Kaybolsam ne olur bu şehirde
Bir daha kaybolmazdım
Bu hepsi birbirinde yok olmuş
Bu hepsi birbirine benzeyen
Şahsiyetsiz sokaklarda
Aramazdım geçip gitmiş
Ne varsa gözümde kalan
Ne varsa ardından bakakaldığım.
Yaşamak istemiyorum
Efendilerini doğuranlarla
Doğurduklarını öldürenlerin
Kol kola güldüğü bu yerlerde
Beni çiçeklerin yeşil açtığı
Yaprakların arasında kaybolan
Kaybolacağım yerlere götür
Boş sözlerin asıldığı yerlere
Dağa tekme atan bir çocuk öfkesiyle
Yaşamak yeryüzünde, nereye kadar
Ninni benim öfkelerim, ninni de ninni
Hanimiş de kuzumun yaptığı kâğıt gemi
Bizi alıp götürsün Nuh’un ardından
Bizi korusun tufandan, kayalıktan
Soran var mı içimdeki tufandan
Soran var mı içimdeki nirandan
Kaportası güzel kişiler vardır
Tıpkı güzel sesler gibi fakat sözü yok
Dünyayı çevrelerinde dönüyor sanır bunlar
Ne dünyası, hatta bütün evreni
Kim söyleyecek bunlara kim
Bir toz zerresi kadar bile olmadıklarını
Tevazusuz, hadsiz, edepsiz
Çiçekleri koklamak da neyin nesidir.
Müekked vahşet karşısında
Hüsnü ta’lil, teşbih, istiare
Müebbede mahkûm olmadığım yıllarda
Yaşayacağım bir dünya kurmak istedim
Her genç gibi… Olmadı
Yaşadığım dünya beni kurdu
Oturttu, gönlümde kanatlanmış ne varsa
Vurdu şakağından hayallerimi
Bilmem ki aziz dostum, navigasyonla gel istersen
Buranın adresini bilen var mı söyleyin
Ya da bir konum atın, verdiğim numaraya
Kimsenin bahanesi kalmasın artık
Buluşma günümüzde bilmiyorduk demeye
Kimse habersiz gibi davranamasın
Çok katlı mezarların herhangi bir katında
Güneş görsün, son çiçek de solmasın…
Suni teneffüs, taze kan, rektifiye
Olur mu bilmem, bu yoğun bakımda
Tiksinerek herkese bakan
Hayattan yorgun, yani insanlardan
Baktıkça midesi bulanan kişi
Kalır mı burada, bakar mı geri
Titrer mi şöyle derken gözleri
Her şeyinizi alın, verin bana beni geri