Sentezhaber (08.03.2008)

Hurafeler kıskacında kadın!
İnsanlığın tüm gelişmişlik ve modern kültür iddialarına rağmen, kadın erkek eşitliği, kadın sömürüsü, kadın istismarı, kadın özgürlüğü gibi konu ve söylemler gerçek yüzü ne?

Kadın-erkek eşit mi?

Kürşat Erkal'ın röportajı

İnsanlığın tüm gelişmişlik ve modern kültür iddialarına rağmen, kadın erkek eşitliği, kadın sömürüsü, kadın istismarı, kadın özgürlüğü gibi konu ve söylemler Avrupa’dan Amerika’ya, Asya’dan Afrika’ya kadar hemen hemen tüm kıtalarda gündemlerin öncelikli satırbaşları olarak yerlerini koruyor. Kısacası Kadın konusu ya da daha net bir ifadeyle kadın sorunları gerek dünyada gerekse ülkemizde hala tartışmaların odağında yer almaktadır. Bugün dahi küresel güç olma hesapları yapan Türkiye’mizde kadınların başlarını örtme özgürlükleri ciddi bir baskı altındadır.

Peki, kadın nasıl oluyor da erkeğin yanında hayatın öznesi konumundan ikincil, yani nesnesi konumuna indiriliyor? Nasıl oluyor da kadın üzerindeki baskı ve istismar geleneği, ilk çağlardan günümüze kadar farklı formatlarda da olsa devam edebiliyor? İşte bu soruların cevabını bulmak amacıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü fırsat bilerek yazar Ayten Durmuş ile bir söyleşi yaptık. Bu konuyu Ayten Durmuş Hanımefendi’yle tartışmamızın elbette ki önemli bir sebebi var: Ayten Hanım, Nesil Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı “Geleneksel ve Modern Hurafeler Kıskacında Kadın” adlı kitabında, bugün de yaşanmaya devam eden kadın sorunlarını merkez alarak tarihi bir sorgulamaya girişiyor. Kitapta, bugüne kadar dinsel, kültürel, bölgesel ve ideolojik olarak kadın üzerine kurgulanan birçok tezlerin ciddi eleştirileri var…

Ayten Hanım, öncelikle kafama takılan şu ilk soruyu sorayım: Bugün Dünya Kadınlar Günü ve sizin de “Geleneksel ve Modern Hurafeler Kıskacında Kadın” isimli kitabınız yaklaşık o­n gün önce piyasaya çıktı. Bu yayın tarihi bilinçli bir tercih mi? Hem ticari hem de kitabın misyonu açısından soruyorum.

Kitabın basım tarihinin 8 Mart’a yakın olması bilinçli bir zamanlama değil. Öyle denk geldi, ama inşallah bunu da bir tevafuk sayalım. Çünkü yıllardır üzerinde çalıştığımız bu kitapta kadını ilgilendiren birçok şeyi, en geniş çerçevede ele aldığımız için, senede bir gün ile olmayacak şeyler var.

Kitabın ismi de çok etkileyici: “… Hurafeler Kıskacında Kadın”. Özellikle şu hurafeler kısmını açabilir misiniz?

Sağlam ve doğru bir dayanaktan yoksun, güzel ve faydalı özelliklerini kapsamayan, en önemlisi insanlarda inanç haline gelmiş, ama doğru bir inançla alakası olmayan, buna rağmen dini bir ritüelmiş gibi saygınlığa ve geçerliliğe sahip her tür düşünce, davranış ve yönelişlerdir. Yaygınlık ve geçerlilik açısından hurafelerin ortaya çıkış tarihi önemli değildir. Beş, o­n yıllık hurafeler olabildiği gibi, bin, iki bin yıllık hurafeler de vardır. Yalnız hurafeler dokuz canlıdır, yok ettiğinizi sandığınız yerde ve anda bile derhal bir başka libasa bürünerek yeni kimliğiyle ortaya çıkabilir. Ruhsal tatmin sağlayanları, çıkar sağlayanları, enelerin üstünlük vehmini okşayanları bunların en önemlilerindendir.

Eseriniz çok kapsamlı, sanki kadına yönelik tüm algıları sarsmaya, değiştirmeye yönelik inançlı bir gayret gibi. Neden bu işi üzerinize aldınız? Sizi böylesi kapsamlı bir çalışmaya iten sebep nedir?

Toplum içinde karşılaştıklarım, gördüklerim, doğru sanılan sebeplerle yapılan zulümler, yaşanan acılar, kendi kimliğim, dinî inançlar üzerinden hayat bulan hurafeler, bugünümüz ve geleceğimiz adına yaşadığım endişeler beni bu mayınlı alana girmeye sevk etti.

O zaman şöyle bir soru sorayım: Kadının sorunu ne zaman ve nerede başlıyor?

Toplumun yanlış geleneklerinde ve bu geleneğin taşıyıcısı bireyin zihninde başlıyor. Bu yapıdaki bireylerin kurduğu aileler de kadın sorunlarına kaynaklık etmektedir. “Kalıp yargılar ve kalıp kimlikler vardır, kimse bunların dışına çıkmamalıdır” şeklindeki düşünce belli bir kitle tarafından kabul görmüştür. Düşünceler değiştirilmeden davranışların değiştirilmesi, ancak zorla olur, bu da toplumun geneli düşünüldüğünde neredeyse imkânsızdır. Anayasa ve yasayla ortaya konulsa bile, kâğıt üzerinde kalan haklar ve düzenlemeler bunun en açık göstergesidir.

Peki dinler açısından baktığımızda kadının pozisyonu nedir? Özellikle üç ilahi din olarak soruyorum.

Üç semavi kitap üzerinden bakarsak Tevrat’ın ‘Tekvin bölümü, ilk imtihan ve sonuçları’ bu konudaki en önemli yanlışların kaynağı olarak görünmektedir. ıncillerin bu konuda ayrı bir yargısı yoktur, bu konuda Pavlus’un da yönlendirmesiyle Tevrat’ın görüşleri Hıristiyanların dünyasında da kabul görmüştür. Müslümanlara gelince, Müslüman olan Yahudi ve Hıristiyanların belleklerinde, yaşamlarında ve yazılı kaynaklarındaki aynı algı, o­nlar Müslüman olduktan sonra da devam etmiş ve o­nlar eliyle ve diğer nakilciler yoluyla Müslümanların kaynaklarına da bu görüşler girmiştir. Belki en kötüsü Son Kitap, bazı kimselerce, işte bu israiliyyat kuşatıcılığı altında okunmuş, anlaşılmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır. Kur’an elbette âdil olmayan ve evrensel çerçevede değerlendirme imkânı olmayan görüşlerle değerlendirilmemeliydi. Ancak tüm bunlara rağmen Kitabımız ve Allah’ın Son Elçisinin hayatı tüm bunlardan beridir ve gönülleri rahatlatacak kadar açıktır.

Modern ya da laik anlayışta durum nedir?

Modern ya da laik anlayış, ülkemizde uygulanmakta olan mevcut haliyle zaten kendisi bir sorundur. Dokunduğu sorunsuz alanlarda bile bu haliyle sorun oluşturacak kadar ne idüğü belirsiz bir şeydir her ikisi de. İnsanları, zamanla kayıtlı, sık değişebilen ölçülerle ve güçlü-güçsüz, zengin-fakir, zalim-mazlum olarak her durumda tüm taleplerini tek dünyaya indirgemiş bir yaşam tarzı önerisiyle, mutlu, huzurlu etmesi mümkün değildir. Bu zaten ispatlanmış bulunmaktadır. Ülkemizdeki durum ise izahtan vareste olacak kadar ortada ve acınılacak boyutlardadır. Tanımlanamayan bir bukalemun haline getirilen laiklik, elindeki kişilerin anlayışına göre değiştiğinden/tanımlandığından, biçimi değişen yeni hurafelere kaynaklık etmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Muğlakta kalan bir soru sorayım size: “Kadının sosyalleşmesi”nden ne anlıyorsunuz?

Hayatı baştan aşağıya cinsiyetlere göre ikiye ayırmak nasıl mümkün değilse, bu durum nasıl hayatı zorlaştırıyor ve sorunlara sebep oluyorsa; sınırsız bir beraberlik de daha farklı ve çoğu zaman daha kötü sorunlara sebep olur. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak olur bu.

‘Dindarlık, evden mümkün olduğu kadar çıkmamak; sosyallik, eve uğramamak, sorumluluklarını yok saymak veya öncelikli sorumluluklarını yok sayıp, üstüne vazife olmayan şeylere yönelmek.’ Hepsi yanlış. Dengede, duruma ve şartlara göre değişen, gelişen bir hayat organizesi doğrudur ve bunun da tek bir tanımı yoktur. Kişinin şartlarına göre değişir.

Bazı ünlü düşünürlerin kadın hakkındaki yorumları var ve bunların çoğu olumsuz. Platon, Nietzsche, Hasan-ı Basri, Necip Fazıl Kısakürek gibi. Bu ortak kanaatin nedeni nedir sizce?

Önce şunu açıkça belirtelim: Bu tür görüşleri Allah’a dayandırmak, Allah adına yalan söylemektir.

Öyleyse bu görüşler nasıl ortaya çıktı. Bunların farklı sebepleri vardır. Bazılarını sıralayalım: Kişinin sahip olduğu cinsiyet (bunların hepsi erkek); bireysel enenin üstünlük ihtiyacının en kolay tatmin yolu olması; o kişilerin bireysel hayatlarında o­nları bu görüşe getiren olaylar yaşamaları; kadının eğitim ve kendini geliştirme imkânlarından en yakınları tarafından yoksun bırakılarak ilmi, dini ve sosyal seviyesinin düşürülmesi ve bu yolla bu görüşleri doğrulayacak durumda olması; en önemlisi bozulan ve devamında yanlış anlaşılan inançların yeni bir nakil dini oluşturması da bu tür görüşlerin yaygın bir kanaat haline gelmesine sebep olmuştur. Bunların hepsinin örnekleri var, ancak burada bunlara girmeyi gereksiz görüyoruz. Bir tanesini verirsek durum belki anlaşılır. ‘Kadına asla miras verilmemelidir,’görüşünü verdiğimiz düşünürün ablasının, babasından kalan malı dilediği gibi değerlendirmesi/harcaması, o­nun tarafından hoş görülmediği için bu karara vardığı görülüyor. Acaba aynı konuda, görüşünü yazmayan abla ne düşünürdü. ‘Babamın malı tamamen erkek kardeşime kalsın, ben o­nun insafına kalayım’ mı derdi?

Bugüne bakarak sorarsak, Türkiye’de kadının öncelikli sorunları nelerdir bugün?

Türkiye’deki kadının yaşamadığı sorun yok ki öncelikli olanını belirlemek mümkün olsun. Bir evde biri, diğerinde öteki, bir başkasında bir başka sorun öncelikli olabiliyor. Buna rağmen yine de bir şey söylemek gerekirse inançları konusundaki cehaleti ve sağlam kaynaklara yönel(e)memesi, yoksulluğu (mesleksizliği, vasıfsızlığı), şiddet ( her türlüsü), gayesizliği, bunların en kolay fark edilenleridir denilebilir.

Son olarak, Tarihsel süreci incelediniz. Bir çıkarım, öngörü olarak süreç kadının aleyhine mi lehine mi işliyor? Yoksa kadın tarih içinde biçilen rolüne sadık mı kalacak?

Yazılı ve görsel medya ile her şey her yerde gündeme gelebiliyor. İnsanlar bu konuda pek çok şeyin üzerinde düşünüyor ve konuşuyorlar. Bu durum tedavi edilmesi gerekli önemli hastalıkların olduğunu ortaya koyuyor. Biz, senelerdir aile sağlamlığımızla övünen bir toplum iken, boşanma oranının birden artması da bu gerçeği ortaya koyuyor.

‘Ne oluyor?’demek gerekiyordu, bunu herkes söyledi zaten.

‘Neden oluyor?’demek gerekiyordu bir de. Bunu da biz söylemeye çalıştık.

Süreç kadının lehine mi, aleyhine mi? Arzu ederiz ki lehine olsun. Çünkü kadın ailenin iki temel direğinden birisidir. o­ndaki bozukluğun, sorunun veya sıkıntının aileyi etkilemeyeceği nasıl düşünülebilir. Toplum olarak huzur ve mutluluğumuz için bu konular üzerinde titizlikle durmak gerekiyor. Bunu dışarıdan biri değil, aramızdan biri yapmak zorunda. Evi temiz olmayanın, komşunun kapısına karışma hakkı yoktur. Evimizin epeyce kirlendiğini kabul etmek neden bu kadar zor geliyor, kirlendiği ortada hâlbuki.

Kadının tarihi rolüne gelince: Her insanın, yapmazsa her şeyin alt üst olacağı ve yapmazsa pek bir şey olmayacak işleri vardır. Meselâ ‘eşlik+annelik+evlatlık’ kadının; ‘eşlik+babalık+evlatlık’ erkeğin devir hakkına sahip olmadıkları durumlardır. Geriye kalan her şey duruma, şartlara, imkânlara göre düzenlenebilir. Günümüz şartlarında aile hayatımızda da pek çok şeyin değiştiğini görmezden gelmek ve klasik rol paylaşımında ısrarcı olmak, bunu mümkün kılmıyor. Zaten aile içindeki sorunların bazısı da bu yüzden çıkıyor. Akıllı insan, içinde olduğu zamana ve duruma, doğru ölçüleri vurarak kararı alan ve uygulayan insandır. ‘Uydum kalabalığa’ diyen insanın doğrusu olmaz.

Bu vesileyle, herkesin, kendi mutluluğu için eteğindeki taşı dökerek, şapkasını önüne koyarak, değişmez değerler ışığında kendi bireysel ve ailevi hayatının muhasebesini bir kez daha yapmasını istirham ederek, selam ve sevgilerimizi sunar ve ‘Geleneksel ve Modern Hurafeler Kıskacında Kadın’ isimli kitabımızın hayırlara vesile olmasını dileriz.

www.sentezhaber.com