlığı’ diyen kişi eğer bir gayrimüslim ise bu onun için kesinlikle doğrudur. Eğer sıradan bir kişiyse kulaktan dolma bilgiyle konuşuyordur. Ancak eğer bir Müslüman-Türk’se kesinlikle yanlış konuşuyordur çünkü Müslüman-Türkler ortaçağ karanlığını hiç yaşamamışlardır. Eğer bu kişi öğretim gördüğü halde böyle diyorsa ‘zihnen’ devşirilmiş ve işgal edilmiştir. Çünkü Ortaçağ, Müslüman-Türkler için medeniyet güneşinin dorukta olduğu bir dönemdir.
KUTLU DOĞUM YILLARI
Ben ağzında altın kaşıkla doğanlardan değilim. Beden varlığımdan başka hiçbir şeyi kendimden öncekilerden tevarüs etmedim. Mesela, annemin veya babamın şöhreti altında isim sahibi olmadım. Bana kalan miraslarla da zengin değilim. Tırnaklarım bu yüzden kuvvetli, çünkü defalar kere söküldü; ensem bu yüzden kalın kendi işimi kendim görürüm; dizlerim bu yüzden uzun yola ayarlı, kendimi hep kendim taşıdım. Benim arkamda bir güç odağı bulunduğundan güçlü olmadım; ben gücümü hep kendi içimde taşıdım, kendi gönlümden kendi ruhuma yükledim. İşte bu yüzden kimseye gebe değilim, benden ne sadır olmuşsa nesebi sahihtir; zihnimin ve kalbimin piç çocukları olmamıştır; tıpkı Meryem gibi benden ne ortaya çıkmışsa anası da benim babası da. İşin doğrusu yalnızca doğan benim değil, esasında doğan bizzat bendim. Ben kendimi doğurdum senelerce. Bu yüzden ne yapmışsam adını kendim koydum tek başıma, yürüdüğüm her yolu ve yolun sonunu da kendim belirledim. Ben gittiğim yerlere hatırlı dostların, selamı iş yapanların ayaklarıyla gitmedim; bu yüzden gidişim de gideceğim yer gibi değerlidir benim için. Hatta gidiş sürecim, varacağım yerden bile çoğu zaman daha değerlidir. Neden derseniz? Çünkü bu süreçte ben, ben olmaya devam ediyorum.
SANA DA İMRENENLER VARDIR
Uzun süredir görüşmedikleri arkadaşının eşi vefat etmişti, ona taziyeye gitti. Eşi ölen kadın, kocasının vefatına, çocuklarının babasız kalmasına çok üzülüyordu. Taziyeye gelen kadın hiç farkında olmadan dedi ki:
- Bu kadar üzülme kardeşim, inan bu dünyada senin bu haline de imrenenler vardır.
Kadın yaşlı gözlerini ona çevirerek:
-Bana kim imrenebilir ki eşim genç yaşta gitti, çocuklarım babasız kaldı.
Diğer kadın yutkundu ve şöyle dedi:
-Sen bizim hayatımızı biliyorsun değil mi? (Bu sözüyle herkesin imrendiği bir hayat, demek istemişti. Biraz durup derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasını sürdürdü.) Bir süre önce eşim bir başka kadınla birlikte olmaya başlamış, bizim bundan hiç haberimiz olmadı. Bu arada tüm mal varlığımızı satış gibi göstererek yavaş yavaş bu kadının üzerine geçirmiş. Geçenlerde bir gün çocuklar okula gittikten sonra kahvaltıda bana, boşanmak istediğini söyleyerek sanki biz onca yıllık bir aile değilmişiz, bu çocuklar onun çocukları değilmiş gibi çekti gitti. Her şeyi planlamış ve şu anda çocuklara karşı hiçbir sorumluluk almıyor. Çocukların hepsi öğrenci, hepimiz yalnızca manevi değil, maddi anlamda da çok büyük sıkıntı içindeyiz! Ben de çocuklarım da bu nankörlüğü, bu günleri göreceğimize keşke ölseydi! İnan, ölse hepimiz daha az acı çekerdik
KENDİME DE ACIDIM
Dört Türk, dört Suriyeli, beş Iraklı, beş Somalili, bir Mısırlı, iki Cezayirli, bir Afgan kız öğrenciden oluşan 12 C sınıfımda ders anlatıyordum. Bu öğrencilerin Türkiye’ye geliş tarihleri farklı farklıydı. Hatta aralarından birkaç ay önce gelen bile vardı. Sınıftaki öğrencilerin hepsi kendi soydaşıyla birlikte oturup kalkıyordu. Afgan öğrenci hep yalnız kaldığı için sınıftaki bir kız öğrenciyi onunla ilgilenmesi için görevlendirdim. O gün dersi okulun kütüphanesinde işliyorduk. Çocukları çevreme yarımay biçiminde oturtmuştum. Kitaptan bazı bölümleri çocuklara okutuyor sonra buraları açıklıyordum. Konuyu okuturken ‘hümanizm’ sözcüğü geçti, pek çok kavram gibi onun da üzerinde durdum. Doğal olarak konuşurken kullandığım deyimler, atasözleri de oluyordu. Bir ara bana boş gözlerle baktıklarını gördüm. En kenarda Somalili beş kız öğrencim vardı, onlara dönüp dedim ki:
-Ne anlattığımı anladınız mı?
-Hayır.
Onların yanında bir Mısırlı vardı. Aynı soruyu sordum:
-Hayır, dedi.
Onların yanında Iraklılar vardı, onlara da aynı soruyu sordum:
-Hayır, dediler.
Onların yanında Suriyeliler vardı, onlara da sordum:
-Hayır, dediler.
Umutsuzca Afgan kız öğrencime döndüm:
- Anlattıklarımdan sen herhangi bir şey anladın mı?
-Hayır, dedi.
Canım iyice sıkılmış olarak dört Türk öğrencime döndüm:
-Siz benim ne anlattığımı anlıyor musunuz?
-Evet, tabi anlıyoruz hocam, dediler. Sevindim biraz ama artık kuşku içindeydim ve gerçekten dersi anlayıp anlamadıklarını kontrol için soru sordum, dediklerimi özetleyin dedim, evet anlamışlar. Sonra yeniden diğerlerine döndüm:
-Çocuklar siz benim anlattıklarımdan hiç mi bir şey anlamadınız?
Hepsi temiz çocuklardı, mahcup şekilde yüzüme baktılar ve yine:
-Hayır, dediler. Ben de onlara dedim ki:
-Ben daha önce sizin bazılarınızın buraya geliş nedenlerine üzülüyordum ama inanın şu anda kendim için de çok üzüldüm. Ben sanıyordum ki siz konuşmakta zorlanıyor, istediğiniz rahatlıkta konuşamıyorsunuz ama benim anlattıklarımı anlayabiliyorsunuz. Beni hiç anlamayan bir topluluğa aylardır ders anlatıyorum, öyle mi?
Dört Türk öğrencimden biri hemen dedi ki:
-Hocam biz varız ya… Evet, yalnızca dört kişinin anladığı yirmi iki kişilik sınıfa ders anlatmak. Bu işte bir yanlışlık vardı. Bilmem bu yanlışı kim nasıl düzeltecek? (Kurmaca değildir.)