Saygı, Sevgiyi Ayakta Tutan Harçtır

İslami Hayat Dergisi (Sayı:8)

Bir ailede huzur, dirlik, düzen olması için ilk gereken husus, o aile fertlerinin birbirini yakından tanımalarıdır. Aile bireylerinin birbirini tanımasında birinci zorunluluksa sevgi ve saygının bulunduğu bir ortamdır. Çünkü bir insanın kendisini gizlememesinin ilk şartı, hangi halde olursa olsun sevileceğine ve sayılacağına dair güven içinde olmasıdır. İnsanlar, başkalarından belki çok farklı sebeplerle kendisine ait bazı şeyleri gizleyebilir: Mesela, dinini, milliyetini, dünya görüşünü, yaşam tarzını vs. Ancak kişi ailesi içinde bu durumda olmamalıdır. Bu da ancak kişinin nasıl olursa olsun o ailenin bireyi olarak kabul edileceğiyle ilgili güven duygusuna bağlıdır.

 

Allah bile kulunu hiçbir şeye zorlamaz. Bir şey gönül rızasıyla yapılıyorsa anlamlıdır yoksa değildir. Hatta küfür ve iman bile. İnsanlar, eş ve çocuklardan başlamak üzere çevresindeki hiç kimseyi kendi düşüncelerine göre yaşama ve davranmaya zorlama hakkına sahip değildir. Bakalım o düşünceler ne kadar doğru? Bakalım kişi bu düşüncelerin ne kadarını on yıl sonra, yirmi yıl sonra hala doğru buluyor ve savunuyor olacak? Hepimizin gönül hoşnutluğuyla kabullenmesi gereken ilahi/evrensel ölçüleri kişinin kişisel görüşlerinden ayrı tutmak gerekir.

            Önce şu bilinmelidir:

Doğru davranış ancak doğru bilgiyle mümkündür.

Ve bizler pek çok şeyi doğru bilmeyebiliriz. Neyi bilmediğimiz bilsek, öğrenmek ihtiyacı da duyabiliriz fakat asıl sorun zaten insanın cahili olduğu konuyu tespit etmekte yatıyor. İyi bir gömlek dikmek için bile iyi bir terzi olmak gerekiyor. İyi bir terzi olmak içinse senelerce bir ustanın yanında çıraklık ve kalfalık ya da bir okulda eğitim gerekiyor. Hâlbuki insanlar, evliliğe ve çocuk yetiştirmeye epeyce acemi ve cahil olarak başlıyor. Bu sebeple sorunlar çok oluyor, kaynağı tespit edilemiyor, kaynak bilinemeyince sorun çözümlenemiyor. Sonuçta ortaya öyle aileler çıkıyor ki ‘Dışından baktım bir yeşil türbe, içine girdim estağfur tövbe’ dedirtiyor. Sonra şaşkın şaşkın soruluyor: ‘Bu adam bunu nasıl yapar?’, ‘Bu kadın bunu nasıl yapar?’, ‘Bu çocuk bunu nasıl yapar?’ Ve insanlar, çaresizlik içinde, cevapsız sorular yumağına dolanıp kalıyorlar.

            Doğru bilgiye sahip her kişi doğru davranışı ortaya koymasa bile, doğru davrananlar ancak doğru bilgiye sahip olanlardır.

Öyleyse önce bir durumla alakalı olarak doğrunun bulunması, bilinmesi gerekir. Herkesin kendisini bu doğrulara göre değerlendirmesi sorunların çözümüne katkıda bulunur. Bu süreçte herkes muhataplarına ‘saygı’ göstermesi gerektiğini de bilmelidir. İster ailede ister aile dışında, ister kendinden büyük ister küçük… Saygı, ilişkilerin kopmaması için yegâne çıkar yoldur. Çünkü kimse kendisine saygı göstermeyen kişinin/kişilerin görüşlerini nazarı itibara almayacaktır.

Elbette saygının ve saygısızlığın tanımının bir kere daha yapılması faydalı olacaktır:

Mesela:

‘Biz evlenince maaş kartın bende durmalı.’

‘Mademki evlendik artık maaş kartın bende olacak.’

‘Bundan sonra annenlere iki ayda bir gideceksin.’

‘Bundan sonra senin ailenden hiç kimseyi bu evde görmeyeceğim.’

‘Bu evde ben ne istersem o olacak.’

‘Senin ailenden hiç kimseyle görüşmek istemiyorum.’

‘Bundan sonra falanca arkadaşınla görüşmeyeceksin.’

‘Oyunu falanca partiye vereceksin.’

‘Benim cemaatime/tarikatıma mensup olacaksın.’gibi, istişare ve değerlendirme bulunmayan, sebep gösterilmeden görüş dikte ettirilen cümlelerinin gerisindeki tavır; kişinin karşısındakinin (Âlemlerin Rabbinin insana güvenip irade vermesine rağmen); aklına, fikrine, iradesine güvensizlik –yani en hafifiyle- saygısızlık değil midir? Bu tavır aile içinde kim tarafından gösterilirse gösterilsin sorunlara sebep olacak ve bu tavırlardan vaz geçilmedikçe sorunlar bitmeyecektir. Çünkü babalık, kocalık ya da annelik bu değildir, böyle yapılmaz.

“Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçekten) iman etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71)İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız. (Müslim, Îmân, 93) ölçülerini hayatımıza hâkim kılmalıyız.

Evdeki herkesin farklı tarihlerde yaratılan ve bazılarının yaratılmasına vesile kılındığımız kardeşlerimiz olduğunu unutmamak durumundayız. Kalubela’ya bakarsak hepimiz aynı yaştayız; yaş büyüklüğümüzü kimse üzerinde etken ve kahhar güç olarak kullanmaya hakkımız yok.

Enemizin kendimizden daha çok büyümesine izin ve imkân vermeden bu anlamda da kendimize gelmeliyiz. Hepimiz hesap günü gelmeden nefis muhasebemizi doğru yapmak durumundayız. Bilindiği gibi Efendimiz (sav) Veda Hutbesindeki bir cümlesinde: "Şeytan müminlerin Arap Yarımadasında kendisine kulluk etmelerinden ümidini iyice kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır."( Müslim, Münafıkîn: 65; Peygamberimizin Hayatı, DİB; Hz. Muhammed, İ. Sarıçam) buyurmuştur. Yine bir başka sefer: ‘Oruç, namaz ve sadaka derecesinden daha üstün olanı size bildireyim mi? –Evet, dediler. –Aranın iyi olmasıdır. Çünkü aranın bozuk olması bir yülgüdür. İşte bu haslet bir yülgüdür ki saçı tıraş eder demiyorum fakat dini tıraş eder.’(Tirmizi, H.no: 2627) buyurmuştur. Çünkü sorunlu toplumlarda ve ailelerde inançlar da kolayca tırpanlanıyor, kökünden biçilen ekinler gibi…

Bu merhalede karı-kocadan başlamak üzere ailenin her ferdi kendisine şunları sormalıdır:

‘Ben aile bireylerime saygı gösteriyor muyum? Bu saygı onlar tarafından yeterli bulunuyor mu?’

‘Aile bireylerim bana saygı gösteriyor mu? Bu konuda eksik-fazla ne var, neden? Aile bireylerim bana sevgilerinden mi saygı gösteriyorlar, korkularından mı, töre gereği mi?’

Sorularını vererek yapılmasını istediğimiz nefis muhasebeleri esnasında, şeytan alehillanenin tuzağına düşmemeye dikkat edilmelidir. Aile fertleri ve onların dışında her kimle olursa olsun ilişkilerimizle ilgili durum değerlendirmesi yaparken: ‘Benim haklarım onun görevleri nedir?’diye başlayan bir değerlendirme, şeytanın tuzaklarına kapı aralar. Şeytan gelir, postu serer kurulur ve insanların arası bozulsun diye elinden geleni ardına koymaz. Muhataplarla ilişkileri düzeltebilecek doğru bir muhasebe: ‘Onun hakları, benim görev ve sorumluluklarım nedir?’şeklinde olmalıdır. Nefis muhasebelerinin böyle yapılması, korkunç bir hızla artan boşanmaların önünü alacak önemli bir yöntemdir. Yaşanan örneklerin ortaya koyduğu gibi boşanmak ne bir çözümdür ne de sorunların bitirilmesi için öncelikli bir yöntemdir. Hele de boşanmış bazılarından: ‘Bazı geceler diyorum ki keşke yanımda olsaydı da kavga etseydik.’, ‘Evlendikten iki yıl sonra ayrıldık. O zaman hep onu suçluyordum, şimdi kendimi de suçluyorum. Şimdi olsa boşanmazdım.’, ‘Keşke az daha sabretseydim.’, ‘Başkalarının etkisinde çok kaldım, bana söylenen sözlerin bazıları kıskançlıkla söylenen sözlermiş.’gibi cümleleri duyduktan sonra.

Demek ki boşanırken sebepleri kendilerine çok geçerli gelen bazılarının, ilerleyen süreçte sebepleri anlamlarını kaybediyor. Ya da onlar, o sebeplerin boşanmaya değmeyeceğini anlayacak hale geliyorlar.

Bir süre önce, boşanmayla ilgili görüşmek isteyen biriyle konuşurken sordum:

- Bana boşanmanızı geçerli kılacak öyle bir sebep söyle ki Rabbimiz: ‘Bu sebeple bunların boşanması evli kalmalarından daha hayırlıdır.’ desin. Ekonomik, sözlü, cinsel, bedensel şiddet, yoksulluk, iktidarsızlık, çatışma, nefret, saygısızlık, sevginin tükenmesi gibi… ne var dedim. Düşündü ve

- Bunlar yok, dedi.

- Öyleyse, dedim,

- Evlilikten beklediğim bu değildi, dedi. (Üç erkek çocuğu var)

- Ne bekliyordun?

- Tam olarak bilmiyorum ama bu değildi.

- Bazı şeyler vaktinde iyi değerlendirilmelidir. Şimdi sizin sudan sebeplerle bu çocukları annesiz veya babasız bırakmaya hakkınız yok. Hem siz bu çocukları tek başınıza dengeli ve düzgün birer insan olarak yetiştirebileceğinize nasıl inanabiliyorsunuz hele de hayatın bu hale geldiği bir zaman diliminde.’

Bir insanın eşinin kusurlarını daha az görüp ‘Onlarla iyi geçinin’(Nisa Sr: 19) emri gereği ve çocuklarını ana-babalı yetim veya öksüz bırakmamak için boşanmayı gündeminden çıkarması, çocuklarına olan sevgisi ve saygısı arasındadır. Sevgi de saygı da biraz fedakârlık istemez mi? Hiçbir fedakârlığa yanaşmayanlar nasıl bir sevgi ve saygı iddiasındalar? Hâlbuki sevgi, güzel bir koku gibidir, hissetmemek mümkün mü?

Şimdi boşanmış bulunan görüşme yaptığım kişi, bu görüşmeyi anlatırken şöyle değerlendirmiş: ‘Çok gelenekçi düşünüyor.’

Ben orada bu konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptım:

- Yanlışlara, çağdaş kılıflar bulmak kimseyi rahatlatmamalıdır. Gelenekte olan her şeyi reddetmek zorunda değiliz. Geleneğimiz doğruysa, hakka ve hakikate uygunsa, sosyal hayatımızın dokularıyla uyum içindeyse neden reddedecekmişiz? Evrensel/İlahî doğrular, üzerinden zaman geçmesi sebebiyle eğrilecek değil ki… Bir şeyi, a’dan z’ye gelenektir diye körü körünü sahiplenmek nasıl ki ‘atalar dini’ olarak sapmaların ilk ve en önemli sebebiyse; aynı şekilde bir şeyi sırf gelenektir diye reddetmek de köksüzlüğün ilk ve en önemli sebebidir. Ve her köksüzlük yok olmaya gider.