Hatice ve Onkel'i (Amcası)

Fadime evlenmiş ve ilk kızı dünyaya gelmişti. Adını Halime koydu büyükler. Çok kalabalık bir ailenin dördüncü geliniydi. Hepsi birlikte idiler. Çiftçilikle geçiniyorlardı. Tarladan kaldıramadıkları türden ihtiyaçlarını ise, evdeki kadınların ve kızların dokudukları halıları satarak gideriyorlardı.

Mevsim kıştı. Fadime’de evdeki diğer kadınlar gibi halı başındaydı tüm gün. Kızı Halime, eltilerinin azıcık büyümüş ama henüz halı başına oturamayacak kadar küçük kızlarının bakımına bırakılmıştı.

Küçük kız, Halime’yi boynuna birdirmiş, zıplıyor, Halime’yi güldürüyordu.

- Bak yenge bak

- Düşürürsün ablası

- Bak bak, nasıl gülüyor.

Ve kaşla göz arasında çocuk arkadan yere düşüvermişti.

Küçücük yavru günlerce ağlamıştı. Ancak o yıllarda, sebebi her ne ise, çocuk doktora veya bir başkasına götürülmemişti. Fadime, çocuğun başında ağlıyor görüldüğünde de azarlanmıştı.

- O ne, ayıp ayıp, tohumuna para mı verdin, ölürse ölür, Allah bir daha verir.

Çocuk ölmemişti işte, yürüyünce de durum ortaya çıkmıştı. Kalça çıkığı oluşmuş ve yanlış kaynamıştı.

Yıllar geçti, yetişti Halime, emsalleri evleniyor, hatta amca kızlarından küçükler de evleniyordu, ancak onu doğru düzgün isteyen birisi yoktu. Ve bir diğer acı durum, kız kardeşlerini de istemeye başlamışlardı artık.

Hiç gocunmadı Halime, kendisine usulen sorulduğunda;

- Kimi istiyorlarsa verin, ben onların kısmetine mani olmayayım, dedi.

Arka arkaya iki kız kardeşi evlenmişti. Ailesi, erkek kardeşi için ağırdan alıyor;

- Hele askerliğini yapsın da, diyorlardı.

Ancak, erkek kardeşi de kendisi askerdeyken başkasına verirler korkusuyla istediği kızı kaçırmıştı. Yapacak bir şey yoktu, aileler bir araya gelip, gereken ne varsa yaptılar ve iş tatlıya bağlandı.

Günlerden bir gün, yakın bir köyden, vaktiyle bir kız kaçırmış ancak o da iki ay sonra gitmiş, daha sonra yoksulluğu sebebiyle evlenememiş, kendisi gibi aksak, yaşı biraz büyük bir adam onu istedi. Nazlanacak hali yoktu. Geniş ve hâlâ çok kalabalık olan aile, ne diğer kızlar için isteneni istemiş, ne de onlar için yapılanı yapmış, hiç nazlanmadan, acelece, sanki bir komşu kızıymış gibi gelin etmişlerdi.

İki evli görümcesi vardı Halime’nin. Kayınvalide ve kayınbabası hayatta idiler. Birlikte mi oturuyorlardı, diye sormaya gerek yok, çünkü o yıllarda başka türlüsü yoktu ve başka türlü bir istek gündeme bile gelemezdi.

Yokluk ne zor şeydi.

Bir de çocuklar varsa, yaşanan zorluk beşle onla çarpılarak yaşanıyordu.

Birbirinden sevimli iki küçük oğlu dünyaya gelen Halime, her çağıranın her işine giderek yavrularını aç koymamanın mücadelesini veriyordu. İstese kocası da kendisiyle aynı işlere gelebilirdi, hatta onun için daha uygun işlerdi pek çoğu, ancak uyumayı seven kocası uyandığında güneş çoktan yükselmiş oluyordu. O, uyandığında Halime saatlerdir el işinde çalışıyor oluyordu çoğu kere.

Karnını doyurup, tembellerin toplandığı, sık sık da hır çıkardıkları kahvenin yolunu tutuyordu.

O yıllarda bazı erkekler yurt dışına çalışmak için gitmeye başlamıştı. Halime de kocasını zorladı, teşvik etti, netice de razı etti. Bazı tanıdıklarının yardımıyla Almanya’ya gitti, anne ve babasının arka arkaya vefatlarından sonra Halime ve iki oğlunu da götürdü.

Bir süre sonra Halime orada, BMW fabrikasına girdi ve tam anlamıyla işçi olduğunun ertesi gün kocası eve postu serdi, bir daha öldüğü güne kadar hiçbir işe girmedi, çalışmadı.

Üçüncü çocuğa gebeydi Halime. Canı sıkılan kocasının birkaç kere kendisini dövdüğünü fark eden yaşlı bir Alman karı koca durumu polise haber vermiş, olaya müdahale etmişlerdi. Polis uyarmış, tekrarı halinde ciddi tedbirler alacağını anlatmıştı.

Üçüncü oğlu dünyaya geldiğinde, ortada ciddi bir sorun vardı. Bu çocuk ne olacaktı. Kocası işe gitmiyor, Halime’nin işten çıkmasına razı olmuyor, çocuğa da bakmak istemiyordu

- Niye doğurdun bu veledi, diyerek karısına kızıyordu. Diğer ikisi öğrenci olduklarından, biraz daha büyüdüklerinden onlarla ilgili fazla sorun yoktu.

Durumu fark eden yaşlı Alman çift bir gün gelerek, çocuğa bakmayı teklif ettiler. Bu ailenin hiç çocuğu yoktu, tam karşıdaki büyük evde oturuyorlardı. Belki çocuksuzluğun etkisiyle bu üçüncü oğlana yıllarca baktılar. Oğlanın okula başladığı sene hiç istenmeyen bir şey oldu, Halime dördüncü kez hamileydi.

Zamanı geldiğinde dünyaya ve her bireyi esmer olan bu aileye, mavi mavi gözlü bir kız bebek geldi. Adını Hatice koydular. Kısa süre sonra işe başlaması gereken Halime, daha işe gitmeden bebeği yerinde bulamıyordu. Yıllarca en küçük oğluna bakan Alman karşı komşu, bu kendilerine pek benzeyen mavi gözlü sarışın bebeği evde durdurmuyor, alıp alıp götürüyorlardı. Onu bir başka benimsemişlerdi. Oğlan için çok iyi ve güvenilir bir bakıcı olan bu yaşlı karı koca, Hatice için hiçbir şey talep etmiyor, üstelik sürekli harcama yapıyor, onun her türlü ihtiyacını kendileri gidermeye çalışıyorlardı.

Halime işe başladıktan sonra artık Hatice sanki onların kızı gibi olmuştu. Sadece Pazar sabahları getirip annesine bırakıyor, kendileri kiliseye gidiyorlardı. İlerleyen yıllarda hayat hep böyle devam etti. Onu büyüttüler, okuttular, tüm masraf kendilerine aitti. Onlar Haticeyi ne kadar seviyorlarsa, Hatice’de onları o kadar seviyordu. Hatice onlara onkel ve tante yani amca ve teyze diyordu.

- Büyüdükçe kiliseye götürme veya Hıristiyan yapma gibi bir çalışmaları yahut yönlendirmeleri olmadı mı?

- Hayır asla.

- Almanlar içki içip, domuz eti yerler, bu konu hiç sorun olmadı mı?

- Bilemiyorum. Hatice’nin ailesi ve o civardaki diğer Türklerden Hatice’ye dinini öğretecek, ıslamî bilgi verecek kimse yoktu. Halime kız kardeşlerinden birini (yani beni) ve erkek kardeşini de götürmüştü, ancak onlarında diğerlerinden bir farkı yoktu. Yani dinleriyle ilgili dişe dokunur bir bilgiye sahip değillerdi.

Böyle olmakla birlikte asla içki içmedi, ancak domuz eti yiyip yemediği konusunda emin değilim, yemiş olabilir.

- Sonra ne oldu?

- Sonra Hatice okulu bitirip çalışmaya başladı bir hastanede. Bu hastaneye annesini getiren Mahmut isimli bir Türk gençle tanıştılar. Mahmut, ilk anda Hatice’nin  bir Türk olduğunu anlayamamış. Hatice Almancayı Almanlar kadar rahat ve düzgün konuşuyordu. Onun vasıtasıyla dinini yeniden öğrendi, yeniden Müslüman oldu denilebilir. Her görevini namazdan başlayarak yerine getirmeye başladı, oruç ve saire derken başını da örttü.

- Alman aile nasıl baktı bu olaya. Bunlar olurken yine birlikteler miydi?

- Evet, birlikte idiler. Hiçbir tepkileri olmadı. Hatice’nin tercihlerini yapabilecek olgunlukta olduğunu açıkça söylediler ve saygı gösterdiler.

- Yani yine birlikte yaşamaya devam ettiler öyle mi?

- Evet, zaten artık onkeli ve tantesi çok yaşlıydı. Hatta onlara ait pek çok işi Hatice yapıyordu. Yatalak değillerdi ama pek dışarı çıkamıyorlardı. Onların dış dünyayla tek ilgisi Hatice idi.

- Sonra

- Sonra bahsettiğim Mahmut adlı gençle Hatice, ailelerinin onayıyla evlenme kararı aldılar.

Hatice’nin onkeli, hem dışarıdan hem içeriden merdiveni olan kendi evlerinde oturmalarını istedi. Hatice’den ayrılmak onlara zor geliyordu. Mahmut, anne ve babası onun bakımına muhtaç olmasaydı, bunu düşünebileceğini ancak onları yaşlı hallerinde asla yalnız bırakamayacağını söyleyerek, bunun mümkün olmayacağını ifade etti.

Hatice’ye çok bağlı Alman çift, üst katı tamamen onlara ayırabileceğini, annesi ve babasıyla birlikte rahatça oturabileceklerini söyledilerse de Mahmut bunun onlara çok yük getireceğini düşünerek kabul etmedi.

Sade bir törenle evlendiler. Biraz daha geniş bir eve, Mahmut, annesi, babası ve Hatice hep birlikte yerleştiler. Ancak Hatice onları hiç ihmal etmedi. Öz anne ve babasına karşı duymadığı bir bağlılık ve sevgi duyuyordu onlara karşı. Aynı şehirde oturmaları sonucu, haftanın birkaç akşamını onlarla geçiriyor ve daha önceden onlar için yaptığı ne varsa yine yapıyor, bazı işlerini görüyordu.

Hatice’nin ilk çocuğu dünyaya geldiğinde Onkeli, ondan kısa bir süre sonrada tantesi vefat etti. Gerçek bir anne ve babayı kaybetmenin acısını yaşadı. Cenazeleri Hıristiyan dinine göre defnedildi.

Dünyada yaşayan hiçbir akrabası olmayan bu aile, epeyce önceden bir vasiyet hazırlamışlardı. Vasiyet açıldı, bankadaki paralarını, evi ve diğer bazı emlaklerini yani neleri varsa hepsini Hatice’ye bırakmışlardı.       

- Çok ilginç

- Şimdi Hatice, yani yeğenim, iki çocuğu ve eşiyle birlikte bu büyüdüğü evde oturuyor. Çok geniş ve çok güzel bir ev. Hatice neredeyse tüm eşyaları yenilemiş tabi.

- Çok güzel bir olay, çok etkilendim, bunu hemen yazmalıyım.

- Ne etkiledi seni?

- Farklı dinden insanlar arasındaki, her yerde her zaman görülmeyen bu karşılıklı hoşgörü, sevgi, barış. Bunu yazmalıyım.